04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O avid Toscana Türkçede yayımlanan ilk romanı Son Okur’da (Ocak 2012, çev. Pınar Savaş, Kırmızı Kedi yay.) hayatı okuduğu romanlardaki olaylarla, sahnelerle karşılaştırarak, roman kahramanlarının tavırlarına göre yorumlayan birinin öyküsünü anlatıyor. Lucio, Meksika’da gözlerden uzak, ücra Icamole adlı bir köyde yaşamakta, hayatını kitap okuyarak geçirmektedir. Köy kitaplığında görevlendirildiğinde kitaplarla tanışmış, kitaplık okursuzluktan kapatıldıktan sonra da fahri olarak bu görevi yürütmüş, köyün son okuru olarak kitaplıktaki tüm kitapları okumaya, tasnif etmeye devam etmiştir. Köye tam bir yıldır yağmur düşmemiştir. Köylüler taşıma su ile susuzluğa çözüm bulmaya çalışmaktadır. Kuyusu kurumamış tek köylü ise Lucio’nun oğlu Remigio’dur. Yalnız yaşayan Remigio bir gün kuyusunda 13 yaşında iyi giyimli, oldukça güzel bir kızın cesedini bulur. Suyun kirlendiğine, artık kullanılmayacağına üzülürken bir yanda da katil olarak cezalandırılmaktan korkar. Babası kızı bahçedeki armut ağacının dibine gömmesini öğütler. Böylelikle hem suçtan kurtulacak hem de kızın çürüyen bedeni ağacı besleyecek, kuraklığa rağmen çok lezzetli armutlar yetişecektir. Lucio, bu fikri en sevdiği romanlardan birinden almıştır. O romandaki Babette adındaki genç kız da güzelliği ile insanları etkilemiş ve bir gün de bir kapı önünde kaybolmuş, katil, kızı öldürdükten sonra elma ağacının dibine gömmüştür. Olayların seyri köye soruşturma için jandarmanın gelmesi ile gelişir. Lucio, oğlunu kollamak için yalan ifade verir ve köye su getiren komşusunu katil diye ihbar eder. Bir süre sonra da küçük kızın annesi gelir. Acılı annenin tek öğrenmek istediği kızının hayatta olup olmadığıdır. İyi bir okur olduğu anlaşılan anne ile kitaplar hakkında sohbet ederek dostluk kuran Lucio, kadının kimseyi suçlamak niyetinde olmadığını anlayınca Babette’in öyküsünden söz ederek o roman üzerinden gerçeği açıklamış olur. David Toscana, romanını bu olay örgüsü üzerinde kurup okuru cinayet olayı çözülecek mi, gerçek katil bulunacak mı gibi sorularla romana bağlıyor. Ama asıl anlatmak istediği başka bir şey. Çevirmen Pınar Savaş’ın kitabın girişine yazdığı notta belirttiği gibi “Son Okur, tarihin ve yaşamın ancak edebiyatla kavranabileceğini, her şey çözülüp gittikten sonra yalnızca anlatmaya değer bir hikâyenin baki kalacağını anlatıyor.” Lucio’nun okur olarak eylemi ve okumaları sırasında romanlar hakkında yaptığı acımasız eleştirilerde de aynı SAYFA 12 ? 1 MART 2012 kuduğum Kitaplar METİN CELÂL ? D Son Okur notta belirtildiği gibi “İyi yazılmış, okuru ele geçirmeyi, baştan çıkarmayı becerebilen romanlara bir övgü, laf kalabalığıyla dolu kötü anlatılara ise acımasız bir yergi” var. Diğer eserleri nasıldır bilemem ama David Toscana Son Okur’da Latin Amerika’nın artık alışıldık gelen “büyülü gerçekçilik”ine tamamen ters bir anlatı oluşturmuş. Büyülü Gerçekçiliği kendi silahıyla vurmuş, büyüyü bozmuş, geriye gerçek kalmış. Yazar bu tavrını Türkçeye sert gerçekçilik olarak çevirebileceğimiz “realismo desquiciado” anlayışı olarak tanımlıyor. Klasik romanlarda alıştığımız diyalogların tırnak içinde ya da konuşma çizgisi ile belirtilmesi yerine metnin içine yedirilmesi diyaloğu anlatıyla, öyküyü hayatla bütünleştirme arzusundaki bu eğilimin sonucu. Çevirmen Pınar Savaş, metnin getirdiği bu tavrı Türkçede başarıyla yansıtmış. Keyifle okunan ama metnin orijinaline sadık bir çeviri çıkmış ortaya. SVİSTONOV’UN ESERLERİ VE GÜNLERİ Konstantin Konstantinoviç Vaginov, 18991934 tarihleri arasında yaşamış. 35 yıllık ömrünü, 15 yıllık yazarlık hayatını şiir, roman ve öykü kitapları ile değerlendirmiş. Petersburg doğumlu, Alman kökenli bir ailenin çocuğu. Vaginov, hukuk eğitimi alırken Kızıl Ordu’ya katılıp Polonya cephesinde savaşmış. Savaş dönüşü Sanat Tarihi Enstitüsü’nde okumuş. Dönemin hâkim edebiyat anlayışı toplumsal gerçekçiliğe uzak durmuş. Dadaist, Absurdist, Sürrealist çevrelerde yer almış. 1920’lerde yazdığı postsembolist şiirlerle tanınmış. İlk şiir kitabı 1921’de basılmış. Onu 1926 ve 1931’de yayımlanan şiir kitapları izlemiş. Edebiyat kuramcısı Mihail Bahtin’le tanışmış, dost olmuş. Onun entelektüel çevresinde yaşananları konu edindiği, Türkçede de yayımlanan ilk romanı Keçinin Şarkısı’nı (2011, Everest yay.) 192527 yılları arasında yazmış. Onu iki roman daha izlemiş. 1934’te veremden öldüğünde geriye tamamlanmamış bir roman da bırakmış. Türkçede yayımlanan ikinci romanı Svistonov’un Eserleri ve Günleri’nin girişinde yer alan biyografisinde Sovyet döneminde eserlerinin basılmasına izin verilmediği, ancak 1989’da kitaplarının basılabildiği belirtiliyor. Sanırım bu durum romanlarıyla ya da bazı eserleriyle ilgili. Şair olarak içinde yer aldığı çevrelerin Sovyet Devleti’nin edebiyat anlayışına ters geleDavid Toscana Son Okur’da Latin Amerika’nın artık alışıldık gelen “büyülü gerçekçilik”ine tamamen ters bir anlatı oluşturmuş. ceğini öngörebiliyo ruz ama şiir kitapları yaşarken yayımlanmış. Romanlarında ise esas olarak edebiyat ortamı üzerinden Sovyetler’in kültür ve sanat anlayışına bir eleştiri getirdiği belirtiliyor. Konstantin Konstantinoviç Vaginov Türkçede yayımlanan ikinci romanı Svistonov’un Eserleri ve Günleri’nde (Ocak 2012, çev. Kayhan Yükseler, Everest yay.) postmodern diyebileceğimiz bir yöntemle roman yazan bir yazarın öyküsünü ve romanını anlatıyor. Çevresindeki her şeye romanı için gerekli mi diyerek bakıyor Andrey Svistonov. İnsanları, dostlarını romanına yansıtmak amacıyla izliyor, gazeteleri, dergileri ve tabii kitapları romanında değiştirerek kullanabileceği paragraflar bulmak amacıyla okuyor. “Onun bütün malzemesi, kitapların sayfa kenarlarındaki çirkin alıntılardan, hırsızlama benzetmelerden, ustaca kopyalanmış sayfalardan, dinlediği konuşmalardan, değiştirilmiş dedikodulardan ibaretti” diyor Vaginov ve Svistonov’un okuduğu bir haberi ya da tarihi bilgiyi nasıl yazıya döküp romanına aktardığını da örnekliyor. Bu parçalar birbirine bağlandıkça roman gelişiyor, konusu ortaya çıkıyor. İşe yarayıp yaramadığına bakmadan ne kadar çok basılı şey okursa romanı o kadar gelişiyor. Olaylar Leningrad’daki edebiyat çevrelerinde geçiyor. Svistonov diğer yazar arkadaşları gibi redaktörlük yapıyor, yazarların söyleşilerini izliyor, toplantılara, kahvehane ve lokantalardaki sohbetlere katılıyor. Dışarıdan bakıldığında herhangi bir yazar gibi görünüyor ama onun farkı arkadaşlarını, gördüğü duyduğu her şeyi romanı için malzeme olarak kullanması. İlk kurbanı “Kuku” diye çağırdıkları İvan İvanoviç oluyor. Görünüşüyle, hal ve tavırlarıyla insanları etkileyen, özgüveni yüksek bir kişi olan Kuku’ya yakınlaşıyor ve birlikte yaşadıklarını kendince yorumlayarak romanlaştırıyor Svistonov. İvan İvanoviç, bir gün Svistonov’a yazdıklarını okutunca tamamen çöküyor, dağılıyor. İkinci kurban kendini Sovyet Cagliostro’su (Okültçü, mistik) olarak tanıtan Psihaçev oluyor. Onunla da benzer bir biçimde yakınlaşıyor ve adamın tüm sahteliklerini yazıya geçiriyor. Sonuçta Svistonov, tüm kahramanların aslında kendisi olduğunu, yazdıkça “romanın içinde kendisini bulduğunu” fark ediyor. Svistonov’un Eserleri ve Günleri, ilginç konusunun yanında yapısıyla da dikkate değer. Romanla romanın yazılış sürecinin iç içe geçmesi bir yana sayfalar ilerledikçe bu iki boyutun karışmakla kalmayıp zamansal olarak da kronolojik bir sıra izlenmediğini de fark ediyorsunuz. 1920’lerde yazılan, dönemine göre öncü ve erken bir örnek olarak değerlendirebileceğimiz bu romanı özellikle postmodernizm üzerine tartışanların incelemesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Çünkü Vaginov romanın, romancının parodisini yazmakla kalmıyor, ironik, kara mizaha varan anlatımıyla parodinin parodisini yaparak bu tür roman anlayışını da eleştiriyor. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1150 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle