23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Martin Stokes’tan bir kültür araştırması Aşk Cumhuriyeti Martin Stokes ilk kitabı Türkiye’de Arabesk Olayı‘yla Türk popüler müziğinde başladığı yolculuğu Aşk Cumhuriyeti‘yle devam ettiriyor. Önceki çalışmasına nazaran daha çok antropolojik tarih tınıları içeren bu kitapla Stokes, Türk kültür tarihinin 1950 sonrasını üç önemli popüler müzik figürü olan Zeki Müren, Orhan Gencebay ve Sezen Aksu üzerinden okumaya çalışıyor. Martin Stokes (sağda), Tony Langlois’le. ? Poyraz KOLLUOĞLU ürkiye’nin 1950 sonrası geçirdiği “liberal” dönüşümleri ve bunun toplum, siyaset ve kamusal alandaki yansımalarının izini, 1950’li yılları Zeki Müren’in “ideal yurttaş”, 1970’li yılları Orhan Gencebay’ın “müşfik modernizmi” ve 1990’lı yılları Sezen Aksu’nun “kozmopolit diva yurttaşlığı” üzerinden takip eden Martin Stokes Aşk Cumhuriyeti adlı çalışmasını, babaoğul Selçuk’un icra ettiği ve Bülent Ersoy’un arabeskleştirdiği “Aziz İstanbul”un kentsel nostaljisi ile sonlandırıyor. Diğer bölümler için tematik olarak seçilen ve müzikolojik bir bakış açısı ile derinlemesine irdelenen şarkılar ile kitap adeta Türkiye’nin politik ve kültürel tarihinin sözlü bir dinletisi olarak okuyucunun karşısına çıkıyor. KÜLTÜREL TARİHİMİZİN ALT YAZILARI Martin Stokes’un kelimeleriyle toplumun “mahremiyetinde yaşanan dönüşümlerinin bir dökümünü” sunmaya çalışan bu “tarih anlatısı” psikanalitik bir yaklaşımla seçilen popüler kültür figürlerinin ve onların şarkılarının, seslerinin, personalarının ve duruşlarının kitlesel bir popülerliğin yanı sıra toplumla ilişkisel ve söylemsel olarak tezahür eden dönemin siyasikültürel ikliminin temsiliyeti ve yansımaları olduğu iddiasında. Yazar bu üç şarkıcının kendi dönemlerinin kamusal söylemlerinde ve devinimlerinde “hayati bir rol üstlendiği” ve kendi dönemlerinin popüler kültürüne “hüküm” ettiğini savunuyor. Bir başka deyişle bu şarkıcıların toplum gözünde ve kamuoyunda çizilen portrelerinin ve sanatsal üretimlerinin sadece estetik kaygıyla vücut bulmuş olgular olmadığının belirli bir kamusallık içinde vatandaşlık kavramları ve politik devinimlerle iç içe oluşmuş kültürel mahremiyetin yansımaları olduğu fikrinde. Kısaca Stokes, Müren, Gencebay ve Aksu’nun bize politik ve kültürel tarihimizin alt yazılarını verdiği düşüncesinde. Kitap her ne kadar “kültürel mahremiyet” üzerinden bir tarih anlatısı kurma niyetinde olsa da sosyal kalkınmadan, neoliberal dönüşümler ve kentsel alanın değişimine kadar birçok teorik altyapı ve kavrama değiniyor. Kitabın ilk bölümü “Sanat Güneşi” Zeki Müren’nin “queer” kimliği ile “ideal yurttaş” portresi arasındaki gerilimli, “çakışık” ve “çelişik” ilişkiyi irdeliyor. Şarkıcının 1951’de TRT radyosunda Perihan Altındağ’ın rahatsızlığı sebebiyle yerine verdiği canlı konser sonrasında, hem kurum yetkililerinin hem de dinleyicinin Müren’in sesindeki büyüye ve doğaçlama yeteneğine duyduğu hayranlıktan bahsediyor Stokes T ve Müren’in sesinin “ulusal bir kurum haline gelmesinde” radyodan daha çok plak teknolojisinin oynadığı rolün altını çiziyor. Müren’in 1950’lerde çektiği filmlerden bahsediyor ve burada kendi sesini kullanan ilk film oyuncusu olduğunu hatırlatıyor bizlere. Zeki Müren’in makam şarkıları söylerkenki artikülasyon yeteneği ile harmanladığı “etkili”, “zarif” ve “füsunkâr” sesinin yanında halk ile kurduğu mahrem ilişkinin temelini şarkıcının Kemalist modernliğin yıkmaya çalıştığı “geleneğe” karşı saygısına bağlıyor. Örneğin, dönemin rakip sanatçısı olan Mualla Mukader’in kışkırtıcı bir cinsellik içeren sahne şovuna karşı Regaip Kandili nedeniyle Müren alışıldık efemine ve açık kostümlerinin aksine ölçülü bir “direniş” alanının 1980’lere geldiğinde yok olduğuna ve bu çizginin hâkim ideolojiye tamamen teslimiyet alanına kaydığı fikrindedir. Stokes bu düşünceye şiddetle karşı çıkıyor ve referans olarak Özbek’in çalışması için Gencebay’la yaptığı röportaja işaret ediyor. Bu röportajda Gencebay şarkılarındaki “aşk” ve “hassasiyet” temalarının siyaset üstü hümanist bir alanda ele alınmasına işaret eder. Stokes da takip eden satırlarda Gencebay’ın bir direnişin tezahüründen daha çok “müşfik” bir modernist olduğunu aktarır. Gencebay’ın 1977’de sosyal ve siyasal çalkantılar yaşayan Türkiye’de yaptığı bir söyleşideki söylemlerine dikkat çeker. Gencebay için sosyal ve siyasal çalkantıya çözüm siyaset dışı bir alanda yani “sev sı döneminde sosyokültürel dinamikleri paralelinde yükselişe geçen ve 1990’lı yıllarda Anadolu’nun tüm seslerini söyleyen “kozmopolit diva” Sezen Aksu. Stokes Aksu’nun “Sen Ağlama,” “Firuze” ve “Git” ile Türk popüler müziğine soktuğu mahrem aşkı yaşayan, yaşatan erotik kadın kimliğini “Işık Doğudan Yükselir” ile “direniş”e geçen Anadolulu, çok kültürlü kadın tahayyülüne bağlıyor. Stokes ile yaptığı söyleşide Aksu “Buda gelir, buda geçer” diyen kadının sanılanın aksine erkek egemenliğini kabullenen kaderci bir Anadolu kadınını yansıtmadığını ve bu toprakların erkek egemenliğe son kerteye kadar meydan okuyan bir coğrafya olduğunu söylüyor. Şarkıcının dilsel ve sosyal zekâsına vurgu yapan Stokes, Aksu’nun iç içe geçmiş olan neoliberal ve İslami dinamikle ve ayrılıkçı Kürt hareketi ile ortaya çıkan ve Kemalist modernitenin altını kazıdığı Anadolu’nun tüm zamanlarını, renklerini ve “mozaiğini”İyonya zamanından Kürt mekânsal uzamına kadar uzanan içinde barındıran kozmopolit bir yurttaşlığın temsiliyeti olduğunu vurguluyor. Martin Stokes bu kozmopolit vurgunun tabanının Anadolu’dan küresel şehrine kayışı ile Aksu’nun popüler kültür sahnesinden yavaş yavaş silindiği iddiasında. Kanaatimce bu fikir Aksu’nun Stokes’un tabiri ile “zekâsını” hafife almaktır. Keza, Sezen 2000’lerden sonraki çalışmalarında Boğaz’ın “eşsiz” manzarası karşında nostaljik bir seyir sırasında Stokes’un tabiri ile “hüzünlü, avare bir figüre” dönüşmüştür. Bu tahayyül Martin Stokes’un kitabının son bölümünde İstanbul’da ortaya çıkan küresel, yeni ama aynı zamanda nostaljik bir şehir alanın yeniden hatırlanması pratiği ile uyumludur. MAHREM YURTTAŞLIK Kitabın son bölümü bir Yahya Kemal şiiri olan “Aziz İstanbul”un Minür Nurrettin Selçuk tarafından ilk naif bestelenişi ve oğlu Timur Selçuk’un sonraki bir zamandaki “modernistmilliyetçi” icrası ve transeksüel şarkıcı Bülent Ersoy’un 1990’ların ortasındaki, İslami motifli arabesk yorumu üzerinden İstanbul’un mekânsal olarak Kemalist ve İslami kesim üzerinden yeniden hatırlanarak nasıl üretildiğini aktarıyor. Başka bir deyişle Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Kemalist ve İslami kesimin bir çatışma noktası olarak ortaya çıkan İstanbul kent alanının mahrem bir yurttaşlık pratiği olan Boğaz’ı izleme şiirin kendisinde bu pratik tezahür etmiştir üzerinden farklı şekillerde nasıl yeniden hatırlandığını “Aziz İstanbul”un farklı zamanlarındaki farklı yorumları ve icraları üzerinden okumaya çalışıyor. Martin Stokes şehri bu farklı şekillerde izleme ve hatırlama pratiğinin “Aziz İstanbul”u Kemalistler ve İslami kesim arasında “bir mücadele ve rekabet alanı haline” dönüştüğü inancında. Kitap, bazı yerlerde birçok teorik altyapıyı ve kavramı bir arada kullanması nedeniyle zaman zamanda müzikolojik yorumların teknik detaylarından ve çeviriden kaynaklanan yoğunluktan dolayı yoğun bir okuma trafiği ortaya çıkartıyor. Zaman zaman bu yoğun trafikten dolayı kültürel mahremiyet ve bahsedilen popüler kültür figürleri arasındaki ilişkiler billur bir şekilde ortaya çıkmıyor. Sanırım bu en iyi şekilde Sezen Aksu üzerine olan bölümde gözlemleniyor. Buna rağmen Stokes’un çalışması 1991’de olduğu gibi popüler müzik tarihimizde ve kültür tarihi yazımında başarılı bir nüve yükseliyor. ? Aşk Cumhuriyeti: Türk Popüler Müziğinde Kültürel Mahrem/ Martin Stokes/ Çeviren: Hira Doğrul/ Koç Üniversitesi Yayınları/ 294 s. AĞUSTOS 2012 SAYFA 11 ? sahne ve kostüm ile halkın sevgisini kazanıyor. Stokes Müren’in örtük queer kimliğinin (kendisi açık eşcinselliğini hiçbir zaman kabullenmiyor) ise muhafazakâr ve Doğulu halk arasında çelişkili bir şekilde “aşk” üzerine kurulu mahrem bir ilişkinin kaynağı olduğunu savunuyor. Kendi kelimeleri ile Müren’i halkın gözünde “aile ve doğurganlıktan kopuk dolayısı ile gönül rahatlığı ile tamamen ülkeye adanmış bir aşk” diye tanımlıyor. Kısaca, Müren halkın istediği “ideal yurttaş” olarak tezahür ediyor. “BABACAN”, “SAMİMİ” VE MÜŞFİK BİR VATANDAŞ Kitabın ikinci bölümü 1970’ler ve 1980’ler popüler kültürünü ve kente göç eden kitlelerinin umduğu dünya tahayyülünün gerçekleşmemesi sonucu marjinalize bir orta sınıfın sesi olarak ortaya çıkan Orhan Gencebay’ı konu alıyor. Kanaatimce bu bölümdeki en önemli nokta Stokes’un Gencebay üstüne olan Meral Özbek’in 1991 yılındaki çalışmasına yaptığı göndermelerdir. Bu göndermelerin Türkiye üzerine popüler kültür çalışmalarının gidişatını ve tartışmalarını bundan sonraki aşamada şekillendireceği düşüncesindeyim. Meral Özbek, Gencebay’ın 1970’li yıllardaki “Batsın Bu Dünya” şarkısındaki politik Türkiye’nin geçirdiği dönüşümleri, Zeki Müren’in “ideal yurttaşlığı”, Orhan Gencebay’ın “müşfik modernizmi” ve 1990’lı yılları da Sezen Aksu’nun “kozmopolit divalığı” üzerinden takip ediyor Martin Stokes. gide” aranmalıdır. Kısaca Gencebay’ın, “tamamlanmamış” bir müzikal alan ile dinleyicisinde fantazmatik, nostaljik bir etki yapan hem şehirli hem kentli, kozmopolit, “melez” müziğinin başarısının altında hümanist, “babacan”, “samimi” ve müşfik bir vatandaş olduğunu söylüyor. “KOZMOPOLİT DİVA” Kitabın üçüncü önemli figürü 1980’li yıllarda Onno Tunç ve Aysel Gürel’in açtığı yepyeni bir müzikal alanda ve darbe sonra30 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1176 ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle