22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Osman ÇUTSAY lmanca ve İngilizce kaynaklardan yararlanarak hazırladığınız Sun Yatsen ve Çin tarihindeki halkçıaydınlanmacı damarın, Türkiye’yle nasıl bir “benzerliği” var? Sun Yatsen’in Halkçılık Üzerine yazılarının yer aldığı bu kitaba Lenin’in hem 1911 Çin devriminin hem de devriminin liderliğini yapan sınıfın karakterini analiz eden iki önemli makalesini de ekledik. Lenin bu makalelerinde halkçılığı şiar edinmiş antiemperyalist burjuva demokrat hareketin sadece Çin’de görülmediğini, bu hareketin dünya çapında siyasi ve ideolojik bir akım olduğunu ve bu akımın burjuva demokrat karakteri nedeniyle sosyalist devrimlerin doğal müttefiki olduğunu belirtir. Lenin’in Türkiye üzerine yazdığı diğer yazılar da aynı temayı işleyerek Mustafa Kemal’in önderlik ettiği hareketi burjuva demokratik devrim sınıflamasına dahil eder. Ayrıca kitaba Sun Yatsen’in önderlik ettiği Çin devrimini ve sonraki 1949’a kadar uzanan süreci inceleyen uzun bir sunuş yazdım. Bu sunuşta da görüleceği gibi, biri Asya’nın doğu kıyısında diğeri ise batı kapısında bulunan Çin ve Türkiye, şaşırtıcı bir şekilde toplumsal gelişme ve sıçramalarıyla sanki birbirlerinin ayak izlerini takip etmişlerdir. Örnek verebilir misiniz? Geçmiş yüzyılın başlarındaki birkaç siyasi gelişmeyi yüzeysel olarak karşılaştırırsak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır: Türkiye’de 1908 Jöntürk Devrimi olmaktadır, Çin’de ise 1895 yılında başlatılan reform süreci 1905’te bastırılmış ve gericileşme sürecine kapı aralanmıştır. Ardından 1911’de Çin’de devrim olmakta, Türkiye’de ise Jöntürk hükümeti geri çekilmektedir. 1912’de Jöntürkler yeni A SunYatsen’den ‘Halkçılık Üzerine’ Karşılaştırmalı bir aydınlanma tarihi Kısa bir süre önce, geçen yüzyılın başındaki Çin aydınlanmasının büyük ismi Sun Yatsen’i ve yazılarını Halkçılık Üzerine başlığı altında kitap halinde yayımlayan yazar Sadık Usta, bugünkü Çin’i hazırlayan aydınlanmacı önderle Türk aydınlanmasının simge adı Mustafa Kemal arasında önemli paralellikler bulunduğunu hatırlatıyor. den bir atağa girişirken, Çin’de Sun Yatsen devlet başkanlığından ayrılmaya zorlanmaktadır. Sonrasında 4 Mayıs Hareketi. Bu hareket, 4 Mayıs 1919’ta başlamış ve kısa bir süre içinde yüz binlerce aydın ve gencin sosyalist saflara geçmesine neden olmuştu. Türkiye ise 1919 Mayısı’nda İzmir’den başlamak üzere işgal edilmişti. Hasan Tahsin 15 Mayıs 1919’ta ilk kurşunu sıkarak Türkiye’de bağımsızlık savaşını ateşlemişti. İşgalle birlikte mayıs ayında başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin her yerinde güçlü gösteriler yapılmıştı. Sonrası malum, Atatürk de 16 Mayıs’ta Samsun’a hareket etmişti. Atatürk 1920’den itibaren bütün Anadolu’yu Ankara hükümetinin merkezi denetimine almıştı. Sun Yatsen de 1921 Ocak ayında Çin’i birleştirmek için Şangay’a gitmiş ve orada karargâhını kurmuştu. Atatürk 1920 yılındaki siyasi beyannamelerinde hükümetlerinin halkçı ve şuracı bir hükümet olduğunu ilan ederken, Sun Yatsen Şangay’da ilkeleri “Milliyetçilik, Demokrasi ve Sosyalizm’ olan üç halk ilkesini esas alan bir hükümet planı ortaya koymuştu. Benzerlikler sadece bu tarihsel gelişmeler, programlar ve siyasi tavırlarla da sınırlı değil. Sunuşta belirttiğim gibi her iki liderin isimleri, ordu ve askere verdikleri önem ve öldükten sonra aldıkları unvanlar da tıpatıp aynıdır. Sosyal mücadeleler tarihi içinde, bir tarihsel birikim olarak Çin’e, Türkiye ve Türkçeden bakınca neler görülebilir? Şunu belirtebilirim: Sun Yatsen 1924 yılında tarihsel bir karar almış ve komünistlerle ortak çalışmaya başlamıştı. Komünistler tek tek Koumintang’a üye olarak bu partinin güçlenmesini sağlamışlardı. 1925 yılında öldüğünde Koumintag ve aynı şekilde ÇKP milyonlarca köylü ve işçiyi örgütlemiş iki güçlü partiydi. Sonra dan Çan Kayşek’in ihaneti nedeniyle bu ittifak uzun sürmedi, ama cin şişeden çıkmış ve komünistler köylük bölgelerde ve büyük kentlerde inanılmaz güçlü kitle temelleri yaratmışlardı. Sun Yatsen’in büyüklüğü işte buradadır. Eğer o söz konusu tarihsel ittifaka girişmemiş olmasaydı, belki de bugün Çin, Hindistan’dan da daha zavallı bir durumda olacaktı. Ama öyle olmadı, önce Çin’de Mao önderliğinde devrim oldu ve kırk yıl içinde oluşturulan birikimle de bugünkü Çin yaratıldı. Bugünkü Çin piyangodan çıkmadı yani Çin, bizim yapamadığımız neyi yaptı? Çin, devrimle birlikte dışarı akan kanı durdurdu; planlı ve akıllı bir dengeyi gözeten ekonomik adımlarla da bugünkü konumuna yükseldi. Şimdi sorun şu: Türkiye böyle bir şansı yakalayabilir miydi? Bence böyle bir olanak vardı, ama bu gerçekleştirilemedi. Bu, ayrı bir konu. Bugünkü Türkiye’nin önünde çok önemli fırsatlar var. Ama önce AKP iktidarından ve emperyalizme bağımlılıktan kurtulmalıyız. Türkiye’de devrimci bir hükümet kurulabilse, Türk cumhuriyetleriyle, Arap ülkeleriyle, Asya’nın, Afrika’nın diğer ezilen uluslarıyla inanılmaz bir ittifak kurarak dünya liderlerinin arasına girer. Avrupa’yı bile etkiler. Bu olanaklıdır, çünkü Türkiye’nin çok milliyetli insan yapısı, entelektüel ve kültürel birikimi, siyasi ve coğrafi konumu, tarihten gelen etkisi ve gücü, dünyanın ancak birkaç ülkesinde bulunur ki, ABD bunların başında geliyor. Bunun için ne yapılabilir? Benim aklıma hemen Sun Yatsen’in komünistlerle yaptığı tarihsel ittifak gelmektedir. Böylesi bir girişim bize de gerekli. Artık tehlikenin boyutunu görmemiz lazım. ? Halkçılık Üzerine/ Sun Yatsen/ Hazırlayan ve Çeviren: Sadık Usta/ Kaynak Yayınları/ 200 s. Ke he Mües şi mo özelli bu şii bütü sözcü düny yor. N kuruy gerçe Alain Bir Es hakik ? M Nihat Ziyalan’dan ‘Kısa Pantolonlu Sevda’ ‘Duyguyu sözle tutuşturmak’ Nihat Ziyalan’ın Kısa Pantolonlu Sevda adlı öykü kitabı yeniden yayımlandı. Ziyalan’la çalışmasını konuştuk. ? Adil İZCİ ısa Pantolonlu Sevda’da, zincirleme ya da zamandizinsel de diyebileceğimiz toplam yedi öykü var. Bunlar kısa bir romana da dönüşebilirdi. Neden öyküyü yeğlediniz? Tek bir temayı, açıklıkla veya kapalı olarak işleme tuzağı vardır romanda. Oysa Kısa Pantolonlu Sevda‘daki her öykü ayrı bir tema içeriyor: ”Yılın Sünnet Düğünü” Adana, sünnet ve kirvelik, ”Kısa Pantolonlu Sevda” komşuluk ve dayanışmayla yoksulluğa katlanma, ”Ayçelen” kıtlık günlerinde yılbaşı eğlencesi tombala, babaya omuz veren anne, ”Yılanlı Kale” babayla serüven yaşamak, her derde deva ”Kokar Su”, kuyrukluyıldız, ”Sabahleyin de Böyle Tökezlenerek Yürümüştüm” seferberlikte olan babanın yerine annenin evin direği olması, ”Aferin Alacakmışçasına Koşa Koşa Giden Bir Su” okuldan kaçma heyecanı, ”Seyhan Nehri, Bugün Arife Yarın Bayram” bayram çarpıntısı, babayla hamam namaz, bayram yeri... Bir yeni yetmenin hayatı öğrenme merakını birbirine teyelleyen bu öykülerde, rahmetli İlhan Selçuk’un dediği gibi, “Her erkeğin hayatında bir kısa pantolonlu sevda vardır!” Yer, yine Adana... O toprakların mı yoksa sizin anlatımınızın mı bir büyüsü olmalı. Neden böyle diyorum: Yoksulluklar, yoksunluklar arasında süren hayatlar. Yine de bir sıcaklık kucaklıyor insanı. Hani neredeyse özendiriyor öySAYFA 18 ? 1 MART 2012 K lesi hayatlara. Evet, sizce kaynağı nedir bu sıcaklığın? Kurtuluş Savaşı’nın rüzgârı ne mutlu ki çocukluğumda da esiyordu. Yoksulluğun baskısına, insani değerlerle katlanabiliyorduk o zamanlar: Paylaşma, omuz verme, Yahudi ve Ermeni arkadaşlarla sokak, Alevi kirvemin bisikleti, Kürt annemin kardeşleri yani dayılarım, Cumhuriyet Bayramlarındaki fener alayının gazyağı kokan coşkusu... Bunlara bir de üstüne bastığım Çukurova toprağının elektriğini eklemeliyim. Bakmayı bilen gözler için çok kıymetli bir malzeme. Yoksulluk bana hayatın kırışıklıklarını, edebiyat fırçasıyla boyamasını aşıladı. Yazdıklarımla nasıl hayata bağlanıyorsam, okuyanın da bağlanmasını amaçlarım. Varsa sıcaklık, bundan kaynaklanıyor. Bana göre, töre öyküleri diyemeyiz bunlara. Bununla birlikte bir zamanların törelerine, gelenek ve göreneklerine de tanık oluyoruz. Bu yönüyle de önemli buldum öykülerinizi. Nicesi yitti gitti ama bir bölümü öykülerinizde soluk alıp veriyor. Bana kendiliğinden gibi geldi. O hayatları anlatırken onlar da doğallıkla yerini buldu sanırım. Bu törelerin, gelenek göreneklerin özellikle yer almasını öngördünüz mü? Törelerle, geleneğin ve göreneklerin özellikle yer almasını öngörünce, edebiyat bunu kusar. O başka bir şey olur. Bir yaşam biçiminin duygu titreşimlerini sözcüklerle tutuşturmaya çalıştım. Duyguyu sözcükle tutuşturmak! Yazdıklarımda bunu becerme gayreti vardır. Biraz da bunlardan söz edelim: Eski hayatların kendine özgülüğü daha belirgindi bana kalırsa. O kendine özgülüğü artık yer yer de olsa yitirdik demek mümkün. Günümüzde kentlerin yeni kesimleri, oralardaki hayatlar bir tekdüzeliğe, hatta tektipliliğe kayıyor gibi. Mekanlar, ortamlar, hatta günlük dile kadar bir daralma, bir tekdüzelik söz konusu. Standart olan, toplumun önemli bir bölümüne yetiyor da artıyor gibi. Öykülerinizin mekanlarından biri olan “Dingin Avlusu”nun bugün de olmasını bekleyemeyiz ama o avlunun büyüttüğü türden ruhları yitirmememiz gerekirdi. Sizin diyecekleriniz nedir bu konuda? Kısa Pantolonlu Sevda‘daki öykülerin ana mekanı olan Dingin Avlusu, başta söylediğim gibi Kurtuluş Savaşı’nın rüzgârıyla soluk alıp veriyordu. Paylaşan, omuz veren, etnik kökene bakmadan dostluğa kucak açan, bayrağının ve toprağının kıymetini bilen insanlar... Daha sonra iktidar olan sağcı partiler, hızla Atatürk İlkeleri’ne dirsek çevirip insanımızı tüketim toplumunun insanı olarak biçimlendirilme gayretine düştüler. Atatürk İlkeleri geliştirilip bir sentez oluşturulsaydı, birey olma özgürlüğünü çoktan kazanırdık. Büyümenin sancıları var bir de. Derken ilk sevda. Zaten kitabın adı da bundan dolayı “Kısa Pantolonlu Sevda” ya! O günlerdeki hallerinizi, ruh hallerinizi de pek güzel anlatıyorsunuz. Hepsi anımsama mı, kurgu da var mı arada? Gerçeğin aktarılması yaratıcı yazının değil gazeteciliğin ilgi alanına girer. Ham gerçeğin sözcüklerle tutuşturulması, yani kurmaca benim yolumdur. Anılar bir çıkış noktasıdır elbette. Teneffüste benden beş kuruş isteyen “Ayçelen” bir kuyrukluyıldızdır öykülerim için. Öykülerin rengini biraz da onca yerel sözcük ve deyimleri kullanmanızdan aldığını söyleyebilirim kendi payıma. Hepsinin anlamı, kitabın sonundaki “sözlük” bölümünde var. İyi bir uygulama... Bu bağlamda bu konuya da değineceğim. Diyelim “reyhan...” Herhangi bir yapıtta göz önünde bir bitki olarak canlanıyorsa, sizde o bitki kokuyor da. Bu elbette bir ustalık. Gizi, yolu yöntemi nedir bunun? Editörüm Müren Beykan’a aittir “sözlük” bölümü. Görünce çok sevdim. Öykülerimin anlaşılmasına katkı sağlayan akıllı bir ekleme. “Sözlük” yol gösterici olmuş. Evet reyhan bir bitkidir. Siz şairsiniz aynı zamanda, bilirsiniz. Reyhanı sözcükle üfelemesini bilirseniz kokar. Dedim ya: Duyguyu sözcükle tutuşturmak! Kısa Pantolonlu Sevda/ Nihat Ziyalan/ Günışığı Kitaplığı/ 128 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1150 şi k b d le şiirde: K yeni bir leri” diy tapta di günümü bileceği Akyol… sında ke miş. An nu da “ mişim. biten bi kendine gulamış Şimd var. İlk şiirinde duruyor buğun” lemek is yen yap nek alar gulayab rıda adı labilir. A şiiri kur söyleyiş çekiyor. bir söyle bizi ilgil Yeniay’ kendine Nesne, ğüm du ma/tanı yor. Yar la yani ğun” ad rıdaki il yoruz. Ş (adlar a yeryüzü şiir dün hiçliğe d ten şu d dallarıyl çocuklu İşte şa M CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle