30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hasan Özkılıç’ın romanı ‘Zahit’ üzerine 80 sonrasının acılı, kasvetli ve de cümbüşlü havası Gelenekten ödünç aldıklarıyla, kurduğu masalsı evreniyle, bilmediğimiz kahramanların duyuş ve duyarlıklarını öyküleriyle edebiyatımıza kazandıran Hasan Özkılıç’tan bir ilk roman: Zahit. Edebiyatın kültürel belleğin oluşması ve taşınması özelliğine dair bir temsil işlevini üstlenmeye soyunmuş. Edebiyatımızda henüz yeni yeni konuşulan zorunlu göçler, açlık grevleri, ölüm oruçları, örgütler, örgütsel çelişkiler, sınıfsal açmazlar romanın toplumsal arka planını oluşturmakta, okuruyla en çok buraları tartışmayı arzulamakta. Özkılıç’la romanını konuştuk. ? Asuman SUSAM evgili Hasan Özkılıç, öncelikle romanın adından başlayalım: Zahit. Roman tanrısal bakış açısıyla bölüm bölüm, parçalanmış bir ailenin bireylerinin birbirinin içine geçmiş öykülerinden oluşmakta. Zahit de onlardan biri. Onun dışında Süsen, Nahit ya da Gülcan’ın hikâyeleri de en az Zahit’in yolculuğu kadar romanda yer alırken Zahit neden romanın adı olacak denli öne çıkartılmış? Bu adı bir tezin, bir iddianın işareti olarak mı ele almalı okur? Böyle bir düşünceyle yola çıkmadım. Tezli bir roman yazmak, diye bir derdim yoktu. Ben ülkemizde yaşanan ve içimi yakan kimi olayları bir romanla anlatmak istiyordum. Romanın yazılış sürecinde dört beş isim belirlemiştim. Bunlardan biri de Zahit’ti. 70’lerin başında, daha üniversitede öğrenciyken bu ad zihnime takılıp kalmış. Hem şiiri güzel hem de müziğini sevmiştim. Ruhi Su’dan dinlerdim Zahit’i. Onun o tok, insanı sarsan sesini bir düşünsene, (mutlaka dinlemişsindir) nasıl da sarsar insanı! Bilirsin yine o yıllarda Yılmaz Güney “Ağıt” filminde de kullandı Zahit’i. O sahne de çok çarpıcıdır. Bir çatışmada yaralanan Yılmaz Güney’i yoldaşları ağaçtan yaptıkları sedyeyle taşırken, Zahit’i sözleriyle değil, müziğini mırıldanarak söylüyorlar. Ah, o sahne yoldaşlığı, dayanışmayı, insanın güzel yanını ne güzel anlatır… İşte bütün bunlar romana Zahit adını seçmem için yeterli bir nedendi. Zahit’i bir ilahi olarak yorumlayanlar da var. Dörtlükler halinde yazılmış Halk şiirine benziyor. Şiir/ilahi’yi yazan Muhy’i, Bektaşi şair. SAYFA 10 ? 20 ARALIK bitti, çıkın falan demedi. Cezaevinden çıktığımda gün bitmek üzereydi. Neyse, aklım cezaevinde, akşamın geç saatinde ayrıldım Bergama Cezaevi’nden. Bilindiği gibi cezaevlerinde 19 Aralık operasyonu sonrası da bu kez hem bu kanlı operasyonu protesto etmek hem de F tipi’ne karşı isteklerin yerine gelmesi için eylemler aynı hızla, üstelik bu kez daha güçlü, dalgası dalga yayılarak devam etti. Bergama Cezaevi’nde tanıştığım ve sohbet ettiğim o arkadaş (adını bilerek açıklamak istemiyorum) açlık grevine başladı, sonra da ölüm orucuna çevirdi direnişini. Ne yazık ki bu yiğit devrimci de yaklaşık bir yıl sonra ölüm orucunda yaşamını yitirdi. Çok gençti. Yüzü, konuşma biçimi, tel örgünün öte yanında sürekli hareket hali, derin siyasi bilgisi, kültürel yapısı günlerce gözümün önünden gitmedi. Yüreğimde bir yara olarak kaldı. Tabii yaşananları herkes gibi ben de yakından izlemiştim. Romana başladığımda yaklaşık yedi sekiz yıl geçmişti bu olayın üzerinden. Yazma sürecinde, ölüm oruçlarına ilişkin bölümlerde, hele hele sona doğru gözyaşlarımı tutamıyordum. Yaşanan süreci biliyoruz. Ne oldu, nasıl bir trajediyle sonuçlandı, hepsini biliyoruz. Roman da oraya gitmek, bu yaraya parmak basmak zorundaydı. ‘DÜŞLEDİĞİM ROMAN’ Dil ve anlatıma dair özgünlüğünü öyküde kanıtlamış bir yazarsınız. Zahit’te de öykücülüğünüzün izleri ağır basmakta. 45 kısa bölümden oluşan romanda her bir bölüm, çemberini kapatan bir bütünlüğü de içinde taşıyor. Elinizdeki böyle bir insan malzemesini öyküye değil de romana taşımanızın nedenleri nelerdi? Öncelikle uzun soluklu bir metindi düşündüğüm. Bir deftere, romanın kurgusuna, karakterlerin romana girdikleri noktadan hayatlarının nereye evrileceği noktaya dair çokça not almıştım. Romanın başlaması, (o köydeki büyük çatışmayı) düşlediğimde, ritmi, çatışmanın birden ortaya çıkması, Raşit de dahil, ailesinin o an yaşayacakları korkuyu, tedirginliği defalarca yazıp değiştirdim, yeniden yazdım. Yazmaya koyulduğumda neredeyse kendimi o evin içinde bir yedinci kişi olarak görüyordum. Aslında Zahit’e, 2010 yılında yayımlanan Lataros Değirmeni’nden önce başlamıştım. Arkadaşlarıma şöyle diyordum: “Yahu bu öykü var ya, öykü. Yaman kıskanç bir türdür. Bak ne edip edip yine araya girdi, kendini yazdırdı.” Evet araya girdi, Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika’da öyküler kendini yazdırdı. Sonrasında hemen yeniden Zahit’e döndüm. Evet, dediğim gibi daha ilk tasarladığımda, yaptığım programla, hikâyesiyle bir romandı düşlediğim. Ve işte o romanı yazdım. Roman kişilerinizin hemen hepsi trajik sonlara mahkum edilmiş. Bir dönem eleştirisi bağlamında bu bilinçli bir tercih miydi? Şimdi yaşadığım bir başka kısa olayı da, benim için çok hazin olan bir karşılaşmayı da burada anlatmak istiyorum. Bilirsin, Romanların sepetçi olanları var. Kültürleriyle, duruşlarıyla birçoğundan farklılar. Onların işi Anadolu’da sazlıklardan kamış kesip se? pet yapıp satmaktır. Geçimlerini S Doğum yılı belli değil. Ölüm yılı 1611. Ailesi İran Horsan’ından gelme. Çocukluğu Horasan’da geçmiş. Horasanlı oldukları için “Horasan Erenleri” olarak da anılırlar. Mensubu olduğu Horasan’dan gelen ve “Baramiler veya Hamzaviler diye anılan bu Bektaşi göçerler Ehlibeyt sevgisini önde tuttuklarından rafizilikle (terk eden, ayrılan, bırakan) suçlanarak kıyıma uğramışlardır. “Geleneğe göre Hamzaviler zincirlere vurulup Tuzla deresine atılmaya götürülürken bu ilahiyi söylemişler.” Köylerinin boşaltılması, evlerini boşaltıp bir gece yarısı yollara düşmeleri, gelip bir büyük kentin, hemen hemen hepsi yoksul olan Şenlikli Mahallesi’nde yaşama tutunmaları ve ondan sonraki hayatları… Benim için önemli olan bu hikâyeydi. PARÇALANAN AİLE Yakın toplumsal tarihimizin önemli yaralarına bir yaklaşma çabanız var romanda. Bir ailenin zorunlu göçle başlayan hikâyesi, ailenin trajik bir biçimde parçalanmasının ardından romana dönüşüyor. Bellek oluşturma bağlamında yazarlık sorumluluğu ve edebiyatın işlevi açısından size bu romanı yazdıran saikler nelerdi? 2000 yılının aralık ayında cezaevlerine yapılan o meşhur “hayata dönüş” operasyonundan yaklaşık bir ay sonra Bergama Cezaevi’nde siyasi tutuklu olan bir arkadaşımı ziyarete gittim. Orda, aynı siyasi yapıdan, yaşı yirmi, yirmi beş civarlarında olan bir başka siyasi tutukluyla geldi görüşe ve arkadaşım beni onunla tanıştırdı. Onlar 2012 tel örgünün öbür yanında, ben bu tarafta yaklaşık iki saatten çok sohbet ettik. Hatta arkadaşım zaman zaman içeri gitti sonra geldi ama İstanbullu olan arkadaşı yanımdan ayrılmadı. Çok okuyan biriydi. Konuşulacak o kadar çok konu vardı ki ben bitirmeden o başlıyordu. Benim için önemli olan cezaeviydi, onun için hayata dair her şey. Kalkıp ziyareti bitirmek istemiyordum. Başka ziyaretçiler gelip görüşüp çıkıyordu ama ben çıkmıyordum. İdareyle böyle bir anlaşma mı yapmışlardı, kimse de gelip hadi görüşünüz Hasan Özkılıç’ın bu ilk romanı eleştirel bağlamda edebiyat dünyasının apolitikliğine dair de bir farkındalık yaratma arzusu taşıyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1192
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle