22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gaétan Soucy’den ‘Müzikhol’ Kusursuz karmaşa Bazı kitapların aldatmacası, isminden başlar. Anlaşılır, iddiasız ve kolayca içine gömülebileceğiniz bir hikâye umarsınız ismi görünce… Doğrudur, bu tür bir okumayı vaat eden pek çok kitapla karşılaşırız. Fakat bazen ismin yalınlığı, yazarın dehası ve daha kapakta başlayan hınzırlığının kanıtıdır sadece ve ne harikadır ki siz ancak kitabı bitirdiğinizde bunu anlayabilirsiniz. Gaétan Soucy’nin bir bütünlükte sunduğu Müzikhol de hınzırlık ve edebi dehanın bütünleştiği eserlerden biri. ? Serra TOPRAK er şey bir düşüşle başladı…” Bu cümle, romanı ve eşine az rastlanır macerayı başlatan bir tılsım!.. New York’a yeni geldiği belli, genç ve ne yapacağını bilemez bir delikanlı, adı Xavier X. Mortance. İsmi her ne kadar farklı bir coğrafyayı çağrıştırsa da o, Macaristan göçmeni olduğu konusunda ısrarlı. Bileğine kazınmış ismi, hayatındaki her şeyden daha mühim gibi görünüyor hatta… Köyünde bıraktığı ablası Justine ise bir diğer mabet. Yirmili yılların sonlarında New York’a göçen bir gencin kurmasını beklediğimiz hayaller, “Amerikan Rüyası” adı verilen kalıba göre belirleniyor, şüphesiz. Soucy’nin ilk aldatmacası da tam bu noktada başlıyor: Xavier, bu ışıltılı şehre adımını atar atmaz “Güçlü Yıkımcılar Sendikası” ile tanışıyor ve geçinip para biriktirmek için kullanacağı tek aracın balyoz olduğunu da hemen idrak ediyor. Tüm şehirleri ve kıtaları birleştiren ortak kaderle, yıkımla da burada selamlaşıyoruz. Kitabın giriş cümlesinden itibaren yazarın arka fon olarak kullandığı şehre inat, başarıyla çizdiği toplumsal bölünmüşlük ve uçurumlar hayranlık uyandırıyor. Öyle ki, aslında bu şehirde sadece iki takım yaşıyor: Biri para kazanmak zorunda olan ve neyi yerle bir ettiğini pek de umursamayan “yıkımcılar”, diğeri de evleriyle birlikte hayatlarını ve bazen aile bireylerinden birkaçını geçmişe gömen “yıkılmışlar”. Günümüzde yaşanan direnme mücadelelerinden aşina olduğumuz tabloları bu hikâyede de görmek, romanın yaratıcısıyla yakınlık kurmanızı da kaçınılmaz kılıyor ve tahmin edebileceğiniz gibi evlerini kaybetmemek için türlü mücadele veren ve agresifleşen “yıkılmışlar”ın çabası sürekli boşa gidiyor. Tüm bu karmaşanın içinde duran Xavier’in tek kaygısı ise tutkuyla sevdiği SAYFA 8 7 HAZİRAN basketbol ayakkabılarını çıkarmak zorunda kalması… Yıkımcıların sevdiği, saygı duyduğu ve sonu gelmeyen, gizemli cümleleriyle büyülenip “Filozof” adını verdikleri kıdemli çalışan sayesinde Xaiver, bu kaygıdan da kurtulup dilediği gibi ayakkabılarını çıkarmadan şantiyede salınıyor. Pembe, çırak bareti ve tuhaf tulumuyla tanımadığı hayatları yıkarak kendine hayat inşa eden Xavier’in gözünden bu barok öykünün biçimlenişini izlemeye koyuluyoruz. “HAYAT YAPACAĞINI ERTELEMİYOR” “Yıkım” sözcüğünü duymak “fırsat”ı çağrıştırır mı? Evet. Bunun sağlıklı bir aklın ürünü olduğunu söyleyemeyiz ancak yakın geçmişi hatırlayın… Büyük yıkımları ve yağmaları hep yan yana görmedik mi?! Müzikhol’de de bu gerçek kapatılmıyor. Yıkılan evlerin, binaların her biri, “diğerleri” için kazılması gereken madenlere dönüşüyor. Bu işi en çok ciddiye alan ve tüm inceliklerini hesaplayanlar da yine yıkımcılar oluyor. Mesai saatinin bitmesi ve karanlığın çöküşü, çoğu yıkımcı için yeni bir çalışma periyodu başlatıyor. Satılabilecek her şeyi, bir parça demir ya da başlığından kurtulup ne olduğunu unutmuş köşe lambasına kadar her şeyi büyük bir gayretle toplayanlar da yine yıkımcılar oluyor. Fakat Xaiver, diğerlerine göre daha merhametli olduğu ve hatta yıkılmışlara çoğu zaman acıma benzeri bir güdüyle baktığı için, şantiye içi kurallara yürekten bağlı: Mesai bittiği andan itibaren yıkım alanına adımını bile atmıyor. Ta ki bir enkazın altında, tuhaf bir metal kutu görene dek. PANDORA’NIN HAYAL KUTUSU Romanın bu bölümünde güzel bir sürpriz sizi karşılayacak… Bu noktaya kadar tanıdık ve sağlam örülmüş, ironiyle bezenmiş ve iyice saklanmış bir toplum eleştirisi okurken birden fabl türüne giriş yapacaksınız. Xavier’in şantiye sorumluluları ve yağma “H cılardan saklanarak enkazı eşmesinin ödülü, daha önce hiç rastlamadığı ve olasılıklar dahilinde görünmeyen bir dost kazanmaktır: Kutunun içinde şarkı söyleyip dans eden bir kurbağa durmaktadır. Aslında romanın adına yakışır ilk ve belki de tek karakter kurbağa Strapitchacoudou’dur. Maceranın esaslı kahramanı kurbağa, Xavier’in yolculuğu boyunca ona eşlik edecek ve marifetlerini sahibinden başka kimseye göstermeyecektir. Vefalı ve sahibine saklanmış bir şenlik gibi görünse de Xavier’in ülkesine dönme planlarını hızlandıracak bir gösteriye dönüşmeyerek hiçbir fayda sağlamayacaktır. Amerika’da sevebileceği ilk kişiyle yani kurbağasıyla tanıştıktan sonra Xavier için kapıya aşk ve dostluk arasında kalmış bir isim dayanır: Peggy Sue. Çocukluğunu bir sirkte geçirmiş olan Peggy, tüm tuhaflığı ve ürkekliğine rağmen çömez yıkımcının hayatına girer ve değiştirebileceği kadarını değiştirir. Ürkekliğin alışkanlık ve hoşlanmaya dönüştüğü noktadaysa Peggy Sue, yıkımcı Lazare ile tanışır. Asıl adı Ishmael Lazarus olan yıkımcı ustası, parası bol ve duygudan yoksun bir adamdır. Peggy’yle olan ilk karşılaşmada anıları ve o günü birleştiren büyülenme anı yaşar ve New York’un en güzel kızına tutulur. Artık amacı bellidir; evlenmek ve birlikte kuzeye giderek balina avlamak. Böylece gizlediği yıkım işinden mutlulukla sıyrılacak ve Peggy’nin kitapçıda çalışmak yerine morgda ölülerin yüzlerini boyadığı gerçeği de sonsuza kadar unutulacaktır… Fakat hiçbir şey planlandığı gibi gitmez. Lazare, bir çengelin ucunda, cebinden çıkardığı “mi teli”yle kendini öldürdükten hemen sonra odayı saran alevler Peggy’yi de yutar. Lazare için son umut, Peggy içinse yeni filizlenmiş bir hayat yan yana son bulurken olan biteni izleyen, kavurucu ateşin sıcağıyla irkilen Xavier’in kaybı ikisinden de büyük olur. Macaristan’da bıraktığı ablasına duyduğu özlemi, hiç tanışmadığı ilk aşkına olan bağlılığını, kurbağasından öte dost bilmeyen ruhunda birikmiş tüm arkadaşlık özlemini adadığı Peggy, alevlerin arasında yavaşça küle döner. Xavier’i ilk kez müzikhole götüren ve hatırlayabildiği tüm güzel anıların içine yerleşen kadın, gitmiştir. “İnsanların nereden geldiğini biliyor musun? Ben nihayet anladım. Geceden geliyorlar…” Ünlü eleştirmen Pierre Lepape, Gaétan Soucy hakkında şunları söylüyor: “Soucy, Fransızca yazan yazarın en iyilerinden biri ve son yılların en önemli keşfi!” Çok sınırlı bir bölümünü anlatabileceğiniz bu roman, sadece okunduğu zaman tüm görkemiyle kendini tanıtabilir. Özetlenemeyen ve denenmemiş bir türün ilk örneği gibi hissettiren bu kitabı okuduğunuzda yazarının neden Dostoyevski, Kafka ve Dickens gibi büyük isimlerle birlikte anılmaya başladığını anlayabiliyorsunuz. İYİ BİR SATRANÇ OYUNCUSU Son bölüme kadar başkahraman Xavier’in çok yönlü ve karmaşık kişiliğini anlamakta zorlanıyoruz çünkü kahramana bağışlanmış özelliklerin tamamı başka bir kişiyi çağrıştırıyor: Çok iyi satranç oynuyor fakat bunu nasıl yapabildiğine dair en ufak bir fikri yok. Basketbol ayakkabılarını neden bu kadar çok sevdiği anlaşılır değil. Ondan başka kimsenin dans edip şarkı söylediğini göremediği kurbağa ile nasıl konuşabildiği de tam bir muamma. Komik gibi görünen ancak özünde varoluşu sorgulayan aforizmaları bir yıkımcıdan beklenir türden değil. Ve hayatını yıkımdan kazanan biri için oldukça fazla merhamet barındırıyor, yıkılmışlara yardım etmek vicdan yükünden kurtulmanın bedeli gibi… Okuduğunuz sürece bu bilgilerin hepsini yan yana getirip hiçbir şey bulamıyorsunuz çünkü Soucy öğrenmenizi istemiyor. Ta ki kahramanımız, yirmi üç ay boyunca sabırsızlıkla beklediği ablası Justine’e kavuşana dek. Öykünün bundan sonrasını anlatmak gerçek bir acımasızlık olur çünkü çok az kitap bu kadar muazzam bir sonla taçlandırılmıştır. Soucy, en başta da söylediğimiz gibi yaptığı tüm hınzırlıklara rağmen bu sonu beklenebilir hale getirecek en ufak bir işaret vermiyor ve gerçeküstü, travmatik bir okuma deneyimi yaşatıyor! İsmet Birkan’ın başarılı çevirisiyle, yazılış biçimine sadık kalıp yine de anlaşılabilir kalmayı başaran roman, son yılların en önemli eserlerinden biri kuşkusuz. Sonuç mu? Soucy’nin yakın gelecekte dilimize kazandırılacak diğer üç romanını da sabırsızlıkla bekliyoruz. ? Müzikhol/ Gaétan Soucy/ Çeviren: İsmet Birkan/ Can Yayınları/ 400 s. ? Soucy, yaptığı tüm hınzırlıklara rağmen sonu beklenebilir hale getirecek en ufak bir işaret vermiyor ve gerçeküstü, travmatik bir okuma deneyimi yaşatıyor! ? 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1165
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle