22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Aytül AKAL ditörlük nereden geldi aklınıza? Bir ideal miydi? Kendi çocukluğumdaki kitapların durumunu hatırlamıyorum ama kızım için aldığımız bir setteki kitapların okuma süreci, kitabı sadece pazarlama amaçlı bir mal, okuru da kazıklanacak müşteri olarak algılayan tabiri caizse ‘merdiven altı imalatı’ diyebileceğimiz bir yayıncılık anlayışı bende isyan duygusuna yol açtı. Kitapların hazırlanmasına katkıda bulunma fırsatı bulduğumda ya da bana bu fırsat verildiğinde diyelim balıklama atladım. Bir de yanlış hatırlamıyorsam Cumhuriyet Kitap’ta yıllar önce okuduğum bir sözdü: “Yazarlarının ve editörlerinin çok yorulduğu kitaplar okuyucuyu yormaz” mealinde. Çok hoşuma gitmiş, bende editör olma isteği uyandırmıştı. Yazarlık atölyeleri gibi editörlük atölyeleri de var mı? Editörlük atölyeleriyle ilgili bir duyumum yok, ancak yazarlık atölyelerine göre daha yararlı, işlevsel olabileceğini düşünüyorum. Kursla sanatçı olunabileceğine inanmadığımdan. Sanat eserlerinin olağanüstülüğü karşısında, sanatsal sezgi ve yeteneğin tanrı vergisi olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor; hiç olmazsa yazarlığın, yoğun bir okuma, başka yazarlarda kaybolma ve ancak yazarak varoluşunu gerçekleştirebileceğini, tamamlanacağını sanmak gibi bir süreçte ortaya çıkmasını arzuluyorum. (Sait Faik’in kulaklarını çınlatarak: ‘Yazmasam deli olacaktım’) Yani heveslileri için yararlı olduğunu düşünsem de ve yazarlık hevesine büyük saygım olsa da yazarlık atölyelerinin işlevini kavramakta zorlanıyorum. Ancak editörlük atölyelerinin mutlaka olması gerektiğini düşünüyorum. Size gelen metinlerde değişiklik ya da düzeltme istediğinizde yazarların tepkisi ne olur? Önerilerinizi uygulamak yerine dosyasını alıp giden oldu mu hiç? Yazarlarla editörler farklı saflarda değil ki? Yazarlara elden geldiğince somut, kişisel beğenimle ilişkilendirilemeyecek önerilerle giderim. O çok özel yaratma anında gözden kaçabilecek kurgu veya ifadelerle ilgili sorunlar üzerine yazarı düşündürmeyi amaçlarım. Sonuçta onun eseridir, her türlü eleştiri öncelikle yazarı bağlayacaktır. Tabii “noktasına virgülüne dokundurtmam” diyen yaklaşımlar da var. Yani editörle çalışmak konusunda bazı yazarlarımız da isteksiz olabiliyor. Bu durumda basım kararı, hem yazar hem yayınevi tarafından yeniden gözden geçirilebiliyor. Siz önerdiniz, düzeltti ama olmadı, tekrar uyardınız düzeltti, olmadı... Kaç kez gider gelir bir dosya yazarla aranızda? Yayımlamaktan sonradan vazgeçtiğiniz dosya olur mu? Bu kadar zorlamaya gerek var mı? Ne güzel bir atasözümüz var: “Zorla güzellik olmaz.” Çok mu alakasız oldu? Çeviri kitaplar üzerinde editoryal çalışma yaparken en zorlandığınız konular... İyi bir çevirmenle çalışıyorsanız çeviri kitapların editi, her aşamasıyla keyifli bir süreçtir; kendinizi çok özel bir okur (bir kitabın ilk okuyanı, yayımlanmadan okuyanı vb.) hissedersiniz. Tersini ise ne siz sorun… Yine de fantastik çalışmalarda, o dilde birleştirme ya da bozma yoluyla yaratılan yeni sözcüklere karşılık bulma, yetersiz kaldığımızı hissettiğimiz, kendi açımdan en çok zorlandığım, tatminsizlik yaşadığım E mazsa yukarıdaki maddelerin öneminin kalmayacağı: edebiyat sevgisi, ilgisi, beğenisi… Bir kitabın ilgi çekeceğine veya tutYurtdışındaki yayıncılarda her edebiyat türü için ayrı editörlerin görev aldığını öteden beri duyardık. Editörlük mayacağına nasıl karar veriyorsunuz? Karar vermek demeyelim de hissetkavramı son yıllarda bizim dilimize de yerleştiği gibi, mek, daha doğrusu temenni etmek dikitapların künyelerinde de yer buldu. Sahi, kimdir editör? yelim. İnandığınız, beğendiğiniz bir kitaYazan yazar, yayımlayan da yayıncıyken, editörlerin işi bın okuyucuda karşılığını bulmasını istiyorsunuz. ne? Sorduk, anlattılar. Konuğumuz, TUDEM Yayınları’nın Dosyanın basımına karar verirken satıp satmayacağı ister istemez düşüncemizin bir kıyısında vardır, ama kendi adıma koEditörü, Burhanettin Düzçay. nuşmam gerekirse birinci önceliğim değildir. zamanlar oluyor. İşinizde karşılaştığınız zorluklardan birkaçı... Sizce bir editör her alanda editörlük yapabilir mi? Ya da şiir editö Dosya okumak; okuduktan sonra yayımlanmayanlar için söylüyorü, öykü editörü gibi ayrımlar mı olmalı? Hatta çeviri editörlüğü ile telif rum. Editörlüğün ağlanacak hali… dosya üzerinde çalışmak da çok farklı değil mi? Ülkemizde editörlük kurumu hangi aşamada? Sizce yeterli mi? Editörlük, dosya seçiminden kitabın tasarımına ve baskıya hazır Kurumlaşmadan söz edebilir miyiz, bilmiyorum. Tabii ki önemli lama aşamasında yazım ve noktalama sorunlarına kadar çok geniş bir yayınevlerimizin güçlü editörlük birimleri var, ama yazardan ya da çeyelpazede inisiyatif almayı gerektiren bir iş. Yayınevinin politikası (kita virmenden gelen metni olduğu gibi basan yayınevleri de var hâlâ. İçplaştırdığı dosyaların niteliği) ve kadrosu, sizin bu alanlardan birine eriğinin çok güzel olduğunu düşündüğüm Limon Ağacı’nda birçok daha fazla odaklanmanızı sağlayacaktır. Şiir editörlüğünde daha çok anlatım bozukluğunun yanı sıra, oturum yeri (yerleşim yeri yerine), sunuş, yani kitabın tasarımı, sayfa düzenlemesi vb. öne çıkarken; öyBulgaristan’da bufalo yoğurdu (mandadır herhalde) gibi dil zevkimizi kü ve roman editörlüğünde ise kurgu ve anlatım sorunlarına odaklan sınayan pek çok ifade, metinle akışkan bir iletişim kurmamızı engellimak zorunda kalırsınız. Bu anlamda sözünü etmek istediğiniz bir uzyor. manlaşma, editörlük kurumunun gelişimiyle doğru orantılıdır sanırım. Editörlük kurumunun son yıllarda gelişim gösterdiğini söyleyebiliriz. Önünüze gelen bir dosyanın, başka bir kitaptan ayarsız esinlenme Yayıncılık sektörünün güçlenmesi, korsan yayıncılığın engellenmesi, ya da alıntıyla dolu olup olmadığını nasıl belirliyorsunuz? Diyelim ki editörlüğün de hak ettiği yere gelmesine katkı sağlayacak. (Aşk’ta esinlenilen orijinal kitabı okumadınız, bilmiyorsunuz... mıydı editör asistanının asistanı olan Amerikalı roman kahramanı? Bilmiyorsanız yapacak bir şey yok, yayımlandıktan sonra fark Peh, hayal etmesi bile zor!) edildiğinde “bugünlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum” şarkısındaki Ancak asıl belirleyici okur: O, daha özenli, kendisine değer verilerek duyguyla yaşarsınız birkaç gün. Ama, aşırarak yazar olmaya kalkan hazırlanmış kitaplar talep ettikçe yayıncılar da editörlük kurumuna hak birinin durumunu düşününce, geçer. Bu, olay örgüsüne yönelik intiettiği önemi vereceklerdir. haller için. Eğer sorunuzdaki gibi “ayarsız esinlenme ve alıntıyla dolu Kendi özel zevkiniz için de okumaya zaman ayırabiliyor musunuz? olursa” sanırım üsluptaki eklektik yapı, “esin kaynağı”nı okumamış olEvet, ayırmak zorundasınız. Yaptığınız iş edebiyat dünyasının içinsanız bile uyaran etkisi yapıyor. de soluk alıp vermeyi gerektiriyor. Bundan koptuğunuzda yaptığınız İyi bir editör olmanın sizce olmazsa olmaz üç ölçütü... işte heyecanınız kalmaz, mekanikleşirsiniz gibi geliyor bana. Hatta yo 1. Teknik okuma becerisi kazanma ğun dosya okumalarından sonra terapi niyetine de okumak gerekiyor. 2. Kendini okurun yerine koyabilme, okurunu sevme, onun okuma Kimi kitaplarda sinema dili ağırlıklı olabiliyor. Kitabı okurken “Bunsüreçlerini tahayyül edebilme (Çocuk edebiyatında olduğum için söy dan iyi film olur,” deyip sonradan sinemaya uyarlandığına tanık oldulüyorum bunu), ğunuz kitaplar var mı? 3. Ve tabii ki işin olmazsa olmazı, ol “Çizgili Pijamalı Çocuk”, gözümüzün önünde sahneler tasarlayarak, canlandırarak okunan bir kitap, hatta bazı kısımlarda sözcüklerin aktardığını yeterli bulmuyor, acıyı görünür hale Burhanettin Düzçay getirmek, sonsuza kadar somutlamak istiyorsunuz. Filme 1963 Edirne doğumlu. E.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili çekildi ama şanssızlık; İsrail’e tepkilerin zirveye çıktığı bir döEdebiyatı Bölümü mezunu (1984). Söke, Kızıltepe ve İznemde Türkiye’de vizyona giremedi. mir’de (Bornova Anadolu Lisesi) olmak üzere 25 yıldır ede En çok hangi kitabın editörü siz olmak isterdiniz? biyat öğretmenliği yapıyor. 2003 yılından bu yana TUDEM “Tutunamayanlar” diyesim var. Çok farklı okumalar vaat editörü olarak edebiyatın mutfağında. Çocukların çok seeden bir metin ve bu zenginliği metin düzenlemeleriyle gösvildiği, onlara fiske bile vurulmasına tahammül gösterilmeterebilirmişim gibi editoryal bir fantezi. (Bir de Kırmızı Arabayen bir ailede büyümüş olmasından herhalde, çocukları nın Hayaleti diye bir dosya böyle vaatkâr göz kırpıyor.) Haa, çok seviyor ve hem öğretmenliği hem de çocuklar için kibir de künyesinde adını görmekten gurur duyacağın kitaplar tap hazırlamayı iş gibi yapmaktan çok eğlenerek yapıyor. şeklinde algılarsak soruyu “Kara Kitap, Suç ve Ceza, Aşk, Kolera Günlerinde Aşk…” diye uzayıp gidebilecek bir liste. ? K İ T A P LA R A R E N K L İ D OK U N U Ş KONUK HARFLER Seyfettin ve çocuklar ? Mehmet ÖZÇATALOĞLU (Eğitimci) ınıf kitaplıklarından edindiğim, çeşitli yayınevleri tarafından basılmış Ömer Seyfettin kitapları okudum son günlerde. Hemen her okuduğum kitapla beraber şaşkınlıktan dilim tutuldu. Ve çocuklara bu kitapların okutturulduğuna inanmak istemedim. Bu noktada bir kere daha anladım ki okul ve sınıf kitaplıkları mutlaka denetlenmeli ve bu alanda uzman kişilerce oluşturulacak (bilimsel) bir kurul tarafından tavsiye edilecek kitaplar ve dergiler dışında herhangi bir yayın kitaplığa girmemelidir. Ayrıca oluşturulacak bu yayın listesi yeni yayınlar eklenerek her sene güncellenmeli. Tabii bu söylediklerim ciddi bir ekonomik kaynak gerektirse de, okullar olanakları düzeyinde bu eserlerden kitaplıklarını oluşturmalıdır. Şimdi gelelim incelediğim Ömer Seyfettin kitaplarına. Birsen Yayınevi tarafından hangi yılda basıldığını bilemediğim “Yemin” adlı kitabında, kitaba adını veren hikâye ile birlikte “Mahcupluk İmtihanı” ve “Zeytin Ekmek” başlıklı iki hikâye daha bulunuyor.“Yemin” adlı hikâye yıllar yıllar önce izlediğim, Türk sinemasının unutulmaz filmleri arasında yerini alan “Şekerpare” filmini anımsattı bana. Hikâyede din kalkanının arkasına saklanarak namuslu, dürüst bir insan rolüne bürünen kadının, genç kızları evine gelen erkeklere pazarlaması konu ediliyor! Kitaptaki bir diğer hikâye olan “Mahcupluk İmtihanı”nda da işi gücü yerinde zengin bir adamın, âşık olduğu kadını yanında çalıştırıyor gibi göstermesi üzerinden kadını başka bir erkekle, kendi işyerinde yakalamasına rağmen, sadece yanından ayrılmaması için bu durumu sindirişi anlatılıyor. Ve tüm bunlar S anlatılırken araya serpiştirilen karakterlerle olay mizahi bir öyküye dönüştürülüyor! “Zeytin Ekmek” isimli hikâyenin de bu iki hikâyeden pek farkı yok. Burada da fakir ve çok güzel bir genç kız, zengin tanıdıkları aracılığıyla yine zengin bir erkeğe sunuluyor. Genç kızın istememesine rağmen bu olaya sessiz kalışının nedeni ise güzel ve sıcak yemekler yiyebilecek olma ihtimali. Fakat ne yazık ki talih yüzüne gülmüyor. “Zeytin Ekmek” de şehveti öne çıkaran bir hikâye! Kitabı genel olarak ele aldığımızda birer insanlık dramını da görebiliriz fakat ilköğretim düzeyindeki bir çocuğun bunu anlayabilmesi beklenmemelidir. İhtiras, dalavere, yalan, her şey var bu kitapta. Bir başka Ömer Seyfettin kitabı Masal Yayıncılık tarafından 2001 yılında basılan “Pembe İncili Kaftan.” “... ihtimal kazığa vuracak, derisini yüzecek, akla gelmedik kaba bir vahşetle öldürecekti.” İlköğretim birinci kademe (711) yaş öğrencisinin hayal etmekte zorlanacağı türden bir şiddet ifadesiyle, henüz kitabın ilk sayfalarında karşılaşıyoruz. Gözüm bu şekilde başka şiddet içeren ifadeleri ararken okuduklarım ağzımı açık bırakıyor. “Pamuk İpliği” adlı hikâyeden aynen aktarıyorum: “Süprik (S): Siz de hem poligami varmış, hem de poliandri... Behzat (B): Poliandri yok. Bu iftira... Yalnız poligami var. Fakat mecburi değil. S: Bir erkek kaç kadın alabilir? B: Dört tane derler lakin serveti, sıhhati, ihtiyacı olursa istediği kadar. S: Mesela on tane... B: Seksen tane, yüz tane... S: Oh, korkunç... B: Fakat tekrar ediyorum, bu mecburi değil; birçok Türkler, ama birçok zengin ve kuvvetli Türkler vardır ki, bütün hayatlarında bir kadınla yaşamlarını sürdürmüşlerdir. S: Ama, bir kadın ile ölünceye kadar yaşamaları da mecburi değil? B: Evet, değil. S: İstedikleri vakit zevcelerinden ayrılabilirler. B: Ayrılabilirler. S: Zevcelerini boşamadan tekrar diğer bir kadınla izdivaç edebilirler? B: Edebilirler. S: Bıraktıkları zevcelerini yine canları isterse tekrar alabilirler? B: Alabilirler. Fakat bunda bazı şartlar var! S: Ne gibi? B: Mesela hülle şartı. S: Hülle ne? B: Pek iyi bilmiyorum. Galiba bir Türk üç defa zevcesini boşarsa, tekrar alamaz. Şu şartla ki, hiç olmazsa bir gece zevcesi başka bir erkekle izdivaç edecek, sonra ondan boşanacak, tekrar eski zevcesine varacak.” İlerleyen kısımda: “S: Bir kere Türkler istedikleri kadar kadın alabiliyorlar. Rupenyan (R): Bu poligami! Fakat iyi mi? S: Fena mı? Tabiata son derece muvafık! Bütün mütefenninler, bütün âlimler, bütün filozoflar insanların tab’an poligam olduklarını iddia ve isbat ediyorlar. Hayattaki bütün hikâyelerin, romanların, tetkiklerin, araştırmaların bu hakikati tasdik ettiği görülüyor. Dünyada hiçbir erkek hatta gayet namuslu olmak şartıyla hiçbir erkek yoktur ki, bütün ömründe yalnız bir kadınla yetinmiş olsun. Evet, hiçbir erkek, “Ben hayatımda zevcemden başka bir kadın tanımadım” diyemez. Türklerin “bir çiçekle bahar olmaz!” darbı meselleri tabiatın büyük bir hakikatini içeriyor. Erkek bu hissine mağluptur. Allah’tan gelen tabiatın ezeli ve güç konulmaz kuvveti karşısında insanlardan gelen her şey; o kanunlar, itikatlar, vehimler, âdetler, itibari ve mevzu ananeler sökmez, sükut eder. İşte Türklerin dini, tabiate karşı gelmemiş. Bu hakikati de kabul ve ihtiva etmiş ve erkeği istediği kadar muktedir, alabildiği kadar kadın almakta serbest bırakmıştır.” Bu kitabı okuyan 711 yaş grunbundaki bir çocuğa bu durumu açıklamak isteyen annebabalar ya da eğitimciler var mı? Eğer varsa kolay gelsin, yoksa bu kitap da dolabın dışına lütfen! Beyaz Lale“...hâlâ susmayan çocuğu ocağın içine fırlattı.” “Kebap yapılacak kestaneleri nasıl çatlamasın diye yararlarsa, o da fırında yakacağı adamın vücudunu öyle yarardı. Yarılmamış bir adam çabuk yanmazdı. Halbuki yarılırsa bir çızırtı çıkararak, çabucak tutuşur, bir buhar bırakarak kül oluverirdi. Bu mavi ve sincabî buhar... Radko onun manzarasından çok kokusunu severdi. Ve bu koku, yakılan adamın milliyetine göre değişiyordu. Radko çok dikkat ve tecrübe etmişti. Hatta şimdi yakılan bir adamın uzaktan kokusunu duysa hangi milletten olduğunu yanılmadan söyleyebilirdi. Bulgar köylüleri kavrulmuş sarımsak, Sırplar yanmış patates, Rumlar kızartılmış balık ve şarap kokusu çıkarırlardı. Henüz bir Alman, bir İngiliz, bir Fransız yakamamıştı. Onların kokusunu bilmiyordu. Fakat Türkler... Balkan’ın bu en kuvvetli ve kanlı adamları keskin bir süt, bir tereyağı kokusu yayarlardı.” Tabii bununla kalsa iyi! Giderek artan bir dozu var şidderin ve vahşetin: “Radko, usturayı bu pembe akislerin üzerine vurdu. İki büyük haç yaptı. Belden başlayan haçların ucu baldırların üstüne kadar iniyordu. Kadın etine giren, sinirleri koparan, kemiklerine dokunan keskin ve müthiş usturanın acısıyla haykırdı ve çırpınmak istedi. Lakin katilleri onu sımsıkı tutuyorlardı. Fışkıran kanı yere düşüyor, Radko giysileri kirlenmesin diye geri çekiliyordu...” Şimdi, bu kadar alıntıdan sonra hemen belirteyim ki benim itirazım Ömer Seyfettin’in yazdıklarına değil. Onun Türkiye yazınında yeri biliniyor zaten. Benim itirazım bu kitapların ilköğretim 4.5. sınıf öğrencilerinin sınıf kitaplıklarında olmasına. Ömer Seyfettin yapıtlarının bir edebi değeri mutlaka var. Fakat bu tür yapıtları anlamak, yorumlamak için belli bir yaşam deneyimi gerekmektedir. Ortaöğretim çağındaki öğrenciler için uygun olabilir belki, fakat ilköğretim çağındaki 911 yaş grubundaki çocuklar için örneklerini verdiğim bu tür yapıtlar onlara yarardan çok zarar getirecektir. Çünkü bu tür metinlerde vurgulanan kavramların ve değerlerin çocuklar tarafından sorgulanması bu yaşlarda henüz mümkün değildir. Çocukların okudukları her şeyi doğrudan alıp kabullenmesi açısından değerlendirildiğinde bu tür yapıtların nelere sebep olacağı iyi düşünülmeli ve tartışılmalıdır. Bu yüzden üzerinde çocuk kitabı yazan her kitap, yazarına ve kitabı yayımlayan yayınevine bakılmaksızın dolaba girmemelidir. Tabii ki sınıf öğretmeni bu konuda nasıl ve ne kadar yetkin bir çalışma yapabilir, tartışılır. Yine tekrar etmek isterim ki, okullarda oluşturulacak kitaplıklarda yer alacak kitaplar pedagojik açıdan onaydan geçmeli, gerekirse öğretmenler ve alan uzmanlarından oluşan bir komisyon tarafından incelenip değerlendirilmelidir. ? SAYFA 24 ? 1 MART 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1150
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle