04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] İlk öykü kitaplarıyla kadınlarII... gizli kalmaya mahkum edilmiş, dile getirilemeyen sorunlarının kurmaca metinler aracılığıyla açığa çıkarılabilmesi, yeniden yapılandırılması ve tüm bunların sanatsal bir dil aracılığıyla sunulması” sağlanırken ayrıca “(t)üm okurlar, kadın yazarların yazdıkları eserleri kadın bakış açısından okuma olanağı bulmaktadır…” (9, 10) Görüldü gibi erkek yazarlar, dişil erke dayalı evrenleriyle kadın yazarları yenice tanıyor. O halde bu olay, yazınsal açıdan farklı anlam taşıyor. İlk kitaplar bu nedenle de önemli işte. Kimi yazarlar doğrudan ilk kitap olarak yayımlıyor elindeki öyküleri, kimileri ise daha önce şiir, roman, deneme vb. başka türlerde yayımladığı ilk kitapların ardından öyküye geçerek öyküde de ilk kitabını ortaya koyuyor. Herhangi türdeki ilk kitapla ilk öykü kitabı arasında bir ayrım olmalı değil mi? Böylesi verimleri de “ilk kitap” gibi karşılama eğilimindeyim ben. Bunun için de tümü üzerinde duramasam bile örnekçe oluştursun diye aralıklarla konu ediyorum bu kitapları… Üç kadın yazarımızın ilk öykü kitabıyla birlikteyiz bu hafta. NEDİME KÖŞGEROĞLU: “HİÇ KİMSEDEN SEVGİLERLE” Nedime Köşgeroğlu, şiir, araştırma, inceleme kitapları yayımlamış bir bilimci yazar. Bu kez ilk öykü kitabıyla çıkıyor okur karşısına: Hiç Kimseden Sevgilerle (Alter; kapak içinde Ocak 2011, künyede Aralık 2010; ayrıca “İçindekiler”de “Ahmak Yağmur”, kitapta “Mor Yağmur”). Köşgeroğlu, öteden beri kadın haklarına yaptığı vurguyla öne çıkan bir yazar. Bu kitabında da yer yer farklılıklar sergilemekle birlikte kadın sorunsalına yoğunlaştığı, hatta bağlamlı oldukları düşünülebilecek verimlerle geliyor. Her zamanki atik, tetik tutumuyla bir an önce söyleyiverme, anlatıverme isteğiyle birlikte… Birebir anlatımcılık yansıtmıyor belki, ama görüldüğünce anlamlandırmaya gereken ağırlığı vermiyor. İyi de Köşgeroğlu derli toplu anlatmanın öykü için yetmeyeceğini; öykünün, ilişkileri ustalıkla gizleyip artalanı zenginleştirerek, biçemce uçkunlar arasında gezinerek ayağa kaldırılacağını bilmez mi? Bilir elbette, bilir ya, bir “kadın merkezi” emekçisi oluşundan mıdır, bir an önce anlatıp derdini paylaşıvermek yönünde kışkırtıyor belli ki bu tutum onu. Bundan ötürü öykülerde yer yer gazete haberleriyle magazin basınının yaslandığı kullanmalık bir iletişim dilinden yararlanılıyor kaçınılmaz biçimde. Oysa sözgelimi “Ka(dı)n Kırmızı”, anlatmak istediklerini örterek, gizleyerek yapılandırdığı başarılı bir öykü. Bu yolla yoğun bir anlamlandırma örgüsüne kavuşuyor anlatı. Çünkü öykü imgelemenin perdelediği örtük, gizli yan anlamla, satır aralarıyla ortaya çıkarken kapalılıktan kaynaklanan anlamlandırmayla da zenginleşiyor alabildiğine. Yazarın asıl başarısı sosyal bilimci tutumunda çıkıyor adeta ortaya. Bütün kadınların örtük halde yaşadığı baskı dönemlerine yönelerek sürekli iç içe oldukları sızının çok daha derinlere indiğini bize somut biçimde gösterebilmesinde belirginlik kazanıyor bu… Öte yandan yoksulluk, eğitimsizlik arttıkça, kadının acılarının yoğunlaştığını görüyoruz… Koşut kurgu, eksiltili anlatım gibi bilinen yollarla feraha çıkarmaya çabaladığı öykü örnekleri yok değil yazarın. Ama göze çarpan bol yazım yanlışları, üzerinde gereğince durulmadığı, bekletilip dinlendirilmediği izlenimi bırakması bunlardan alınabilecek tatların dağılmasına yol açıyor. Oysa ne Köşgeroğlu hak ediyor bunu ne de onun ilk öykü kitabı… İNCİ PONAT: “SULAR AYNI AKMIYOR” İnci Ponat’ın Sular Aynı Akmıyor (Ürün, 2010) başlıklı öyküler toplamı, yazarın daha önce yayımladığı anlatıroman türündeki yapıtı ardından ilk kitabı. Ustalığa ulaşmış bir yazardan beklenebilecek anlatım gücüne, dilsel seçiciliğe, yerleştirme yetisine sahip kalem izlenimi bırakıyor ilk öyküler toplamında İnci Ponat. Ancak son dönemde farklı biçimde yeniden terbiye edilmiş okur bu anlatı biçimine bakıp “geleneksel” diye burun kıvırarak öteleyebilir de bunu… “Yazın” diyoruz ya, bir yazı güzelliği, yazı beğenisi aranmıyor artık günümüzde. Oysa hâlâ geçerliliğini koruyan, hep koruyacak olan bir nitelik bu. İşte Ponat, sıçramalı, geçişken anlatımıyla tatlar salan, insanda okuma isteğini sürekli kamçılayan bu tür öyküler verimliyor. Kaldı ki Ponat, geleneğe bağlı bir anlatıcı konumu sergilemekle birlikte anlamlandırmaya sırt dönmeyen, öykülerini sıcak, içten duyarlıklarla bezeyen, şurubu kıvamında yazar olduğunu gösteriyor. Ayrıca öykünün nasıl yapılandırılacağını da iyi biliyor. İnsan yazarın verdiği emeğin izlerini sayfalar arasında gezinirken de anlayabiliyor. Bu çerçevede özöyküsel ile elöyküsel anlatıma dayalı kurarken verimlerini yazar, öykülerin içlerinde saklı nitelikleri bütüne yaydığı sezdirilerle duyuruyor. Öykülerinin elöyküsel anlatımlılarında kuru bir anlatıcı gibi görünmeyişi, özöyküsel anlatılarda anı aktarıcısı gibi durmayışı onun, yükselen bir başarı da getiriyor İnci Ponat’a. Bütün bunların gelenekçi anlatı tutumuna karşın yaşanmışlık hamuruyla karılarak kotarılması üzerinde de durulmalı. Çünkü herkesin ilgisini çekebilecek bir akışkanlık kazandırıyor bu durum öyküye. Nitekim çocukluk, yeniyetmelik yaşlarındaki kızların bakışlarıyla kaleme alınmış öyküler bunu somutluyor bir bakıma. Ayrıca artalanları sıkılayıp bunlara yoğun kıvam kazandırarak, doygunlukları yerli yerinde gerekirlikleri karşılanmış, işlek, çalışır düzenekte anlamlandırmanın da önünü açıyor Ponat. Bu haliyle severek, derin hazlar alarak okuyorsunuz andığım öyküler toplamını… FÜGEN KIVILCIMER: “CANIM SIKILIYOR” Fügen Kıvılcımer’in yayımladığı Canım Sıkılıyor (Artshop, 2010), yukarıdaki iki örneğin dışında tam anlamıyla ilk öykü kitabı, ilk kitap. Kıvılcımer, yazın dergilerinde özellikle şiir türünde epeyce görünmüş olmakla birlikte ilk kez kitap yayımlıyor, “Hadi Anlat!” adlı anlatısından öğreniyoruz bunu. Yazarın, “Ey bütün kursların geç kalmış gediklisi/ hep aynı fırtına ense kökündeki” (85) dizesiyle kendine seslenişindekine benzer biçimde sanat üretimi bağlamında yapmadığı, girip çıkmadığı, denemediği iş kalmamış sanki… Belki bunun da yol açtığı esriklikle, uçarı dalgalanmalarla, hani ne denir bir türlü yerinde duramayan kıpır kıpır bir dille verimliyor öykülerini Kıvılcımer. Gerçekten öykülerde, yazarın bu gelişmiş anlatı dili hemen dikkati çekiyor. Kurduğu söyleşimlere bakıldığında, bunun tiyatro metinleri için de yerli yerinde, çok uygun bir dil olduğu görülebiliyor hemence. Yer yer yaşantıların, bu çerçevede ilişkilerin odağa alındığı olay temelinde, hatta açık biçimde kaleme alınmış örnekler bunlar, delidolu bir anlatıcı formunun da doğrudan eşlik ettiği. Ancak yine de böylesi düzayak ifadeyle geçiştirilemeyecek yapıya sahip bu öyküler. Şu anlatıcı üzerinde durulmalı biraz. Başına buyruk, olgun yaşta bir kadın anlatıcının serüvenleriyle örüntülenmiş öyküleri de denebilir bunlar için. Nasıl bir anlatıcı ya da öykü kişisi peki bu? Kendisini didikleyip eşeleyen, sorgulayıp yer yer alaya alan hatta aşağılayan, ama yaşama isteği yüksek, varoluşsal inadıyla dimdik hep ayakta duran biri… Sanat dünyasıyla kurduğu iç içelik üzerinde durulabilir bir başka özellik olarak öykülerde. Şiirden resme, tiyatroya, tıpkı yazarın yaşamöyküsünden sızdırılabilecek bilgilere benzer biçimde. Suda kayarcasına oradan oraya zaman, uzam değiştirmelerle örülü yolculuklara çıkarılıyoruz çünkü. Ece Ayhan’ı, Mümtaz Sevinç’i odaklayan öyküler, bu yönde örneklenebilir. İnsanı saran dedikodu havasında bir çırpıda okuyuveriyorsunuz bunları. Bu çerçevede belki kolay okunan, ama bıraktığı tat, kolayca uçuvermeyen öyküler toplamı denebilir bunlar için. İşte üç kadın yazar, işte onların ilk öykü kitapları, bunlarda karşımıza çıkarılan evrenler, kişiler… Kadın yazarlarımızın ilk öykü kitaplarını okurken çok yönlü yararlar sağılacağı açık bundan. Yüz yüze geldiğimiz kadın karakterler, acıya dirençli güçlü yapılarıyla dikkati çekiyor hep. Yeter ki biz, başkalarının pompalamasında okumalar yapan birileri olmayalım, kendimiz olmayı başararak yönelebilelim ilk öykü kitaplarına… İlk öykü kitapları, gün yüzüne çıkan bilincin de ışığı çünkü… ? lk öykü kitapları üzerinde duruşum boşuna değil, kadın yazarların ilk öykü kitaplarına yönelişim de öyle… İleri haftalarda erkek yazarların ilk öykü kitaplarına da getireceğim sözü… Ama şimdi sırada kadın yazarlar var… Ayrıca hemen ekleyeyim; kadın yazarların verimleri, erkek yazarlar açısından da büyük önem taşıyor. Çünkü erkekler eril erkin ardılı konumunda kurdukları evrenler aracılığıyla hep vazedici oldular. Kadınlar onları okudu, erkekleri tanıdı gereğince, peki erkekler kadınları tanıdı mı? Aysu Erden, Türk Edebiyatında Kadın Yazarlar / KötücüllükCinsellikErotizm (Hayal, 2011) adlı yapıtında bu konuya da yer açıyor. Çünkü, “(k)adın ya da erkek olsun, yazarların insana, topluma, ilişkilere bakışlarını anlamak ve incelemek çok önemli… Ancak kadın yazarların, özellikle toplumdaki hemcinslerine ve onların sorunlara bakışını ve duyarlılığını incelemek ayrı bir önem taşı(yor).” (20) Kadın yazarları okumanın getirdiği yararlar üzerinde tek tek duran Erden, dokuz ayrı maddede bunları sıralarken şunların altını çiziyor bu arada: “Erkek okurlar, toplumdaki hemcinslerinin farklı kadın kimlikleriyle ilgili olarak yarattıkları imajlara, gerçek hayatta başkaldırmaya cesaret edemeyen kadınları temsil eden kurmaca kadın kimliklerinin başkaldırılarına tanık olmaktadır…” Bu arada “(g)erçek hayatta kadınların SAYFA 20 ? 1 MART 2012 İ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1150
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle