Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
tüm metaforik göndermelerine dair derin bir psikoanalit okuma yapmayı da mümkün kılıyor. Anne karnına dönüş arzusundan, geleneğin ‘baba’ya ait değerlerinin boyunduruğundan kurtulma çabasına; kurtuluş, özgürlük ve mutluluk üçgeninde kıstırılmış bireyin oluş serüvenine dek insanlık ve dünya hallerine bakışı içeriyor bu şiirler. Mitolojinin alanına dair uzmanlığını bildiğimiz Afacan, kadim olanın bilgisini şiirin dilinden bugüne taşımayı başarıyor. Metinlerarasılığın olanakları şiirin bünyesini bozmayacak, okuru yormayacak çokanlamlı bir çoğaltma ve yeni anlamlar çağırma oyununa dönüşüyor. DİLİN İÇİNDE(Mİ)DİR BÜTÜN ARADIĞIMIZ? Öyle midir sahi? Hem öyledir hem değil dedirten bir dize kuruluşu… tüm doğruların şüpheli olduğu bir çağda dil elbette ve doğal olarak en şaibeli olandır. Söylencelerin tarihini bilen, oradan gelen için dahi söylenmiş olan, dile getirilmiş olan sahiden öyle miydi? Bize bu soruları sordurtan şair de şüphededir. O nedenle de söylenmiş olanları bir kez de kendi dilinden kurarak hakikatin sağlamasını yapmak ister gibidir: Kalp gemisi… bin kaçıncı seferi?/ oturmuş ‘kara’y,a tenhadır ‘derya’/çıksam der, dolaşsam günleri/ne biçim bir rüya ki dünya/her yüzde binbir ayna… İkinci bölüm Lir ve Jurnal şiirleri... Anlaşılacağı gibi ilk şiirler günce biçiminde yazılmışlar. Bölüm ‘ElMinar Efsanesi’nden bir alıntıyla başlıyor. Şiir denizinin balıkları şairler, deniz diplerinin anforları, yosunları… Derya içinde deryayı anlamaya çalışmanın yorgun yolcuları… Nerede başlar, kimlerle biter ki,/deniz/ sorularla köpüren o lacivert lik uyumlu ayışıhissetti, kasmiz, ir oluş, üya, malar nılmış edeyse mdan ana metin… o metnin okunaksız yazısını sökmeye uğraşır şairler. Acı belleğin bekçileri, hakikat avcıları şairler… tekinsiz ve karanlık sularda, sirenlerin kışkırtan seslerini ve daha bilmem hangi belaları savuşturarak yol almaya çalışanlar… İşte, onların hikâyesidir Binbir Deniz. Bin Deniz... Üçüncü bölüm Odysseia’dan bir bölüm, Şeyh Galip ve Ritsos dizeleriyle başlar. Deniz, serüvenci ve yolculuk üç metnin de ortak temasıdır. Prolog, yolculuk ve epilog… kendi içinde üç kısa bölümden oluşan bu şiirler dörtlükler halinde yazılmıştır. Ve Bir Deniz... Son bölümdür. Yolculuğunu bizimle paylaşan serüvencinin yola çıktığı yerden sonra varması muhtemel yer şiir ülkesidir. Yokbir mekândır orası. Son şiirin Yola Düşerken olması bu nedenle bir rastlantı da değildir. Şiir bir oluş hali, bitimsiz bir yolculuk halidir. Aramak için çıkılan yoldur; bulmanın kendisi değildir. Varışsızdır bu yüzden. İşte, bir akşam şiirinden ufka taşan yolculuk/belki bir yerlerde yeniden… çünkü/ yollarda eksik bir rüyânın izleri; gitmeli/pupa yelken hayâller…/ama git gide dökülüyor dildeki ‘sır’/hâlâ/bekler şiirini; geride, ta geride, o tuhaf çocuk Binbir Deniz şiirin ve bir şairin yolculuğu. İlkin ve öncelikle böyle okumak gerek. Ama kıymeti yalnızca burada aranmamalı. Gılgamış’tan bu yana tüm cesur serüvencilerin de yolculuğu satır aralarına gizlenmiş durumda. Onlarla tanışmak, deryayı bilmek, kendi yolculuğuna hazırlanmak, yolculuk arkadaşları seçmek için de okunmalı bu şiirler. ? Binbir Deniz / Aydın Afacan / Kırmızı Yayınları / 2012/ ylemasıyden rmı. yar, il dize inde adıkızda, arklı örüarma rayızleşünmaoğir in.” yle ki nin tan nşeye n e ulada güzün sözcüsü” bir yürekle dünyayı bakmak, bir şairin okuruna yaşamın diyalektik yasasını da anımsatmak değil mi? Ayrılıklar gibi kavuşmalar da derinlik taşır yaşamımıza. Tüleylioğlu, “yaşam ressamın fırçasında/ kuruyan boya” dizelerinde, içimizdeki atları dizginlerinden boşaltır. Bize kalan kesintiye uğrayan ömür, arkada kalan yıllar, anılara gömülen zaman, kalanın gideni anımsatması…Bütün bunlardır bir şairi yıllar sonra da var kılan: “Birkaç aşk şiiri var çantamda/ birkaç sayfa fırtına/ gereğinden kısa bir veda.” Yalın, duyarlı bir söylemin birçok kavramı iç içe taşıyarak yaşam karşısında duruş sergilenmesidir görünen. Kesintiye uğrayan aşklar, içimizde taşıdığımız öfke, bir yanımız giderken, bir yanımızın onu durdurmaya çalışması… Her şey, şiirin o özgün duygu atmosferiyle harmanlanarak yürüyor önümüzde. Tüleylioğlu, sözcüklerle resim yapmayı seviyor. Şiirin işlevi de bu olsa gerek. Daha doğrusu imgenin dili olsa diyeceği bundan başka nedir? Doğanın diyalektiğinin kendi yasasıyla akıp gittiği gibi nesnelerde de benzersiz bir değişimin izlerini görürüz. Kar yağar, bir zaman sonra su olur göğün maviliğine karışır, orada dizginlenir, demlenir ve günü gelince yeniden buluşur yeryüzüyle. Bu mutlak bilginin şiirdeki karşılığı şöyledir: “Sözcüklerin çizdiği resimde/ erimeye başladı kar.” Tüleylioğlu, Neruda’nın “bil ki yal nız görülür düşler” sözünün ışığında, “yaşamın alacakaranlık” tadında olduğuna gönderme yapar. İnsan biriktirdikleri, beyni, yüreği ve düşleriyle insandır. Bu, insanın içine gömülüp dünyaya kapılarını kapamak anlamı taşımaz. İnsan, kendine dönükken de insanlık adına çok şeyin ardından koşarken de kendi dışına çıkmanın yaşam ufku doğurduğunun bilincindedir. Tüleylioğlu, Pir Sultan’ın “İlle dostun bir tek gülü yâreler beni beni” sözlerine “düşman bağışlanır ama bir dost asla” dizesiyle ortak düşünce geliştirir. Bu, her şeyin çelişkisini kendi içinde taşımanın da anlamıdır; daha doğrusu yaşamın iki yüzünü bir bedende var kılmaktır. Tüleylioğlu, Yüzey Bilgisi‘ndeki yalın söylemiyle, okuru zamanın bütün boyutlarında gezdirir; küçük yaşamların sessiz ortamlarına uğratır, doğaya salar; yağmurların, baharın, sessizliğin, sözcüklerin, çiçeklerin içinden geçirir bir dörtlükle “anlamın ortası”na bırakır: “Bir şeyler yapmalıyım/ örneğin bir kovayı daldırıp/ gün ışığı çekmeliyim/ en karanlık kuyulardan.” Tüleylioğlu Yüzey Bilgisi’nde, yaşadığı Ankara’ya da bir güzelleme yazar: “Beni bekleme Ankara/ okunmuş bir kitaba yer açar gibi bir kitaplıkta/ yer aç aşkımıza”. Tüleylioğlu yeni kitabında, sessizliğin içindeki sesi iliştiriyor yakamıza. ? Yüzey Bilgisi/ Orhan Tüleylioğlu/ Ankara Kitaplığı Yayınları/ 64 s. 1173 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1173 9 AĞUSTOS 2012 ? SAYFA 17