Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Siegfried Lenz’den ‘Almanca Dersi’ ? Görevimiz tehlike Bir ıslahevinde bulunan Siggi Jepsen, Almanca dersinde verilen “görev tutkusu” konulu kompozisyon ödevini yapmadığı için cezalandırılır. Çağdaş Alman edebiyatının klasikleşmiş isimlerinden biri olan Siegfried Lenz’in en önemli eseri sayılan ve dünyada yoğun ilgi gören Almanca Dersi, Turner tablolarındaki sessiz fırtınaları andırıyor. ? İrem ERTUĞRUL isedeyken “ölüm” konulu bir kompozisyon yazmam istendiğinde boş kâğıda noktalarla kocaman “Hayat” yazdığım için hocadan azar işitmiş, koca bir sıfır alarak cezalandırılmıştım. Ölümle ilgili konuşmak istemiyordum, söyleyecek fazla da bir sözüm yoktu. Ancak “Görev Tutkusu” konulu bir kompozisyon yazması gerektiğinde boş kâğıt veren Siggi’nin söyleyecek çok fazla şeyi vardı. O da cezalandırıldı, kompozisyonunu tamamlayana kadar hücre hapsinde kalacaktı. Çağdaş Alman edebiyatının önemli yazarlarından Siegfried Lenz’in Almanca Dersi adlı romanından bahsediyoruz. İkinci Dünya Savaşı dönemi Almanya’sında, gelgit havzası manzarası eşliğinde, ülkenin en kuzeyindeki karakolun polisi olan babasının “görev tutkusu”nu anlatan Siggi’yi dinliyoruz hücresinden. Rugbüll polisi Berlin’den bir mektup alır; yakın dostu olan komşusu ressam Nansen’e nasyonel sosyalistler tarafından resim yapma yasağı verilmiştir. Yasağın takibi ve denetlenmesi ise polisin görevidir. Görev tutkusu bununla başlar, yahut gün yüzüne çıkar. Nansen’in, resimlerimde öyle çok ışık olacak ki onları göremeyecekler, dediği “görünmez resimler”i dahi alıkoyacak; savaş bitip yasak kalktığında bile ele geçirebildiği tüm tabloları yakarak yok etmeye çalışacak kadar hastalıklı bir tutkudur bu: “Durumlar değiştiğinde de insanın sadakatini koruması ve görevini yapması gerekir, verilmiş bir görevi kastediyorum elbette” (s. 373). HİLELİ GÖREV TUTKUSU Yazar, adeta İkinci Dünya Savaşı’nın savaş suçlularının meşhur savunması olan “Ben yalnızca görevimi yaptım,” sözünü alır, tek tek suratımıza çarpar. Babanın görev tutkusunun arka planının ipucunu verir çünkü polisi ressama karşı konuşturur: “Ama siz çok büyüksünüz ya! Herkesten daha üstünsünüz, başkaları için geçerli olan sizin için geçerli değildir!” Bu sözlerde görevini yapmanın üstünde bir dürtünün kokusunu alırız, belki kıskançlığın. Kant’ın bahsettiği, belirli bir eylemi gerçekleştirmek için doğrudan bir eğilim hissettiğimiz ve bu eğilimin de göreve uygun olduğu durum, tam da budur işte. Görev tutkusunun içine hile karıştırılmamış halini ise anne Gudrun karakterinde izleriz. Katı, soğuk, kendi oğluna karşı dahi yumuşamayan, kelimenin tam manasıyla faşist. Romanda çok az görünse de varlığıyla tüm olayları o yönetmektedir adeta. Sonra Klaas vardır. Siggi’nin, askere alınmamak için kendini yaralayan ağabeyi bizzat annesi ve babası tarafından, yarı ölü halde yetkililere teslim edilmişti. Ressamın Klaas’ı resmettiği tablosunda katışıksız “korku”yu görürüz. Siggi’nin, gardiyanıyla konuşurken hatırlattığı “görev kurbanı”dır o: “Oysa görev kurbanlarının durumu farklı, kimse onlardan söz etmiyor” (s. 362). Ve tabii ki Siggi... Önceleri sadece tanık olarak sözü alan Siggi, sayfalar ilerledikçe daha fazla özne olmaya başlar. Onu ıslahevine götüren olaylar yavaş yavaş gün yüzüne çıkar. Yaşadıkları onda ressamın tablolarına karşı obsesif bir koruma iç güdüsü geliştirmiştir. Babasının yasak kalktıktan sonra gizlice ressamın atölyesine girip yakarak yok ettiği eskiz defterini kurtaramadığında gösterir kendini ilk kez bu hastalıklı hal. “Hayır, o zaman şakaklarımda birdenbire keskin bir ağrı hissettiğimde şaşırmamıştım henüz. Ağrının yanı sıra hafif bir uyuşuklukla birlikte bastıran şiddetli korku. Bu korku onun görev alanında hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin güvende olmadığını ilk kez getirmişti aklıma” (s. 372). Lenz’in etkileyici kurgusu bizi de kıskacına alır yavaş yavaş. Farkında olmadan ana karakterler bir yana, romanda adı geçen tüm kişilerin zaaflarını ipuçlarıyla bulmaya çalışan birer dedektife dönüşürüz. Görev tutkusu hakkında kompozisyon yazan Siggi’nin, yönetim kendisine “Artık çıkabilirsin,” dediğinde dahi kompozisyonu tamamlamak için aylarca hücre cezasını uzatmalarını talep etmesi gibi. İç içe geçen görevler, tutkular: “Görev tutkusu öylesine çok katmanlıdır ki doğru bir ışıkla aydınlatmak çok önemlidir” (s. 359). Kurgunun kuşku götürmez etkileyiciliğine ikna oldunuz sanıyorum. Bunun üstüne, Siegfried Lenz’in mükemmel üslubuyla ilk cümleden başlayarak her satırında tattırdığı edebi zevk de bu kitabın armağanı. Bunda elbette çevirmenin, Behçet Necatigil’in kızı Ayşe Sarısayın’ın hakkını teslim etmek gerek. Ressam tablolarını mükemmelleştirmek için renklerle ışıkları nasıl kullanıyorsa, Lenz de kelimeleri öyle ustalıkla kullanır. Ressam yıkık dökük bir değirmeni resmediyordur alt tarafı, fakat dahası vardır: “Nansen bu reğirmeni alıp resim kâğıdının üzerinde hüküm süren bir başka güne, bir başka yere, bir alacakaranlığa kaçırarak yeni bir şey yaratıyordu ondan.” İşte Lenz’in yaptığı da buna benzer, sıradanı alır bambaşka bir hâle sokar. Bazen anlatıının bir yerinden sabredemez ve çıkar birden: “Bunu ifade edebildiğim için, kalbim göğsümden fırlayacak gibi oldu.” Siggi’nin hücresindeyiz. Kitap bittiğinde cezamız sona erecek, salıverileceğiz; ama bırakıldığımızda gidecek bir yerimiz var mı, asıl soru bu. ? Almanca Dersi/ Siegfried Lenz/ Everest Yayınları/ 480 s. 9 AĞUSTOS 2012 SAYFA 13 L CUMHURİYET KİTAP SAYI 1173 ? SAYF