30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? ile bu konuda görüşmeler de yürütülüyor. Ama devleti sizin deyişinizle işkillendiren ise dış güçlerin de teşvikiyle çıkan bu isyanlar oluyor. Fransızlar ve İngilizler, hatta İtalyanlar Ermenilerle bir olup Dersim İsyanı’nı kışkırtmıştır; bu bir gerçektir. Casuslar yollamışlardır, azimle uğraşmışlardır. Kışkırttılar, kullandılar fakat işler sarpa sarınca da toz oldular. Asıl olan kimi fiilen kimi de ruhen paramparça olan çoluk çocuğa, sivil halka oldu. ‘13 YILDA 18 İSYAN VAR! İsyanların devamı da geliyor... 1930 yılı dışında, 1924’ten 1937’ye kadar, on üç yılda on sekiz isyan var, Dersim en sonuncusu. Ve devlet harekete geçiyor. Harekete geçiyor ama o “işkil”e ilişkin şunu da belirtmeliyiz; devletin bölgeye dair, isyanların öncesindeki gözlemleri de var o da nüfus yoğunlaşmasının başlaması. Unutmayalım ki genç cumhuriyete, o döneme egemen olan düşünce “Türklük bilincinin geliştirilmesi ve yerleştirilmesi. Devlet diyor ki Kürtler Dersim’de toplanıyor, bunlar isyan edecek. 1926 ile 1936 arasında sekiz Dersim raporu var (1935 ile 1961 arasında ise, önemli sayılan yedi tane Kürt raporu var). Yani Dersim’e yapılacak harekâtın yasal çerçevesi hazırlanmaya başlıyor. Ve bu 1937’ye kadar sürüyor ki bu 1925 Şark Islahat Planı, 1934 İskân Kanunu, 1935 Tunceli Kanunu çıkarılıyor. İşte 1924 Anayasası’ndaki değişiklikler, Ceza Yasası’nın ünlü 141 ve 142. maddelerinin o sırada kabul edilmesi ki düşünce özgürlüğünü ortadan kaldırıyor, her hareketi bir eylem kabul edip cezaya dönüştürüyor. Türk düşünce hayatını da 50 yıl boyunduruğu altına alıyor. O sırada 141 ve142. maddeler geliyor yani geniş perdede düşünce yasakları anlamında da bir hazırlık var. Tüm ülkeyi ilgilendiriyor sadece bir bölgeyi değil bu anlamdaki yasak. Tedip bu yönüyle bir şekilde tüm ülkeye de uygulanıyor yani! ‘DEVLETİN ORADA RESMİ REFLEKSİNİ ANLAMAK MÜMKÜN AMA...’ reddediyor. Rusları kovalıyor, devlete isyan etmiyor orada. Bir de maddi imkânsızlıkları var cumhuriyetten yana. Coğrafya olarak çok vahşi bir bölge, geçimlerini sağlayamıyorlar, yeteri kadar yiyecek içecekleri yok, toprak yok, üretim yok. Neyle yaşayacaklar, nasıl geçinecekler? Bu onları zaman zaman zora itiyor. Devlet de bu konuda yardımcı olmuyor ve itiyor onu. Çünkü bölge baştan beri sorunlu ya, biz bu insanları böyle terbiye edeceğiz zihniyetiyle hareket ediyor devlet. Üstelik terbiye ederken de kafası o kadar karışıyor ki devletin, oraya gidip rapor yazan koca koca adamlar, Dersim’de Kürt yoktur, Dersim’in halkı Kürt’tür ama Türk’tür diyorlar. Yok ama var yani! Bu kadar da kafa karışıklığı içindeler. ‘SEYİT RIZA, ÖCALAN’A GİDEN ÇİZGİDİR. GELEN GİDENİ ARATMIŞTIR’ rı beslemesin”. Peki sivil kayıpları öngörmüyor mu? Onu düşünmüyor çünkü devlet kendisine bir görev vermiş o da bombalıyor. Sonra bombalamadan dönerken ya da uçaklarla dönerken bölgeden Elazığ’a geliyorlar, orada Seyit Rıza ile görüşüyor. Fakat o görüşmenin içeriğine ilişkin hiçbir şey bulamadım ne dönemin basınında, ne de başka bir kaynakta. Devletin gizli belgelerinde de zaten o görüşmenin kaydı yok. ‘37 VE 38 BİR İSYANI BASTIRMANIN ÖTESİNDEDİR!’ Öte yandan sizin de vurguladığınız gibi ulusdevletin 1924’ten itibaren bu isyanlara tepkisiz kalmasını beklemek de yanlış. Elbette, dönemin özelliği işte burada ortaya çıkıyor, genç bir cumhuriyet, yeni kurulmuş bir devlet söz konusu. Kurtuluş Savaşı sonucu ülke bütünlüğünü sağlamış, çeşitli etnik grupları kendi içinde kaynaştırmış. Kuzeyinde Stalin var, Avrupa’da Hitler ve Mussolini var yani diktatörler arasında, faşizm ile komünizm arasında sıkışmış genç bir cumhuriyet ve tehdit altında hissediyor kendini. Dolayısıyla orada devletin resmi refleksini, hazırlığını anlamak mümkün. Ama üzerine öyle bir gidiyor ki ne evrensel hukuk kalıyor ne insan hakları kalıyor. İsyanların üzerine giderken isyancılarla sivil halk arasındaki ayrım kayboluyor. Kayıp kızlar, köylerin yakılması, halkın mağaralarda kurşuna dizilmesi, sürgünler ve yaşanan binlerce insani dram günümüzde hepimizi tarihimizle yüzleşmeye en çok bu nedenle zorluyor. Dersim denilince akla en başta gelenlerden biri de Seyit Rıza. Nasıl bir kırılma noktasıdır Seyit Rıza? SAYFA 16 ? 20 ARALIK Teslim olmadan önce Seyit Rıza’ya Mustafa Kemal’le görüştürme sözü veriliyor ama tutulmuyor, sorgu alaycı geçiyor, Seyit Rıza da “Fransızlar ve İngilizler, hatta İtalyanlar Ermenilerle bir olup Dersim “Ben ölürüm, başka Seİsyanı’nı kışkırtmıştır; bu bir gerçektir. Fakat işler sarpa sarınca da toz oldular. Asıl olan kimi fiilen kimi de ruhen paramparça olan çoyit Rıza’lar çıkar” diyor. luk çocuğa, sivil halka oldu” diyor Yalçın Doğan. Bu cümle Abdullah Öcalan’lara giden çizgi Şöyle, onu olaylar lider haline getiriye mi işaret ediyor? yor. 91 tane aşiret var fakat isyana katı Evet, bence odur. Çünkü şu; zor zolan asıl 6 aşiret, başlarında da Seyit Rıza ru doğuruyor. Zorla bir şeyi çözemiyorki devlete uzak biri de değil. Ruslar sunuz. Etnik probleme bağlı ‘terör’ ilk Kars’a, Erzurum’a işgale geldikleri zakez bizim başımıza gelmiyor, dünyada man peşlerine düşüyor, onlara karşı saörnekleri var. Zor kullanma yoluna gitvaşıyor. Sonra oğlu bir başka aşiret taratiğiniz zaman karşı tarafta aynı yönteme fından öldürüldüğünde cephanesi yok, başvuruyor bu kadar net. Orada bir gidiyor devlete ve devlet cephanesi bize korku imparatorluğu kuruluyor, sadece helaldir, bana cephane verin bu aşiretin korkuya dayalı bir itaat bekleniyor. Ve kökünü kurutayım diyor. Devletle o kabugünlere gelindi, Seyit Rıza idam edidar içli dışlı yani. lirken çok doğru söylemiş. Gelen gideni Ama ayaklanıyor… aratmıştır. Ayaklanıyor çünkü en önce devlet iti Atatürk’ün Seyit Rıza hakkındaki yor onu. Oğlu öldürülünce cephane isteyaklaşımı… diğinde devlet yardımcı olmuyor, bu du Şimdi orada rivayet muhtelif ama rumu aşiretler arasında kavgaya dönüşmuhtemelen böyle bir isyanın tabii ki türüp Seyit Rıza’dan faydalanmak istibastırılmasını istiyordu. yor. Yani aşiretleri birbirine düşürmek Dersim’i bombalayanlar arasında için Seyit Rıza’yı harcamak istiyor ve buSabiha Gökçen de var. nu başaramıyor. Çünkü bölgenin en et Evet. kin adamı Seyit Rıza, üstelik seyit yani Seyit Rıza ile de görüşmüş ayrıca. Peygamber sülalesinden, dinsel anlamda Evet, fakat ne konuştukları bilinmida bir gücü var. yor. Şimdi Sabiha Gökçen şöyle var, dağlara çıkan Kürtleri bombalama gör‘DEVLET’İN KAFASI KARIŞIK: evi veriliyor ve bombalayacaklar pilotlar ‘DERSİM’DE KÜRT YOKTUR, içinde o da var. 193738 yılı gazetelerinHALKI KÜRT’TÜR AMA TÜRK’TÜR! de kendisiyle röportaj yapılmış, hatta ta DİYORLAR’ 1956’da kendisiyle Milliyet’te bir söyle Cumhuriyeti anlıyor ve aklı yatıyor şisi var ve kurduğu cümle aynen şu: aslında… “Evet, ben 50 kilo bomba attım. Keçile Kesinlikle, Şeyh Sait ona gelip işte ri bile vurdum çünkü keçiler dahi geribirleşip Atatürk’ü yok edelim teklifini de kalmasın dolayısıyla dağdaki insanla2012 Dersim’i gölgeleyenlerden biri de, işte cumhuriyet yeni kurulmuş, insanlar o coşku dalgasıyla sadece cumhuriyete bakmayı tercih ediyorlar, Dersim’e değil. Oradaki sivil kayıpları görmüyorlar. Tabii onu gayet iyi örtüyor. 37 ve 38 bir isyanı bastırmanın ötesine geçiyor. Tek parti iktidarı Dersim’e gerçekte bir Cumhuriyet uygarlık projesi olarak bakıyor. Bunun önünde kimse duramıyor, Meclis’te kabulü sırasında tek olumsuz oy çıkmıyor. Harekâtın ilk bölümünde Başbakan İsmet Paşa, sonra daha uzun süre Celâl Bayar’dır. Enteresandır, İsmet Paşa, Şeyh Sait İsyanını bastırmak için geliyor, Seyit Rıza İsyanını bastırdığında ayrılmak zorunda kalıyor. Ve asıl ve daha uzun olarak Celâl Bayar başbakandır o sırada. İsmet Paşa, Seyit Rıza yakalandıktan sonra işte 1937 EylülEkimi’ne kadar olan olaylarla ilgili Meclis’e ve dolayısıyla dünyaya da bilgi veren bir konuşma yapıyor. Fakat Dersim’de yaşananları çok minimize ediyor yani hem ölen sayısını hem kullanılan cephane oranını hem orada ne olup bittiğine ilişkin bilgileri çok minimize ediyor. Yani o kadar da önemli göstermek istemeyen bir üslup kullanıyor. Kitabın adında da yer veriyorsunuz “19371938 Hatta 1939” diye, neden “hatta 1939”? Bugüne kadar Dersim denildiği zaman 193738 akla geliyor. Evet, 16 Eylül 1938’de ‘harp hükümleri’ sona eriyor. Telgraflardaki deyişle bölgeye ‘huzur geliyor’ hatta o telgraflarda bu ‘huzur’u ifade etmek üzere tabiat tasvirleri yapılıyor, işte hava çok güzel, ağaçlar çiçek açtı gibi. Fakat 1939 raporlarına ya da gizli belgelerine baktığımda 1939’da da bu harekâtın devam ettiğini gördüm. Çünkü fırsat kollayan eşkıyalar karakollara baskın düzenlemeye, jandarmayı pusuya düşürmeye devam ediyor. 1938 Ocakı’nda 7 jandarma ölüyor. Tedip harekâtı bunun üzerine yeniden başlıyor ve 1939’da da arama, tarama faaliyetleri, zapturapt sürüyor. DÖNEMİN İBRETLİK BASINI: ‘DERSİM İSVİÇRE OLUYOR!’ Dönemin basınına bakınca bugünü aratmıyor, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın kanalından basına sıkı bir ayar çekili. Aynen. Andıç! Hangi haber ne kadar verilecek, sütunu, sayfa sırası, uzunluğu falan belirlenmiş. Alabildiğince sansürlü yani. Koca koca adamlar gidiyor oralara Ahmet Eminler, Falih Rıfkılar falan, ayrıca oradaki gazetecilerin yazdıkları da inanılır gibi değil. Dersim şu anda İsviçre gibi oluyor ? falan gibi yazılar çıkıyor. Elbette CUMHURİYET KİTAP SAYI 1192
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle