Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Şükrü Erbaş’ın dizeleri Bağbozumu Şarkıları da değildir. Bu şiirler tam içimizden, kalbimizin sıfır noktasından kendini örer; insanı kendine, insanı insana yakın eder. Benjamin’in Pasajlar kitabının en bilindik incelemesi “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı”nda halesini ve biricikliğini yitiren sanat eserinden söz ederken sanatın (şiirin) kutsal ritüellerden bağımsızlaştığı yerde kendisini politik bir temele yerleştirdiğinden de söz açar. Şiirin gelenekle ilişkisi bağlamında bu politiklik, tarihsellikle eş adımlarla yürür. Şairin gelenekle kurduğu ilişki, hem teslim olmayı hem de itiraz etmeyi ve karşı durmayı ve ‘yeni’den üretimi bünyesinde taşır. T.S. Eliot, Denemeler’inde “Bir şairin yazın alanında hep yaratıcı kalmak için gelenek ile yaşayan kuşağın yeniliği arasındaki bilinçsiz dengeyi sürdürmek zorunda olduğunu” iddia eder. Bizim şimdimizi belirleyen bizden öncekilerle kurduğumuz bağdır. Kazandığımız anlamın gelenekle kurduğumuz bağ üzerinden okunması kaçınılmazdır. Ancak bu, kendini geçmişe mahkum ederek değil tam tersine geçmişten çıkıp ona yepyeni taze nefesler vererek mümkündür. Bağbozumu Şarkıları böyle bir taze nefes olarak okunmalı. HATIRLATMA YERİNE... Şükrü Erbaş şiirinin temel derdinin insanın trajik olarak mahkum edildiği yabancılaşma olgusu olduğunu söyleyebiliriz. Kendinden uzaklaşan ve kendinden geçerek insanlığını unutana seslenir bitmek bilmez bir sabırla. Sabırla, çünkü bir gergedanlaşma yaşayan insanoğlunun sertleşen derisinin altındaki cana, ruha güvenir. Onun trajedisi de belki budur. Sanki ona güvenmekten vazgeçse her şey bitecektir. Bu nedenle sabrın şairi olduğu kadar inadın da şairi diyebiliriz ona. Ciğerleri patlamak üzereyken su yüzüne çıkan bir karabatağın soluk alma haliyle, zaman zaman can havliyle sarılır ‘büyük insanlık’a. Görmenin ve bilmenin cezası yaralı bir bilinç, ağır hasarlı bir kalp olsa da kederini de seven biridir şair. Şiirinin özneleri, böyle bir kederin uzak bakışı ve yakınlaşma arzusuyla hareket ederler. “Dünyayı doğuran bir dünya ürpertisi” olarak “Baş Dönmesi” şiiri, o kederli uzak bakışın sahibini bize getirir. “Kara kalabalığın yalnızlığından” yeraltı sularının rahmine çekilir. Dünyanın ıssız kalabalığından geri çekiliş anne rahmine dönme, örtük bir ölüm arzusudur. “Ölümle konuşmaya başlamıştım” ilk dizesiyle başlayan şiir, “şimdi daha çok konuşuyorum ölümle” dizesiyle biter. “Gecikme” şiiri bir dua şiirdir. Şu yaşama gecikmiş ve geç kalmış kulundan ölüm nasıl olsa gelecek ölüm gelmeden önce sen aşkı esirgeme ey dünya! Bu yakarı kalbin yakıcı telaşını ve dağınıklığını taşır: “Aşkı bir gövdeden doğuran dünya/ sen koydun bu kalbi bu güzelliğin önüne/ ayrılığa bırakma beni/ ölüm birgün nasılsa sürecek hükmünü…” Şükrü Erbaş, Unutma Defteri, Çekilme Suları, söyleşilerden oluşan Eşik Burcu ve bir seçki Sonsuzun Uçları‘ndan sonra Bağbozumu Şarkıları’yla yeniden okurlarının karşısında. ? Asuman SUSAM airin arası hep tedirginlik dolu gerilimlere gebeyse de okur için bu ara, merak ve haz dolu bir bekleyiştir çoğu zaman. Şair bir sonraki adımın tedirginliğini tökezlenme, düşme, yavaşlama tehlikesine karşı duyarken okur, bakalım bundan sonra neyle karşılaşacağım merakındadır. Bu merak yanına eski lezzetleri düşünmenin hazzını da alır. Karşılıklı bir aşkın haz üreten gerilimine dönüşür okurun heyecanlı bekleyişi. İşte bu bekleyişin ardından gelen kavuşma anındayız, Bağbozumu Şarkıları’ylayız. DERDİ İNSAN OLAN BİR ŞAİR Şair kumaşı diye bir şeyden söz edilir ya her şairin bir kumaşı varsa Şükrü Erbaş’ınki en hilesiz olanından, içine naylon katılmamışından. Şair de kendine terzi… Derdi ilk günkü gibi “insan”; insanın büyük yalnızlığı, insanın kendine, birbirine, doğaya ettiğinin büyük kederi…Onun deyişiyle “şu canına yandığımın kahrolası dünyası”nda yabancılaşmanın büyük trajedisini birilerine fark ettirmek, birilerini mışıl uykusundan etmek, rahatsız etmek, rahatsızlığına “insan”ı ortak etmek… Şair kendi şiirinin kalubelasından beri Anadolu coğrafyasının tüm kadim değerlerine dokunur. Neşet Ertaş’la yürürken onu babasız gezdirmez; Emrahları bilir ama Ercişili’yi Erzurumlu’dan koparmaz. Karacaoğlan’ı yanından hiç eksik etmez. Hepsiyle ortak bir kederin sesiyle yan yanadır. Bu uçsuz bucaksız bereketli toprakların sesini toplayarak yürür, tıpkı şifacıların dağlardan topladığı otlar gibi toplar seslerini. Biz, tek tek otları, çiçekleri bildiğimiz gibi biliriz bu sesleri. Ama o, hem kendini hem insanı iyileştirmek derdindedir ya karıştırır bu otları birbirine, kendi sesinden şifalı merhemler yapar sonra. İşte o merhem kendini bozkırla terbiye etmiş bir elin iyileştirici eliyle bize dokunur. Bu şiirde hiçbir sesi ayrı ayrı çıkaramazsınız ama Anadolu’nun tüm seslerini sezersiniz. Kadim olanla açılan aranın boşluğunu şimdiki zamanda kapatmaya çalışan bir sestir bu şiirler. Kökü dışarıSAYFA 10 ? 14 HAZİRAN Ş Erbaş’ın şiirleri hızdan, yavanlıktan, riyadan kurulu; derinliğini, inceliğini kaybetmiş sahte ve uzak bakışlı insanların dünyasından hızla kendini kurtarma, dışarı atma çabası... Metinlerarasılık, kadim metinlerin bilgi ve esintisiyle yol alış kendini kuvvetle hissettirir kitabın bütününde. Girişteki Binbir Gece Masalları’ndan yapılan alıntı cümle kapısından nasıl bir eve gireceğinize, her odada ne bulacağınıza dair kuvvetli bir işarettir: “Git kurtar kendini dostum! Kurtar canını tüm bağların zulmünden! Ve bırak evleri, onları yapanlara mezar olsunlar! Git! Seninkinden başka toprak bul! Kendi ülkenden başka ülkeler! Ama asla kendi canından başka can bulamazsın! Düşün! Tanrının toprakları sonsuz genişlikteyken, seni alçaltan bir ülkede yaşamanın ne kadar anlamsız, ne kadar şaşırtıcı olduğunu!” Kitabın adı neden Bağbozumu Şarkıları’dır anlatır bize. Bağ ve bağban yerleşikliğin tüm iktidar ilişkilerinin karşılığıysa şair, bu zulümden kurtulmayı daha doğrusu kurtuluşu, özgürlüğü bağ bozumunda, yersiz yurtsuzlukta bulur. Okura da burayı işaret eder. Kitap bu alıntının referanslarıyla kurulur. Kimi şiirlerin adları ve edaları bu masalsı söyleyişin yükselmesine yardım eder. Kurulan dilsel oyun romantik bir teslimiyetle, onu dışlayan bilincin kışkırtıcı tahrikleriyle gerilimini oluşturur. Metin okuru bir katarsise doğru sürükler görünürken bazen sonlara saklanmış uyandırma fişekleri bazen şiirin her yanına dağılmış pazıl parçaları katarsisi engeller. Kendinden geçmeden bu acıyı gör ve bil, der şair. Empati değildir derdi: benim acımı senin “acınmış” gibi hisset, değildir derdi. Kendi acını, yalnızlığını ve trajedini gör, aynayım sana. “Sen bensin, ben senim” demek ister gibidir. Binbir Gece Masalları’ndan alıntılanan birinci bölümün şiir başlıkları hem temaya hem derde ve söyleyişe dair genel bir fikir de verir: Baş Dönmesi, Gecikme, Işıma, Çembercik, Züleyha Masalı, Işık Heceleri, Yaseminlerin Sabahı, Kehribar, Ay Tutulması ya da Şebi Gam, Al Yeşil Pencere, Bahçemizde Nar Ağacı Yoktu, Hece Kapısı, Tanrının Beşiği, Güneş Filizi… Rüya, aşk, zaman, ölüm, yalnızlık ve oluş, temalara dair okurun kavram haritasını oluşturur. Şair kendi yaratılış algısı içinden dünyasını çizerken kendi gerçeği, dışındakilerin gerçeği ve bütün bunlardan azade ve üstünde bir hakikat algısı çevreninde bir masal söyler bize. Bu masal olmazların masalıdır. Yusuf’un kuyusundan gelen derin uğultudur: “Ağzıma gelmişken dünya/ ey Züleyha masalı/ ben bir zaman yanlışıyım/ sen zamandan büyük güzellik/ elinde başkalarının sözü/ ölümün doğrusunu / seç diyorsun şimdi bana/ ipim yılan ıslığı / kuyum çınlayan gövden/ ben o Yusuf’um/ ölümden sana gelen.” Özellikle “Işık Heceleri” gibi liriklerde şair kozmogonisini yaratırken aşk arzusunun yanında en büyük eşlikçisi doğadır. Romantiklerin doğa algısı zaman zaman metafizik bir kisveye de bürünerek kendini gösterir. Sevgilinin anlatıldığı, betimlendiği yerlerde özellikle sevgili imgesi doğanın simgelediği o tamlık, bozulmamışlık, saflıkla bütünleşerek kurulmuştur. Hatta adeta sevgili parça parça doğanın kendisi olur. Özellikle sıkça başvurulan metafor ve metanomilerle parçayla bütünün temsil edildiği yerlerde doğanın oluş halini sevgilinin varlığıyla anlatır şair: “Uyandım. Yaşadığıma bir daha şükrettim. Birazdan kalkacaksın (…) Aynan bayram yeri. Su değil parmak? ların akacak musluktan. Terlikler ? aya nin rüzgârı karışac da, titr nasıl ağ dın, be İNAT Max relerini gâr bili riyle ba puşa iş rilen es payı gib Nazi zu hayatta hep bir bir ente lup ağı çıkan d şadıkla turmad Fran etik he deniyet ortamın olan “in şa etme suçları bu insa zamanl da umu kurtarm Ortak k Bu “o rin de d yor, şiir sos’un likte şa yor. Bu olmuşlu likte sö kıları d pati ku ve hoşg de acı o diyor. B Hiç yar nasıl ba kendi a kündür yorsa h Erba söylese kartır y mez bir luğun v ğın izle luş yan re, duy ter. “D kederin evlerin kli bir k korkud toprak/ kenmiş İlk H kurulm “Tan mı/insa mı?/ ko mızı/ n ‘ötekin Gült rin mot dibinin nin en binde “ madun okursu mi? Ke kederin mışsa h bildiğim 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1165 CUMH