Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
o rt heestra almak, n tak apıyor, ak giiyi kötü llikle miyo g konine e, Cla e doğru oetlışınn piyaayret dan ethe ocukn’un henüz di yaklık k istek unuoılarını lım seğım. daha r kasırtını eçtiği yi niocuk ı bulup ilgi n sonanlı pi üne yordu. e ona yapıtğın rak Bunu ağını ine yıl’in öne n’ın ğuydu. bert’ın lmuşnser yordu. ları, rinden a doğda pmaya tlarını ına dirikanı’nın hiç ok yoe karşın şmıştır. ” in fiü boruz. debiyat ? ? onların sıra dışı yaşamlarına büyük ilgisi var. Lord Byron’ın macera dolu yaşamı, Beethoven’in dağınık saçlarıyla yapılmış portreleri, Hölderlin’in ruhsal bunalımlarla mücadelesiyle adeta büyüleniyor. Ama hepsinden çok Jean Paul’ün etkisi altında. Heinrich Heine’i de Tanrı gibi görüyor. Derken kendi kaleminden çıkan denemeleri de derlemeye başlıyor ve yayımladığı takdirde, “Robert an der Mulde” (Mulde Kıyısındaki Robert) takma adını kullanmayı düşünüyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında genç Robert Schumann için nasıl bir adamdı demeli? Hırslı, idealist, kafası karışık, yeteneğinin ağırlığı altında ezilen, müzmin melankolik hangisi ve/veya hepsi mi? Gerçek bir Romantik dönem aydını; saydığınız özelliklerin hepsi zaman zaman yaşamında öne çıkıyor. Babası bir yazar ve yayıncı olduğu için çocukluğundan beri edebiyat ve müzik arasında seçim yapmakta zorlanıyor. İnsan onun kaleminden çıkan günlükleri, mektupları ve müzik eleştirilerini okuduğunda, eğer edebiyatı seçseydi, en az müzikte tanındığı kadar tanınırdı, demekten kendini alamıyor. Ancak bu özellik, yani sanatın farklı dallarına ilgi duyma hali, 19. yüzyıldaki pek çok sanatçıda var. Müzisyenlerin hemen hepsi Shakespeare’e, Goethe’ye, Novalis’e, Heine’ye hayran. Mendelssohn iyi bir müzisyen olmasının yanı sıra çok iyi resim yapabiliyor, tüm dillere yeteneği var. O dönem sanatçıları için yaşamları yarattıkları yapıtlardan farklı değil. Hepsi uzaktaki sevgiliye özlemle bağlanmayı, onun için acı çekmeyi, ona kavuşmaya, onunla birlikte olmaya tercih eder bir durumda. Schumann’ın da yaşamının değişik dönemlerinde bu özellik kendini belli ediyor. Çağdaşları arasında kimler yok ki Schumann’ların... Chopin, Brahms; pek anlaşamasalar da Dresden’de sık görüştükleri Wagner; Berlioz; ölümüyle yıkıldığı Mendelssohn... Yakın arkadaşı Ludwig Schunke; ona Schunke’yi hayli hatırlatan, “Meyerbeer Mendelssohn’un yanında cüce gibi kalır” diye üzerine yürüdüğü, iğneli, imalı yürüse de dostlukları süren Liszt... Johannes Brahms, Ferdinand Hiller ve Wilhelm Joseph von Wasielewski... Onlarla iletişimi, yapıtlarına yaklaşımı nasıl Schumann’ların? Mendelssohn’u çok seviyor, besteciliğine ve orkestra şefliğine çok değer veriyor. Liszt ile durum biraz değişik. Piyano çalışına çok hayran ama bestelerini fazla sevmiyor. Özellikle Clara, Liszt’i piyanist olarak çok takdir etmekle birlikte yapıtlarından adeta nefret ediyor. Robert Schumann dostları olan müzisyenlerin yapıtları ya da hiç tanımasa bile, ilginç bulduğu yapıtlar hakkında, kimi zaman abartılı övgülerle bezenmiş yazılar yazıyor. İşte Chopin’in “Op. 2, Don Giovanni Çeşitlemeleri”nin notaları eline geçtiği zaman (1831), Chopin’i henüz hiç tanımamakla birlikte yazdığı övgü dolu yazısı gibi... Yazının en ilginç yönü, Schumann’ın ilk kez kendi içindeki çifte karakterler, “Florestan ve Eusebius”un ağzından görüşlerini dile getirmesi ve “Şapka çıkarınız beyler, karşınızdaki bir dâhi” türünden çarpıcı değerlendirmelere yer vermesiydi. Brahms’la ilk karşılaşmasının ardından da müzik dünyasının henüz adını bile duymadığı 20 yaşındaki bu delikanlı için övgü dolu ifadeler içeren bir yazı yazmıştı. 1853 sonbaharında yazılan makalede şöyle diyordu: “Ve işte geldi o taze kan, beşiğinin başında perilerin ve kahramanların beklediği biriydi bu. Adı Johannes Brahms, Hamburglu bir müzisyen, orada derin bir sessizliğin içinde yaratıyormuş eserlerini. (...) Piyanonun başına oturduğunda, olağanüstü mecralar açılıverdi adeta. Buna bir de dâhiyane bir piyano performansı eklendi; piyano feryatlardan ve sevinç çığlıklarından oluşan bir orkestraya dönüştü adeta.” NIETZSCHE: “SCHUMANN MÜZİKTE BİR ALMAN VAKASIDIR” Robert’ın “çağın Filistinlileriyle savaşmak için kurulmuş bir grup” olduğunu okuduğumuz bir grupla çıkardığı derginin yapısı ve amacı, hazırlanış ruhu neydi? Ve yıllar sonra sıkı sansürcü Prens Metternich’in huzuruna Clara ile kabul edildikleri zaman ise “Davidsbündler” günleri geride kalmıştı... Bunu anlatır mısınız? Schumann’ın müzik tarihine kazandırdığı en önemli şeylerden biri profesyonellerin kaleminden çıkan müzik eleştirisini yerleştirmesidir. İlerlemeye ve açık fikirlere karşı çıkanlara, kendi deyimiyle çağın “Filistinlileri”ne karşı, hayalinde bir “Davut Birliği” ya da “Davidsbündler” kurmuştu. Bu birlik hayali de olsa, yayımladığı “Neue Zeitschrift für Musik” müzik yaşamına önemli katkılar yapmış bir yayın organı olmayı başarmıştır. İlk sayıda Schumann amaçlarını, nasıl bir dergi çıkarmak istediklerini Shakespeare’in “VIII. Henri” oyunundan aldığı şu dizelerle açıklıyordu: “Niyetleri, neşeli ve gürültü oyunlar seyretmek olanlar, / Ya da üstüne rengârenk bir palto giymiş / Olay yaratan bir adam görmeye gelenler, / Onlar hayal kırıklığına uğrayacaklar.” Gerçekten de dergi müzik eleştirisine yepyeni ve taze bir soluk getirmiş, uzun yıllar Schumann’ın yönetiminde çıkmıştır. Günümüzde de aynı adla, yılda birkaç kez Schott Yayınevi’nce yayımlanmakta. Daha sonra Prens Metternich’in huzuruna kabul edilmeyi günlüğüne büyük bir lütuf olarak kaydetmesi Schumann’ın yenilikçi ve ilerici fikirlerden uzaklaşması ya da yaşlanmasının doğal bir sonucu olarak kabul edilebilir. Schumann, Richard Wagner’in “Tannhäuser” operası üzerine Mendelssohn’a gönderdiği mektupta Wagner’i epey eleştiriyor. Neler diyor? Öte yandan Nietzche de Schumann’a ilişkin ne gibi değerlendirmelerde bulunuyor? “Tannhäuser”, ilk kez 19 Ekim 1854’te Dresden’de sahneleniyor ve büyük başarı kazanıyor. Schumann aynı kentte yaşadığı Wagner’le çok anlaşamasa da sıkça buluşup müzik üzerine tartışıyor ve “Tannhäuser”in bestelenme sürecinden haberdar. Operayı sahnede seyretmeden, partisyon üzerindeki incelemelerinin ardından yakın dostu Mendelssohn’a şunları yazıyor: “Wag ner yeni bir opera daha tamamladı, kuşkusuz zekice fikirleri olan biri ve boyut söz konusu olduğunda umursamaz davranıyor. (…) Ama birbiri ardında dört ölçüyü düzgün bir şekilde yazıp bunları düşünemiyor. Basit armoni ve dört sesli koral yazısında pek çok eksiği var. (…) Ve partisyon gayet güzel basılmış bir şekilde önümde duruyor; içinde oktav ve beşlilerle birlikte (temel armoni kurallarına göre seslerin yanlış hareketi); mutlaka değiştirip, silmek isteyeceği yerler vardır ama artık çok geç. Neyse bu kadar yeter. Müzik Rienzi’den (Wagner’in ilk önemli operası) bir dirhem bile iyi değil, hatta daha donuk ve zorlama. Ama insan bir şey söylediğinde, hemen, ‘Ah, kıskançlık’ diye cevap veriyorlar. Bu yüzden yalnızca size söylüyorum, çünkü bunlardan çoktandır haberdar olduğunuzu biliyorum.” Schumann operayı seyretmesinin ardından Mendelssohn’a şunları yazmıştı ve yapıt hakkındaki görüşlerinde önemli değişiklikler olmuştu: “Tannhäuser hakkında hemen sizinle konuşmak isterim. Partisyonu okuduktan sonra size yazdığım bazı sözleri şimdi geri almam gerek; sahnede her şey farklı görünüyor. Yapıttaki pek çok şeyden fazlasıyla etkilendim.” Friedrich Nietzche’ye gelince, Schumann’ın yapıtlarındaki zaman zaman birbirine zıt karakterler ve estetik bakış açısındaki değişimleri kaleme alıyor. “Romantizmin Işığı Clara, on dokuzuncu yüzyılın çalgısı piyano çevresinde şekillenen ve müzik tarihinin kilometre taşlarının yaşamlarını içeren bir çalışma oldu” diyor Aydın Büke. “Jenseits von Gut und Böse” (İyinin ve Kötünü Ötesinde) başlıklı yapıtında Nietzche: “Schumann’ın zevki aslında doğru dürüst bir zevk değildi. Almanların çift taraflı tehlikeli eğilimine sahipti; bir tarafıyla lirik stile, diğer yönüyle duyguların sarhoşluğuna meyilliydi. Bu gidiş geliş iki yönlü devam etti. Çekingen bir tavır, kendini toplumdan dışlama, asil bir zarafet, mutluluk ve mutsuzluk arasında ani gidip gelmeler, başından beri tıpkı bir genç kız çekingenliği ve ‘noli me tangere’ durumu (‘Bana dokunma.’ Latince bu deyişin kaynağı İncil’deki bir ifadeyi dayanmaktadır {Yuhanna; 20, 17}. İsa çarmıha gerildikten sonra Mecdelli Meryem’e ilk göründüğünde ona, ‘Bana dokunma! Çünkü daha Baba’nın yanına çıkmadım,’ demiştir.). Schumann’ın bu hali, Beethoven’ın aksine müzikte bir Alman vakasıdır; bir Avrupalı değil.” 