Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sonu gelmeyen çok tehlikeli hastalık: Efsanetarih İki buçuk yüzyıla yayılan HabsburgOsmanlı çatışmasının temel sebebi neydi? Andrew Wheatcroft Kapıdaki Düşman’da, üç asır önceki mücadeleleri okura adeta muharebe meydanındaymışçasına bütün şiddetiyle yaşatarak anlatıyor. ? Perihan ÖZCAN arayın ikinci avlusundaki divan toplantısı geç saatlere kadar sürdü. Alınan iki önemli karara itiraz eden olmadı. Osmanlı ordusu Habsburgların başkenti Viyana üzerine yürüyecekti ve orduya bizzat padişah komuta edecekti. Bizans surlarının biraz ilerisine, Çırpıcı Çayırı’na ordugâh kuruldu. Topkapı Sarayı’nın neredeyse bütün olanaklarına sahip bir “göçer saray” dı bu. IV. Mehmed’in tahtı mücevherlerle süslü, yağmur ve kar geçirmeyen çadırı ise diğerleri gibi lüks halılar ve pahalı kumaşlarla kaplıydı. Çok sayıda ırmağa köprü kurmaya yarayacak büyük vinçler dahil her türlü teçhizat hazırdı. Ordunun hazırlıkları olağandı. Tuhaf olan, Osmanlı ordusunun ateşkes devam ederken Viyana’yı almak üzere Habsburglarla savaşmaya gitmesiydi. Viyana’yı almanın sembolik önemi ve IV. Mehmed’in atalarının başarılarıyla boy ölçüşecek bir zafer kazanma isteği dışında bir neden yoktu savaşmak için. Ordugâhta birkaç gün görünen sultan, komutayı Sadrazam Kara Mustafa Paşa’ya devrederek geri döndü. Sadrazam, ilk kez Kanuni Sultan Süleyman’ın 1529’da kuşatıp ele geçiremediği Viyana’yı almaya odaklanmıştı. Ne var ki yetenekleri sınırlı bir askerdi. Tedarik noktalarına bu kadar uzak bir noktada zafer kazanabileceğine ihtimal verilmemesine rağmen olağanüstü bir çabayla kenti kuşatmayı başaran ordusunu saldırılara karşı koruyacak hiçbir önlem almadı. Leh, Saksonya ve Bavyera birlikleriyle desteklenen Habsburg ordusu, imparator I. Leopold’un beklediğinin aksine, adı dehşetle anılan Türkleri on iki saatte bertaraf etti. Ve Türklerin Viyana’yı ikinci kez alma hayali, 12 Eylül 1683 günü hüsrana döndü. Habsburglar, Osmanlılarla savaşmaya devam etti. Kanuni’nin fethettiği bütün toprakları on altı yıl içinde geri aldılar. İki imparatorluk arasındaki iki buçuk yüzyıla yayılan çatışma, 4 Ağustos 1791’de Tuna’daki liman kenti Sistova’da sona erdi. Peki Habsburglar ile Osmanlılar birbirleriyle niçin bu kadar uzun süre savaştılar ve sonunda neden vazgeçtiler? İki imparatorluğun sonradan yazılan tarihleri bunu nasıl açıklıyor? Bu açıklamalar neden sadece Avusturyalılarla Türkleri değil de daha geniş kesimleri ilgilendiriyor? Bunları bilmek neden önemli? Bunları bilmenin bugüne katkısı ne ve geleceğe nasıl bir katkısı olabilir? İşte Andrew Wheatcroft, Kapıdaki Düşman Habsburglar ile Osmanlıların Avrupa Mücadelesi’nde bu sorulara cevap veriyor. Yazar bunu yaparken önce iki imparatorluk arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları ele alıyor. Aralarında inanç çatışmasından doğan bir rekabet olduğu ön saptamasının ardından “iki imparatorluk da yeniydi ve ikisi de yetkilerini kadim köklerinden almak istiyordu” diyerek can alıcı bir hususa dikkat çekiyor. Aynı dönemde bürokratik imparatorluk sistemini kurduklarını, 1680’lere gelindiğinde ikisinin de yıpranmış durumda olduğunu ve yenilenmeye ihtiyaç duyduğunu ifade ediyor ki, Wheatcroft’un analizleri bu noktadan itibaren büyük önem kazanıyor. Çünkü bugünkü milliyetçiliğin kökleriyle kimi söylemlerin kaynağına inmeyi ve gerçeklerle yüzleşmeyi mümkün kılıyor. Wheatcroft’a göre Habsburglar ve Osmanlılar, onlara giderek yabancı gelen dünyada, geniş ölçekli projelerle hanedanlıklarına yeni misyonlar belirlemişlerdi. Osmanlıların Şam Mekke arasına yaptığı demiryolu ve Habsburgların toplumsal birliğe dair yaratmaya çalıştığı kamusal görünüm, bu misyonları yeterince açık bir biçimde sembolize ediyordu. Fakat “1800’lerin başında iki imparatorluk da küme düşmüştü. Boş yere statülerini yükseltmek istiyorlardı.” “Tebaalarının çoğu büyük bir hevesle moderniteye geçmiş olmasına rağmen iki tarafta da hükümdarlar değişim için neden göremiyordu. İkisi için de tek seçenek vardı: geçmişte kalan ihtişamlarını, bugünkü ve gelecekti konumlarının temel ilkesi haline getirmek.” Böylece “miras” kavramını icat ettiler. “Geçmişteki zaferlerini kutlamaya ve anmaya başladılar.”Avusturya tarihinde Osmanlılarla savaşılan döneme Kahramanlar Çağı dendi. Türkler, II. Mehmed (Fatih) ve I. Süleyman’ın başarılarını kutsallaştırdılar. En “iyi”, en “şerefli”, en “cesaretli” savaş tarzının kendilerininki olduğuna inanmayı tercih ettiler. “İki imparatorluk da geçmişlerinden seçtikleri şeyleri bir araya getirerek tarihlerini bilinçli olarak değiştirip yeniden yazdılar. Gerçekliği yeniden yazabilecekleri, hatta aşağılandıkları durumları zafer kazanmış gibi gösterebilecekleri bir sistem yarattılar.” Yeniden yapılanan Avrupa düzeni içinde “ezeli düşmanların söze dökülmemiş bir ortaklık içinde karşılıklı çıkarlarını keşfetmeye başladıklarını” hatırlatan Wheatcroft, “Osmanlılar ve Doğu’nun giderek dinî nefret konusu olmaktan çıkıp araştırmayı ve anlamayı hak eden tarihsel ve kültürel bir olgu haline gelişini” anlattıktan sonra “Viyana, Doğu ile Batı’nın buluşma noktası oldu” diyor. Ardından “Türklerin Avrupa Birliği’ne girmesine izin verilmemesi gerektiği, aksi halde 1683’te yenildikleri yere girmeyi başaracakları” sözlerinden hareketle, önemli bir tespitte daha bulunuyor: “1683 Viyana Kuşatması yüzyıllar önce olduğu gibi bugün de Batı’ya karşı Doğu’nun, Müslümanlara karşı Hıristiyanların sürekli mücadelesine ilham veren bir metafor haline dönüştü.” Eski paranoyaların sürdüğünü ortaya koyduktan sonra, geçmişteki sert tutumun XIX. yüzyılda azaldığını ve “yeni bir tür ilişki geliştiğini” belirtiyor. Wheatcroft’un belki de en çarpıcı iki uyarısından biri şu: “Geçmişin karanlık yanlarını deşmek, silah olarak kullanmak için sahte anılar yaratmak riskli bir iştir. (…) Efsaneye dönüştürü S Kapıdaki Düşman/ Andrew Wheatcroft/ Çeviren: Neşenur Domaniç/ Doğan Kitap/ 364 s. Ferruh Tunç'un Tunç Ayna'sı, şairinin geniş atlasını ve şiirimizin gelişkinliğini de gösteriyor. Ahmet Telli Andrew Wheatcroft Andrew Wheatcroft’tan ‘Kapıdaki Düşman’ len tarih, gaddarlığın bahanesi haline geldi: Etnik temizlik, XX. yüzyılın en tiksinti verici yeniliklerinden biridir.” Ve ikincisi: “dünyada kol gezen efsanetarih: Çok tehlikeli bir hastalık gibi sonu gelmiyor.” Türkiyeli okurun Korkunç Türk – Batının Gözüyle Osmanlı kitabıyla tanıdığı Wheatcroft, Kapıdaki Düşman’da daha zor bir işin üstesinden geliyor. Bütün bu analizleri, üç asır önce verilen mücadeleleri okura adeta muharebe meydanındaymışçasına bütün şiddetiyle yaşatarak, objektif bir bakış açısıyla yapıyor. Bunların yanında Batı’nın Türklere uygun gördüğü “zalim, ihtiraslı ve kör inançları sebebiyle merhametsiz bir ırk” imajını da kanıtlarla çürütüyor. Kapıdaki Düşman, özellikle askerî ve siyasi tarihe ve savaş hikâyelerine meraklı olanlara hitap ediyor. Bununla birlikte, salt Batı’nın gözündeki Türk imgesinin nasıl oluşturulduğunu anlamak isteyenlere de sesleniyor. ? tfisekci@gmail.com 20 ARALIK 2012 Dağıtım ALFA 0212 511 53 03 ? SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1192