Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Şiirleri, desen ve resimleriyle tanınan Engin Turgut’un yeni dizelerini topladığı kitabı Mest şiirseverlerle buluştu. Şiirin ve resmin hallerini yansıttığı dizeleriyle bilinen Turgut, bu biçemini Mest‘te de sürdürüyor. ? Turgut TOYGAR üçük mucizelerin büyük sevinçler yarattığı yıllardı. Yolun el yordamıyla bulunamayacak kadar büyük bir boşlukta gizli olduğu, boşlukta olmanın hafif bir duygu verdiği, bıçkın bir hovardalıkla savrulduğumuz yıllardı. Küçük bir gülümsemenin büyük aşklar yarattığı yıllardı. Hüznün ve coşkunun sol omzumu hafif aşağı kırdığı, bıçkın bir telaşın adımlarımın ritmini bozduğu, şiirin hayattan aktığı; hayata akamadığı yıllardı. Çıraklık ve çocukluk yıllarıydı kıssa… Her yeni tanıdığımız insan kutsal kitabın yapraklarında saklı mucizeleri bulmaya benziyordu. Kırık bir dille yazılan dizeler, kırık bir aynada yüzünü arayan çocuğun şaşkın bakışları altında okunuyordu. DURAĞAN DİZELERİN ŞAİRİ İşin şaşırtıcı yanı, ‘ben’in ‘o’ olduğunu bile bile ‘o’nu ‘ben’e dönüştürecek sihirli formülü arıyorduk. Tarihin büyük yıkımlar ve yeniden bina etmek, kahramanlık ve ihanet, karanlık ve aydınlık, zafer ve teslimiyetler dizini olduğunu bile bile şaşkınlıkla bakıyorduk olan bitene. Bir insanlık ideali çatırdıyor, duvar yapanlar duvarın altında kalıyor, kahramanlık ve isyan yılları geri dönüyordu. Geri dönüyordu yitirdiğimiz sandığımız dostların bazıları. Beraber geri dönemeyenlerin yasını tutuyorduk. Tanımlar değişiyordu. İstatiksel değerler çağı başlamıştı. Şarabın, küfrün ve kavganın ellerimdeki nasırlar kadar belirgin izler bıraktığı yıllardı. Belimdeki Luger’in kabzasında bir Nazi’nin teri olduğunu, Bolşevik bir Yahudi’nin kanı olduğunu öğrendiğimde Evrensel kardeşliğin imkânsızlığına duyduğum hayranlığın sarhoşluğuyla şiir yazmayı bırakıp şiiri yaşamaya başladığım yıllardı. Aşkın dışarı çıkmak, dışarıda olmak kökünden geldiğini sanmak yanılgısını aşıp suzi bir telaşla âşık oluyorduk hayata yeniden ve yeniden. Bizim gibi duyan, bizim gibi yaşayan, bizim gibi Neşvan insanlarla buluşuyorduk. Kendiliğinden oluyordu bu. Bazen içeri açılmasına rağmen dışarı bükülen bir kapı gibi oluyordu. Bazen biri diğerinin gönlüne teğelli geliyordu. Bazen tütün dumanın buğusuyla puslanmış, alkol ve sidik kokan köhne bir meyhanede oluyordu bu. Ve elbetteki okuyorduk bir yandan da. Büyük bir açlıkla okuyor, okuduğumuz metinleri oluşturan insanlara duyduğumuz hayranlıkla, sarhoş olup sesimizi yükselterek sarsıyorduk insanların algılarını. İşte o yıllarda tanıdım bu yazının konusu olan insanı. Bu bahisle adı geçen insan sevgili dostum, ağabeyim Engin Turgut’tur. Bu yazının öznesi ben, nesnesi odur. Ve fakat öznesi de nesnesi de şiirdir. En saf haliyle hatırlanamayacak kadar çok zaman geçti. Çok konuşuldu, çok yaşandı. Çok aşk, çok şiir, çok kavSAYFA 14 ? 5 NİSAN Engin Turgut’a dair küçük bir hikâye Mest ga vardı. Çok dost düştü. Çok şehir, çok anı yaşandı ve unutuldu. Bazılarımız sıkıldı ve çekildi köşesine. Bazılarımız tutkulu bir sevgiyle oluşturdu inandığı şey neyse o’nu. Ve bunların birçoğuna Engin Turgut’la tanıklık ettik. Ben âşık olup şiir yazıyordum. O şiir yazıp âşık oluyordu. Ben kavga edip şiir yazıyordum. O şiir yazıp kavga ediyordu. Henüz kâgir ve ahşap evlerin cumbalarının gölgesi bu kadar azalmamıştı. Ve çoğu zaman o gölgeye yuva yapan kırlangıç gibi düşmek için yağmuru beklerdik. Şiir olurdu gözümüz neye değse. Neye dokunsak şiirdi. Şiirdi kimi sevsek. Midas’ın tutkusuna benzer bir tutkuyla yaşadığımızı ve bunun bir lanet olduğunu fark ettiğimde insanın şiirin nesnesi değil öznesi olduğunu, insandan hareketle insana dair olduğunu… Her şey daha bir şiirdi, daha bir şiirdi artık hayat. Deneyen, yanılan, bir daha deneyen; acı ve zorlukla bina eden bir gelenekten geliyoruz biz. Yanılmanın, şaşırmanın mükemmel yapıcılığının öğretisiyle büyüdük. ‘Yaptım oldu, söyledim doğrudur’ iddiasında olanlara inat ‘Yaptım ama daha iyisi de var, söyledim ama doğruluğunu zaman gösterir’ dedik. Engin Turgut’u mu sordunuz? Şiir adamdır. Divane makamındadır. Has şiiri değil som şiiri arayandır. Görmüş geçirmiş bir şiiri yazar Engin Turgut. Her insan gibi; insandır oda. Küçük kırılganlıkları, kaprisleri vardır. MARTILARIN DENİZ KUŞU OLDUĞU YILLAR Durağan bir şiiri yazar. Durağan bir şiirdir evet ama dip akıntısı olan. Bu yüzden yosun tutmaz Engin Turgut’un şiiri. Dubleks yollarda arka koltukta oturup bir çocuk gibi gözlerini kapattığı da olmuştur bir yolculuğumuzda. Bu yüzden has şiiri gözleri kapalı dinler. Kıskançlığından değil mahcubiyetindendir. Erguvan ağacının dallarında yuvalanan bir yalıçapkını gibi sarhoş olduğunu görmüştüm. Bu yüzdendir Yel değirmeni sokaklarından pür telaş inemez sahile. Ne zaman mı tanıştık? Martıların henüz deniz kuşu olduğu yıllardı. Evlerin mavisine dadanan mavi isketeler hâlâ var mıydı, Çamlıca’da son bülbüller şakıyor muydu hatırlamıyorum ama şunu çok iyi biliyorum ki sokak aralarında hala gri granit Arnavut taşlarında kıvılcım çıkartan nallarıyla sıska Çingene atları geziniyordu. Şehri eminden çıkan bir kararla nal yasaklanmış ve atların toynaklarına araba lastiğinden tabanlıklar çakılır olmuştu. Yeldeğirmeni’ndeki Havranın bahçesinin yanındaki dar geçitten geçip sağa dönüldüğünde küçük; camında sararmış organze tülle içerisi görünmez kırılmış bir dükkân vardı. Rahmetli ressam Erol Bilgin’in Mini Atölye’si. Zaman zaman iki lafın belini kırıp demlenmek için oraya kaçardım. Yoğurtçu Şükrü Sokak’tan Nakil Sokak’a sardım mı Havradan sola dönüp Mini’ye sığınırdım. Yazdıklarımın tümünü yakıp yazmaya ara verdiğim yıllardı. Elektrikli sobanın krom tellerinin akkor kırmızısına dalıp Semahi dinliyor bir yandan da demleniyorduk. Günün erken düştüğü mevsimdeydik. Kapıdaki çıngırak içeriye sokağın ayazının girdiğini çınladı. Yumuşak, ince bir ‘Merhaba’ ile gülümsedik. Erol Ağabeyin kaptan köşkünün altındaki dem kasasından bir bardak alıp deme davet ettik. Sonrasında resim konuşuldu, şiir konuşuldu. Bir ara misafirimiz izin isteyip dışarı çıktı. ‘Başımızda bir büyük olsun’ dedi geldiğinde gülerek. Böylece yenilenmeye devam ettik. Misafirimiz Erol ağabeyin birkaç resmini aldı. Bir de hediye resim sıkıştırdı araya rahmetli. İlerleyen saatlerde misafirimiz resimleriyle çıkıp gitti. Biz de son bir dem daha alıp çıktık. Sonraki zamanlarda Kadıköy’de kült haline gelen Moda Sineması’nın olduğu pasajın dibindeki Poem Kitabevi’nde (ki o kitapevi sevgili Celâl Gözütok’a aitti.) karşılaştık defalarca. İlk kitabı Kışkırtıcı Erguvan, erguvan salkımı gibi duruyordu tezgâhta. O Engin Turgut’tu. Aradan yıllar Çizim: Adil Salih. K geçtikten sonra bir dost meclisinde o akşamın bahsi geçtiğinde gülerek o resimlere verdiği paranın eve alması gereken soba parası olduğunu anlattı. Yadırgamıştım elbette ama yine de bu hovardalığın sanata dair bir hassasiyetin sonucu olduğunu da biliyordum ki Engin Turgut yıllar sonra resme başladı ve hiç bırakmadı. Ve literatüre ressam şairler kategorisinden dahil oldu. Engin Turgut’u mu sormuştunuz? Pek sokak adamı değildir. Bir telaş gelir, pür telaş gider. Hislidir. Fazla hislidir. Berdardır dostluğunda. Şiirinde olduğu gibi berdardır. Vefanın bir semt adı, bir boza markası olmadığını bilir. Hüznün; Borges’in bir kütüphanenin kekremsi kokusu içinde gezinirken kitaplara dokunabilmekten ibaret olduğunu bilerek kendisine bir çift göz araması olduğunu bilir. Vesile olmayı sever Engin Turgut. İnsan olmak vesile olmaktır çünkü. İyi ve doğru bildiğimize vesile olmaktır. Bana da vesile olmuştur. Birçok dosta vesile olmuştur mesela. Birkaç resme vesile olmuştur. Belki birkaç şiire. E bu da yeter bir şeydir. Son kitabı Mest’te: “Siz benim için hep yenisiniz/ kendine susayan/ bir erguvan ağacı gibi” diyerek sürekli kendisine yenilenen bir mahcubiyetin tezahürü olarak yürür sessizliğinde. En büyük kusuru fazla sevmektir. Ve bu da küstürür; sonuç olarak ta ifrazatı şiir olur. Hisçe bizim payımız düşen de şiirdir. Kışkırtıcı Erguvan’dan düşüp Küs’er, Aşk: Canım Benim! Aşkın kırk bir Hali’nden Mucize Tozları yaratır. Mahcup’iyetinden 57 Model Chevrolet Ya da Küçük Caz Şarkıları. Suyun Rüyası’nda Esrik’tir artık. İki deneme yapar. Hiçbir Zamana sığmayan ve sevgili Vedat Akdamar’la Gölgeler Galerisi adıyla. 16 kişisel sergi açar. Karma sergilere katılır. Yazılar yazar. Engin Turgut’u mu sormuştunuz? Şiir yazmak külfetli bir iştir. Külfet halidir o zaman E. Turgut. Şairi şiiri açıklar. E. Turgut’u şiirin ve resmin halleri. Kadıköylüdür; malumunuz. Bu yazının bahsi şiire ve aşka dairdir E. Turgut’un indinde. Ebemkuşağı’nı görmenin çocuksu telaşıyla resim yaptığını rivayet ederim yazının bineri (pınar) olarak son demde. ? Mest/ Engin Turgut/ Artshop Yayıncılık/ 36 s. Engin Turgut son kitabı Mest’te: “Siz benim için hep yenisiniz/ kendine susayan/ bir erguvan ağacı gibi” diyerek sürekli kendisine yenilenen bir mahcubiyetin tezahürü olarak yürür sessizliğinde. 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1155