12 “CLARA OLMASA BRAHMS’IN YAŞAMI FARKLI OLURDU” Schumann ve Brahms’ın ortak yönleri sadece benzer müzik zevkleri değil, edebiyat konusunda da bakışları aynı. Jean Paul’ün Titan’ını okuyup, şiir üzerine konuşuyorlar mesela. Brahms’ı deha olarak nitelerken Clara da bu delikanlıya neredeyse âşık oluyor. Bu sıralarda ruh sağlığına ilişkin gelgitli günlerin ardından Ren Nehri’ne atlayarak intihar etmek isteyen ve son anda kurtarılan Robert’a konulan teşhis “kuruntulu melankoli”... Clara artık her ikisi için de çalışmak zorunda. Bu zor dönemde adeta imdada yetişen Brahms, Schumann’ların hayatında başta nasıl bir yerde, sonlara doğru nasıl bir yerde? Aslında bu sorunun yanıtı ya da “Schumann’lar ve Brahms ilişkisi” bana bu kitabı yazdıran şey. Herkese göre farklı algılanabilecek, zamanla büyük değişimler göstermiş bir ilişki. Şu bir gerçek ki Schumann’lar ama özellikle de Clara olmasa Brahms’ın yaşamı tümüyle farklı olurdu. Brahms yirmi yaşında gencecik bir delikanlı olarak Schumann’ların kapısını çaldığında Robert ve Clara ona ve yeteneğine büyük hayranlık duydular. Robert için gençlik günleri geri gelmiş gibiydi; üstelik kusursuz bir piyano çalışıyla. Ve bu delikanlı onun akıl hocalığına gereksinim duyuyordu. Clara için karşısında önceleri neredeyse oğlu olabilecek yaşta genç, yetenekli bir delikanlı vardı ve kendisine hayrandı. Bu hayranlık, Robert’in hastalığı süresince şekil değiştirerek tutkulu bir aşka dönüştü. Robert’in ölümünün ardından da dostluğa... Mektupların büyük bölümü elde olmadığı için, olayları hep Clara’nın istediği kontrollerden geçmiş haliyle öğrendiğimiz için aralarındaki ilişkiyi tek cümleyle açıklamak çok zor. Clara bir günlük yazısında, sonraki yıllarda çocuklarının okuması için şunları yazmıştı: “Bir insan ne denli mutsuz olursa olsun, Tanrı mutlaka tesellisini de gönderiyor. İnsan bunun kıymetini bilmeli ve bununla kendini güçlendirmeli. Benim tesellim sizler oldunuz ama henüz çocuksunuz. Sevgili babanızı tanımak ve derin acı hissetmek için çok küçüktünüz ve beni o acı günlerimde teselli edemezdiniz. Bana her zaman umut verdiniz ama çektiğim ıstırabı azaltacak yeterince desteğim yoktu. İşte o sırada Johannes Brahms geldi. Babanız onu kimseyi sevmediği gibi sever ve hayranlık duyardı, belki bir tek Joachim’i onun kadar sevmiştir. Gerçek bir dost olarak geldi ve benimle birlikte yas tuttu; elinden geldiğince, nerede olursa olsun, parçalanma tehdidi veren kalbimi güçlendirdi, zihnimi iyileştirdi ve ruhumu şenlendirdi. Kısacası, kelimenin tam anlamıyla dostum oldu.” Brahms ise Clara’ya karşı hissettiklerini, “Op. 15, Re Minör Piyano Konçertosu”nun “Adagio” başlıklı ikinci bölümünde dile getirmiştir. Yapıtı bestelerken Clara’ya gönderdiği bir mektupta, “Senin zarif bir portreni çiziyorum, konçertonun Adagio bölümü olacak” diye yazmış ve müzik tarihinde eşine az rastlanır duygu yoğunluğuyla işlediği bu bölümde, yalnızca onun yapabileceği bir ustalıkla içinde kopan fırtınaları ve onların bıraktığı izleri, bir an bile dinleyicinin duygularını sömürmeden aktarabilmeyi başarmıştır. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Romantizmin Işığı Clara/ Aydın Büke/ Can Yayınları/ 604 s. TEMMUZ 2012 ? SAYFA 15 1169 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1169