19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Arthur C. Danto’dan ‘Sıradan Olanın Başkalaşımı’ Sanat yapıtlarına ayna tutacak bir ‘içgörü’ Arthur C. Danto’nun estetikçi olarak adı, iki yıl önce Zeynep Demirsu çevirisiyle yayımlanan Sanatın Sonundan Sonra ile bir kez daha gündeme gelmiş ve “sanatın sonu” sorunuyla ilgili olarak bu Amerikalı yazarın yorumları, bir kaynak kitapla karşı karşıya olduğumuz izlenimini güçlendirmişti. Bu kez aynı yazarın 1981’de yayımladığı ama bizde biraz gecikmeyle de olsa bir başka kitabı, Sıradan Olanın Başkalaşımı adı altında önümüze geliyor. Aslında bu son kitap, Danto’nun bir sanat kuramcısı olarak üstlendiği görüşleri ayrıntılı biçimde vermesi bakımından, öteki kitabından önce okunması gereken bir kitap. ? Kaya ÖZSEZGİN rthur C. Danto’nun Sıradan Olanın Başkalaşımı adlı kitabı yedi bölüm altında felsefe ve sanat ilişkilerinden yorum ve tanımlama sorunlarına, metafor, ifade ve üslup gibi ana kavramlara yönelik yaklaşımlar bağlamında kapsamlı bir Danto filmografisi çiziyor. Bir “felsefeci” olarak konuşur Danto bu kitapta; buna yeri geldikçe vurgu yapmaktan da hoşlanır. Yazarın önsözde de belirttiği gibi, analitik bir sanat felsefesi olmayı amaçlıyor kitap. Danto, sanata dönüşen “sıradanlıklara” nasıl bakılması gerektiği konusunda okura bazı ipuçları ya da çözüm önerileri sunmakta, örnekler üzerinden çapraşık olan bu konuya açıklık getirmektedir. Öncelikle Duchamp’tan yola çıkarak sanata dönüşümün ilk “zekice mucizesini” gerçekleştiren bu sanatçıdan geriye ve ileriye doğru açılım yapıyor. Nesne statüsünden sanat yapıtı statüsüne yükselen Duchamp’ın ünlü “ready made”ini sanat yapıtına dönüştüren nedenler, örneğin Warhol’un Brillo kutuları için de geçerlidir. Ancak marketlerin arka odalarındaki sıradan benzerlerini aşarak sanat yapıtı işlemine tabi tutulması da Brillo kutuları için nasıl gündeme oturabilmiştir.. Burada sanat yapıtlarının “deneyimlenmesi”ne dayanan paradigmalar değildir asıl önemli olan. Ele geçirilmesi zor “tanım”ın peşindedir Danto. Kendi deyimiyle bir “içgörü” geliştirmeyi amaçlamaktadır. HAZZI TETİKLEYEN FANTEZİ Salt gerçek şeylerle sanat yapıtları arasındaki sınırı bulmak gerekiyor öncelikle. Kitabın ilk bölümünün bu konuya ayrılmış olması bu bakımdan rastlantı değil. Mimetik açıdan “ayna”yı bir sanat yapıtı olarak değerlendirmek aykırı görünmez Danto’ya. Antik dönemde sanatın doğaya tutulmuş bir ayna olarak yorumlanması açmıştır bu kapıyı. Ancak gene de sanat yapıtları ile salt şeyler arasına bir ayrım koymadan sınırı saptamak mümkün değildir. Aynaların bile, onlarla “mimesis” sınıfına girebilecek olanlar arasındaki “ilişki”nin kayda değer bilişsel özellikleri vardır (s. 28). “Karmaşık bir epistemoloji” söz konusudur burada. Sonunda “formlar” gerçektir. Çünkü becerebilen “yapar”, beceremeyen ise “taklit eder”. Aslında Danto’yu, bu antik kuramı incelemeye iten şey, taklit ile gerçekliğin arasındaki boşluğun, sanat ve yaşam arasındaki boşluğu değerlendirmenin daha açık bir şekli olabileceği gerçeğidir (s. 32). Gerçeklikle zıtlaşır taklit. Burada Danto, önemli bir saptamanın altını çizer: Çocuklar, taklitlerden büyüklerin aldığı kadar haz almazlar, çünkü onlarda henüz bir “gerçeklik” fikri oluşmamıştır. Ayrıca taklitlerden alınan hazlar, fantezilerden alınan hazlarla aynı türdendir. Hazzı tetikleyen fantezidir çünkü. Sanat yapıtı, estetik bir tavrın nesnesi olabildiği andan itibaren, fantezinin yerini gerçek sanat algısı alacaktır. Danto, sanat yapıtıyla gerçekliğin yansıması arasındaki muğlak ilişkilerin nereden ya da nelerden kaynaklandığı sorunu üzerinde derinlemesine düşünürken, sanat yapıtı olmayan bir konserve açacağı örneği üzerinde durmaktadır. Orijinal bir form olarak gerçekliği zenginleştirmesi halinde konserve açacağına başka bir gözle bakmamız bundandır. Gene de sanat yapıtları ile salt şeyler arasındaki ayrımın “anlaşılmazlığı” bizi Euripidesçi ikilem karşısında bırakacaktır (s.50). Buradan bağlam ve nedensellik sorununa geçiyor yazar. Hollandalı Van Meegeren’in Vermeer taklitleri, 1930’larda taklit olarak görülmemişti üslupsal özellikleri nedeniyle. Bu durum, taklit kavramının farklı dönemlerde farklı biçimde algılanmasının nedenini de açığa vurmaktadır. Şöyle diyor Danto: “İki yapıt arasında bir fark olduğu bilgisi, söz konusu iki yapıta bakışımız, hatta verdiğimiz tepki bakımından fark yaratabilir, ancak bu zorunlu olarak onları görüşümüzde bir fark olduğu anlamına gelmez” (s.63). Ontolojik soru her zaman gündemdeki yerini koruyacaktır: Neyin sanat yapıtı olduğu, neyin olmadığı sorusudur bu. Örneğin bugün Robert Morris’in sergilediği Estetik kavramıyla sanat yapıtının ilişkisi bu bağlamdadır. Nitekim Danto, kitabında sık sık atıfta bulunduğu George Dickie’nin yorumundan hareketle, minimum düzeyde estetik değer potansiyeli bulunmayan bir yapıtın sanat eseri sayılmayacağı görüşünü paylaşıyor. Yine de sanat yapıtlarının “özel” bir estetiği ve özel bir dili bulunduğu tartışma götürmez (s.116). Bu dili çözümlemek, sanat yapıtının “parıldayan yüzü”ne ulaşmak demektir. Resimlerin, gösterdikleri ışığın dışında bir ışığı vardır çünkü. METAFOR, İFADE VE ÜSLUP İşin içine yorum ve tanımlama girince, yapıtın parasal değeri de çıkıyor karşımıza. Ancak yazar, bir sanat yapıtının “maddi eşdeğeri” hakkında konuşmanın, onu sanat olarak görmemek anlamına geleceğine işaret ediyor bir yerde (s.140). (Bizde son yıllarda sermayenin yarattığı bir “oyun” olarak bunun tam tersi bir noktadan yapıtlara bakanların kulaklarını çınlatmanın tam da sırasıdır.) Sanat yapıtı ile salt temsil arasındaki ayrımlar sorununa değindiği bölümde, Hiroshige’nin bir manzara resmindeki eğri çizimiyle sıradan bir eğri çizimini mukayese ediyor Danto. Bu kez de Nelson Goodman’ın eğrileri farklılaştırma konusundaki yorumunun altını çiziyor: “Resimsel çerçevede temel olan bazı özellikler grafiksel şemada bir olasılık olarak dışlanmıştır”. Uzakdoğulu sanatçılardan birinin, Zen ilkesi uyarınca önceleri öyle görmediği halde dağı dağ, suyu su olarak görmediği bir noktaya gelmesi gibi, kuram olmadan sanat dünyasından söz edilemeyeceği gerçeğine göndermede bulunuyor Danto. Kuşkusuz önemlidir kuram. Ancak sanat yapıtlarını içeriklerine indirgemeye çalışan değil, Berkeley’in de dile getirmiş olduğu gibi fikirlerin içeriği açısından irdeleyen bir yaklaşım önemli olacaktır burada. Danto’nun kitabı, metafor, ifade ve üslup gibi üç temel kavram üzerine ilgnç yorumlarıyla son buluyor. Etimolojik kökeni, Latince, yazıda kullanılan sivri uçlu araç anlamında “stilus”tan gelen üslup, sanat yapıtındaki betimlemenin ötesindedir. (Yazar, “Sanatın sonundan sonra”da da “üslup matrisi” kavramını çağdaş sanat modeli üzerinden yorumlamıştı). Nitekim bu kitabında da sanat çalışmalarının kimlik ve yapılarının türediği tarihsel ve genel olarak nedensel matrikslerden soyutlanmasını şiddetle eleştirdiğini belirtiyor (s. 196). Ayrıca üslup, ifade ve retorikle de kesişmektedir. Eğer ifade başarısızsa, o bir sanat yapıtı değildir, diyerek bu kavramın önemini bir kez daha vurgulamış oluyor. Sonuç olarak Danto’nun kaynak yayın niteliğindeki bu kitabının yayımlanmasıyla önemli bir boşluğun doldurulduğu kuşku götürmez. Kitapta geçen özel isimler hakkında sayfa altlarında kısa bilgiler verilirken, bazı isimlerin atlanması unutkanlık sonucu olabilir. Okurun, bu isimler kadar kavranması zor sanat terimleri konusunda da aydınlatılması gerekmez miydi? Bunların ötesinde birkaç ifade yanlışı dışında çevirinin, buna benzer karmaşık sanat metinleri için güçlük yaratan aktarım sorunlarının üstesinden gelebildiği söylenebilir. ? Sıradan Olanın Başkalaşımı/ Arthur C. Danto/ Çeviren: Esin Berktaş, Özge Ejder/ Ayrıntı Yayınları/ 240 s. AĞUSTOS 2012 SAYFA 13 A Arthur C. Danto’nun Sıradan Olanın Başkalaşımı adlı kitabı yedi bölüm altında felsefe ve sanat ilişkilerinden yorum ve tanımlama sorunlarına, metafor, ifade ve üslup gibi ana kavramlara yönelik yaklaşımlar bağlamında kapsamlı bir Danto filmografisi çiziyor. türden kenevir yığını, 17. yüzyılda da kenevir yığını olarak vardı, ancak bir sanat yapıtı sayılamazdı. Nedeni şudur: O dönemde sanat kavramı bu türden bir örneği içine alacak şekilde “evrilmemişti” henüz. Danto’ya göre, yorumu yapılmadıkça sanat yapıtı, böyle bir kimlik kazanamaz. Bu açıdan felsefe ve sanat ilişkisini ayrı bir bölüm içinde ele alıyor. Danto’ya göre, üzerinde düşünülen şey aynı zamanda hem o şey hem de düşünmenin kendisi hakkında bir şeyler öğretecektir. Sanat bilinci ile felsefe arasındaki sıkı bağ, sanatın “düşünümsel” olmasıyla ilgilidir (s. 7). Düşünürlerin sanatı tanımlama ihtiyacı içinde bulunmaları bundan dolayıdır. Ve gene bu nedenle her zaman felsefe “sorunlu” olmuştur. Wittgenstein, bundan ötürü olacak, sanat tanımının yapılamaz olacağını iddia etmişti. Tıpkı sanatın kaynaklarından biri olan oyuna tanım getirmenin zor olması gibi.. Sanat yapıtlarında birtakım “özellikler” vardır var olmasına ama sanat yapıtı olmak salt bu özellikleri barındırmaktan ibaret değildir. İşte felsefe bu zor işi başarmaya çalışmakta, resmin anlamı ve göndermesi arasındaki ayrımı bir biçimde imlemek istemektedir. Sanat ile gerçeklik arasındaki “mesafe” ayırt edildikçe bu ayrım da önem kazanacaktır. Nitekim Antik Yunan’da yansıtmacı sanatla felsefe, birlikte ortaya çıkmıştı. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1176 30 ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle