Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ardır ? yor diyebilir misiniz? lan dene de Sünni ler de artık tik. Alhep uşturuKürtm. rasisinak sa apalir. ye, asıl arın ıramaa çalışnereye KitapCum? Onu ır mıayat de dintisini göstersiz olardan malarımıza ter have taüvence Kusualsın, “SANDIK, POSTMODERN VAHİY DEĞİL!” Bütün rejimlerin yoluna “inanç” konusu çıkıyor. Kitapta da savunuyorum; siyasette inancın yeri yoktur. Siyasette rekabet eşitsizliği yaratıyor. Fikrinizin arkasına Allah’ı koyuyorsunuz çünkü. O yüzden iddialı bir şey söyledim. Dini siyasete karıştırmak, sandığa ilahi bir kudret atfetmek, Allah’a şirk koşmak gibi bir günahtır. İslam siyasette, kimseye böyle bir torpil yapmaz, yapmamalı diyorsunuz yani... Evet, Allah hepimizin Allah’ı. Onun yeri gönüllerimiz, kalplerimiz, vicdanlarımız. Siyasette Allah’ın yeri yok. Sandık postmodern vahiy değil! Yazıyorsunuz ki “kutudur kutu”... Sakın bunu küçümsediğimi düşünme. Tam aksine, demokrasinin en etkili aracıdır. Ama yirmi birinci yüzyıl demokrasisi, sandıktan çıkan irade ile yetinecek kadar ilkel bir rejim değil. Ona ilahi bir anlam, Tanrı’nın iradesi gibi şeyler atfederseniz bu hepimizi geriye dönülemez yanlışlara götürür. Hayır, kimse de yutmuyor üstelik ama bir zincir şeklinde süregidiyor günlük yaşamda... İşin ilahiliğini geçtim folkloru bile kalmadı... Bak bu çok önemli Gamze. Mertlik kayboldu. Mertlik eşit enstrümanlarla, eşit araçlarla mücadele etmektir. Sandığı silah gibi kuşanan, zırh gibi kullanan ve orantısız güç kullanan bir zihniyet gelişiyor. “İKTİDAR İNANARAK, SAMİMİYETLE YAPIYOR BAZI YANLIŞLARI!” Ve böyle bir ortamda adalet de güme gidiyor ki bu da eğitimdeki dönüşüm kadar ezici bir dönüşümün habercisi... Adalet gidince, dönüşünce artık o ülkede kimse kendini emniyette hissedemez. Buna iktidarı elinde tutan insanlar da dahildir. Herkese Nürnberg Mahkemeleri filmini izlemelerini tavsiye ederim. Hitler adına adaleti uygulayan yargıçların, savcıların yargılandığı yani yargının yargılandığı bir mahkemedir o. Burt Lancaster’in canlandırdığı karakter Almanya’da herkesin güvendiği bir yargıcın Nazi iktidarının elinde, nasıl samimiyetle inanarak o kötülüklerin kılıcı haline geldiğini gösteriyor. Bugün yargıya bakıyorum, birçok yanlış yapılıyor. O savcıların, hâkimlerin hepsi bu yanlışları kasıtla, kötü niyetle yaptı demiyorum. Ama adalet sadece kötü niyetlerle yıpratılmıyor ki. Bazen cehennemin yolunu iyi niyet taşları da örebiliyor. Bugün iktidar da inanarak, samimiyetle yapıyor bazı yanlışları. Bunu önleyecek tek şey korkusuz bir eleştirinin varlığını sürdürebilmesidir ki bugün Türkiye’de en eksik olan şeylerin başında bu geliyor. “CEMAAT KAVRAMI DARBE YİYECEK!” Cemaat kavramına ilişkin bir bölüm var kitabınızda, cemaat kavramı nasıl darbe yiyecek? Evet öyle dedim. Ama dikkat! Ben “cemaat” kavramı ile Fethullah Gülen cemaatini kastetmiyorum. Cemaat kavramını sosyolojik anlamda kullanıyorum. Yani her türlü dayanışma biçimini ifade etmek için. Çok değişik bir dönemdeyiz artık. Herkesi tek fikir, tek inanç altında toplayan cemaatlerin, örgütlenmelerin tehlikesini anlatmaya çalışıyorum. O yüzden “melezleşme” kavramını kullanı EK, OR” mam ok da yorum. Çok inançlılık, çok fikirlilik, çok farklı hayat tarzları, çok ayrımlılık söz konusu artık. Dolayısıyla cemaat kavramı darbe yiyecek! Yeni dayanışma biçimleri ortaya çıkmaya başladı, işte Twitter’da, Facebook’ta orada burada... Önemli bir değişim var. Bireyselleşmeye başladı iş. Örgütlenmelere karşı olduğunuzu da okuyoruz. Örgütlenme gençlik hayatım boyunca en yüce kavram dediğim şeydi. Bizzat çalıştım sol örgütlerde örgüte üye kaydetmek için. Fransız Komünist Partisinde hücre faaliyetinde çalıştım. Ama bugün görüyorum ki örgüt, insanın bireysel bilincini ezen bir şey. İnanmak zorunda hissediyorsunuz. Onun için kitaptaki en büyük eleştiriyi örgütlenmelere, kitlesel hareketlere karşı yaptım. Oral Çalışlar’ın o değerlendirmesi bu yüzden çok çarpıcıdır: “yanlışı normalleştirmek”. Hepimiz bunu yapıyoruz şu anda. Ne zaman kitlesel bir hareket görsem korkarım. Cumhuriyet mitinglerinden de korktum açık söyleyeyim. O platformda konuşulan şeylerin konuşulma, ifade edilme şekli hoşuma gitmedi. Çünkü orada karmakarışık bir kafayla dile getirildi düşünceler. Aynı şekilde Arena’daki o miting de hoşuma gitmedi. Çağ, kitleselleşme değil tam aksine bireyselleşmemiz gereken bir çağ. Bireyselleşme toplumsal dayanışma biçimlerimizi daha da kuvvetlendirir, sağlıklı bir mecrada yapar bunu. Kitapta da örgütlenmiş kurumların yerine kurumsallaşmış bireylerin öneminden söz ediyorum. Bir Yaşar Kemal mesela. Çok saygı duyuyorum ona. Türkiye’de demokrasiye hizmet etmiş insanlar kimlerdir diye sorsanız ilk beşe koyacağım Ertuğrul Özkök ve Gamze Akdemir ‘Yedi Büyük Günah’ı üzerine söyleşirken... yerinde olsaydım, oturur bunu düşünürdüm. “İDDİA EDİYORUM İLK İSYAN İMAM HATİPLERDEN ÇIKACAK!” Yeni nesiller yaratmak konusu… 4+4+4’e nasıl bakıyorsunuz? Valla, tarihten zerre kadar ders alıyorsak şunu bilmeliyiz; kimse, kendi kafasına göre, tornadan çıkmış nesiller yetiştiremez. O nesil bir süre sonra sana karşı dönmeye başlar. Bunu Hitler yetiştiremedi, Sovyetler 70 yılda yetiştiremedi, İran yetiştiremedi. BM kayıtlarına göre uyuşturucu kullanma oranının en yüksek olduğu ülke İran, mezarlıkları keşlerle dolu. Cumhuriyet de, kendi kafasına göre bir “Türküm, doğruyum, çalışkanım nesli” yetiştiremedi. Tam aksine kapalı kapılar ardında isyankâr, size karşı tek direnme yolunu siyaseten, ahlaken farklılaşmakta bulan nesiller geldi. Genç insan isyankârdır, kabullenmez. Ve iddia ediyorum, ilk isyan da imam hatip okullarından başlar. Dindar değil, eninde sonunda size sırtını dönecek kindar nesil yetiştirirsiniz. Kitabınızla gene dikkat çektiniz ki istediğinizin de bu olduğunu ifade etmiştiniz… Öyle ama şunu söyleyeyim, dikkat çekmek ne yazık ki sadece ortaya atılan fikirlerle kolay kolay sağlanan bir şey değil. Fikri ortaya atan insan da önemli. Şimdi kürtajı herhangi biri söylese hiçbir anlamı yok ama Erdoğan söylediği zaman başka bir anlam kazanıyor. Bu sadece onun muktedir olmasından kaynaklanan bir şey değil. Erdoğan da en az benim kadar dikkat çekmeyi seven ve başaran bir insan. Ama aramızda bir fark var. Ben popüler olmayı popülist biçimde yapmıyorum. Tam aksine hiç popüler olmayan bir şeyle yapıyorum. Yoksa herkesin sevdiği fikirleri yazardım. Ben cemaatsizim. Cemaatsiz olunca, her taraftan dayak yiyorsunuz. Bu çağda dayak yemekten korkmamak lazım, ben korkmuyorum! “KİMSE EMİN DEĞİL, BEN DE DEĞİLİM. İÇ TUTARLILIĞIM YOKTUR” Ya yanıldığınız zamanlar ne oluyor? O kadar çok yanıldığım şey olabiliyor ki... Zaten emin olduğum hiçbir şey yok. Emin olan insanların emin olduk14 larından da emin değilim. Bazıları Türkiye’nin ileri demokrasiye geçtiğinden çok emindi. Ne oldu? Daryush Shayegan isimli bir yazarın, “Melez Bilinç” adlı çok güzel bir kitabını okuyorum. “Bu çağ, çelişkiler çağı” diyor. Çelişkili bilgi “blokları” aynı bünyede birlikte yaşamaya başladı. Çünkü Pandora’nın kutusu açıldı. Octavio Paz’ın dediği gibi, “Düşünceler bugüne, davranışlar düne ait olabiliyor.” Ama tutarlılık diye bir şey gerekmiyor mu? Çok açık ve net ifade ediyorum; her şeyin bu kadar hızlı değiştiği bir çağda kimsenin “tutarlı olmak” gibi bir mecburiyeti yok. Beş gün önce savunduğum fikrin, beş gün sonra tersini savunabilirim rahatlıkla, iç tutarlılığım yoktur. İyi bir şey mi bu? Harika ötesi bir şey. Angaje edilemiyorsun bir şeye. Şartlandırılamıyorsun. Dindar nesil yetiştiremiyorsun. İç tutarlılık o kadar da iyi bir şey değildir. İyi, doğru olmadığını gördüysem, yanıldığımı anladıysam, niye inat edeyim ki? Erdoğan gelmeden önce çok beğeniyordum. Son 4 yıla kadar çok beğendim. Destekledim. Cumhuriyet Mitinglerinde “Tayyipçiyim” diye hakkımda sloganlar atıldı, resimlerim yırtıldı. Şimdi Erdoğan’ı eleştiriyorum. Ama eleştirmem, içimdeki şu görüşü de silemiyor. Erdoğan’ın yaptıklarının yüzde 70’i çok olağanüstü şeyler. Tarihe geçecek işler yaptı. Kimse de silemez. Ama bir yüzde 30 var beni çok korkutuyor. İnsanın korkuları her zaman alkışlardan daha güçlüdür. O yüzden o yüzde 30 bana yüzde 70’ten daha büyük görünmeye başladı. “SAİDİ NURSİ OLAĞANÜSTÜ BİR KARAKTER” Sonraki kitap tasarınızı anlatır mısınız? “Hermafrodit” diye bir kitap yazmak istiyorum. Bir de 40 yaş kadınları üzerine bir kitap yazmak istiyorum. Uzak ve yakın hepsi sevdiğim bazı portreleri anlatacağım. Çünkü her insan iki ayrı karakterle geziyor. Biri kendi, kendi inandığı; öteki ise başkalarının onun hakkında çizdiği portre. Yani her insan aslında “Hermafrodit”. Hünsa nesilleriz biz. Mesela Saidi Nursi’yi çok okudum. Olağanüstü bir karakter. Onda çok farklı bir insani çizgi görüyorum. Tabii yazmak kolay değil. Onun bugüne kadar çizilen portresine inanmış o kadar çok müridi var ki. Hepsi ondan bir kahraman portresi çıkarmış. E siz de olağanüstü dediniz. Şöyle: Anadolu’nun bir köyünde doğmuş, müthiş mücadeleci, hakkını söke söke alan ama sanılanın aksine hiçbir zaman sabit fikirli bir insan değil. Size tuhaf gelecek ama, kendime çok benzettim. O kavgacılığını, renkliliğini, enerjisini, kamu meydanında bir birey olarak dolaşma cesaretini çok sevdim. Hiçbir hediye kabul etmiyor sadece bıçak ve silah kabul ediyor mesela. Münazaracı, hep kazanmak istiyor. Abdülhamid’in istibdadına kızıyor, Selanik’e gidip, İttihatçılarla buluşuyor. Adalet duygusu çok gelişmiş. Özal’ı da yazacağım. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Yedi Büyük Günah Bir Yırtık Don Projesi/ Ertuğrul Özkök/ Doğan Kitap/ 266 s. HAZİRAN 2012 SAYFA 5 ıldır seçimbir aşadık, ar kısa cı izler seçim çmişi ı ki, tirdi. an gibi ir deetirdi. ldune. temi dı. üzde zla oy mde 56 oy üceltiro zar ortakenin mu? a, sevhakkı çıkaar. mıyor in de , “üvey ktidarı kanizn ? 1165 Ertuğrul Özkök kitapta, örgütlenmiş kurumların yerine kurumsallaşmış bireylerin öneminden söz ediyor. isimlerden biridir. Çünkü onun büyük bir entelektüel gücü var ve bu gücü bencilce sömürmeye asla tevessül etmedi. Sıradan sloganlara, sembolizme gitmedi, samimi, hepimizi ikna edecek biçimde seferber etti. Varlığıyla orada bir kurumsal birey görevi gördü. Kimseyi, hele ki kitleleri azdırmamak lazım. Çok tehlikeli bir şeydir bu. O yüzden hangi partininki olursa olsun Arena’daki miting tarzı yaklaşımları sevmiyorum. Kitle ruhu tehlikeli bir şeydir, kitle ruhundan değil bireyden, korkusuz bireylerden medet ummak lazım. Başbakanın CUMHURİYET KİTAP SAYI 1165 ?