Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Ustalarla kol kola, dünya öykü yolculuğuna... arasında sayılabilecek ustaları kadar çeşitlilik içinde dünya yazarlarından seçkiler yayımlamak da kuşkusuz öykücülüğümüzün gelişimi açısından büyük önem, değer taşıyor… Öyleyse sözü fazla uzatmadan yayımlanan bu kitaplara geçebiliriz artık… TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜNÜN DÜNYA ÖYKÜCÜLÜĞÜYLE DANSI... İzak Babel’in öykülerini okumamış değildik kuşkusuz. Bunlar arasında özellikle Mehmet H.Doğan çevirisi Güvercinliğimin Hikâyesi / Seçme Hikâyeler (Sait Maden kapağıyla, Gerçek, 1968), Zeyyat Özalpsan çevirisiyle Kızıl Süvariler (Gün, 1968), Ragıp Zarakolu çevirisiyle Çocukluğumdan (Belge, 1981) başlıklı seçkiler anımsanabilir sanıyorum… Ancak “öykü şenliği”nde yayımlanan iki cilt, “Yayıncının Notu” doğrultusunda Babel’in, “tamamı(.) Türkçede ilk kez yayımlanan” öykü kitaplarını oluşturuyor… Babel, ele avuca sığmaz bir yazar kuşkusuz. Odessa Öyküleri için bir “Giriş” kaleme alan Cynthia Ozick, “Kafka ve Babel’in yirminci yüzyıl Avrupası’nın denkleri olduğu” (Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, 13) görüşünü öne sürerken insan, Babel’i, ister istemez bizim Sabahattin Alimizle, onun öykü anlayışı, sonra trajik yaşamıyla da ilintilendiriyor. Yalnız yaşdaş, kuşakdaş değil ikisi, aynı zamanda yazgıdaş da… Babel ile Kafka ikilisine dönük kimi yaşamsal koşutluklar kurarken öyküleme bağlamında BabelSabahattin Ali arasında bir örtüşme bulunduğunu görmemek için kör olmak gerekiyor… Etkisini olgusal olanın yazınsal gerçeklik düzleminde öyküye yerleştirilip yeniden kuruluşundaki katıksızlıktan alan müthiş sarsıcı anlatılar bunların tümü de… Aynı şekilde Heinrich Böll’ün öykü evrenine taşıdığı olguların da, aslında Babel öykülerinin hem yumuşak hem de sınırları belirsizleştirilmiş birer izdüşümü olduğu söylenebilir sanıyorum. Buna, kendi yaşamından kalkarak Sovyetlerle Almanya arasında öykü köprüsü kurduğu düşünülebilecek Hans Bender’den Kâmuran Şipal çevirisiyle yayımlanan İlya’nın Güvercinleri de (Gürer, 2010) eklenebilir. Böll, öyküye yerleştirip art arda patlattığı anlamsal ormanlarla geliştiriyor alımlama sürecini. Ayrıca yaşamdan süzülecek bir yaşantının nasıl yakıcı hale getirilebileceğini de gösteriyor. Nitekim Babel’in sözel dizge dışına çıkararak kurduğu anlamsallık ağının görece benzeriyle Böll öykülerinde de karşılaşılıyor. Kişilerin, Babel’deki gibi “korkuyu ağır bir gölge (halinde) peşleri sıra sürüklüyor” oluşu (25), derin mi derin bir insanlık tragedyasının önüne çıkarıyor bizi. Doğrusu bütün bunlar düş gücünün, yoğunlukla somutlandığı anlatı türünün öykü olduğunu gösteriyor bize… Bu çerçevede ro2012 man da, anlatımetin bağlamında oyun da, öykünün oldukça gerisinde kalıyor bana göre. ÖYKÜNÜN DÜŞ GÜCÜYLE KENDİMİZİ SINAMAK... Savaş, yokluk, güvensizlik, kişinin gerek kendisine gerekse başkalarına karşı tutumunda belirginleşen acımasızlık çerçevesinde, öykücülüğümüzün dünya öykücülüğüyle kol kola sürdürdüğü açılımlar üzerinde ayrıca durulabilir. Bunlar Babel, Böll öykülerinde olduğu denli Robert Walser ile Hermann Hesse’nin öykülerinde de gözlenebiliyor. Babel ile Böll’ün devrim sürecine, savaş yıllarına, sonrasında yaşanan çatışmalara, bunalıma özgülediği öykülerde, olağanüstü bir kucaklayışla, yürek tellerimizi titreterek getirilen serüvenler, insanların bu tarihi dilimde yaşadığı çarpıcı, aykırı, trajik oluntular okuru derinden sarsıyor. Yazarlar dış dünyadan taşıdığı yaşamsal olguları öyküleştirirken ustalıklarını ele verdiği kadar yazınsal alana kattıkları bu gerçekliğe bağlı dramatik anla yarılmaları da nasıl can alıcı burkuntulara dönüştürdüklerini gösteriyor. Böylece ustalıkla kurulmuş metinlerden oluşan birer öykü sebili halinde önümüze geliyor andığım kitaplar. Hesse’nin Gençlik Güzel Şey başlığı altında bir araya getirilen öyküleri, iki büyük çevirmenin, şair, öykücü olarak Behçet Necatigil ile Kâmuran Şipal’in de imzasını taşıyor aynı zamanda. Yıllar önce Necatigil’in aynı başlık altındaki çevirilerini (Varlık, 1963) soluksuz okuduğumu anımsıyorum yeniyetmelik yıllarımda. Nereden geliyor Hesse’nin yazınsal kavrayıcılığı? Yine Kâmuran Şipal çevirisiyle yayımlanan Hermann Hesse (YKY, 2011) adlı monografide Bernhard Zeller’ce vurgulandığı üzere, bunda “yapıtları(nın), yüzyılımız edebiyatında eşine az rastlanır biricik, büyük, insani olduğu kadar sanatsal bir itiraf” (8) oluşunun payı bulunmalı; bu derinden kavrıyor herhalde insanı. Hermann Hesse’yle aynı zaman diliminde yaşayan Robert Walser’in öyküleri ise daha başka bir havayla, “akıl masası”nda (84) yaratılan öykü erkesiyle kuşatıyor bizi. Gerçekten de öykülerini ilginç, farklı bir yolla kurmaya girişmiş; bu çerçevede anlatımcılığa kaymadan, dönüştürmeyi, ardı sıra anlamlandırmayı öncelemiş açık biçimli yapısıyla Walser’in öyküleri üzerinde özelikle durulması gerekiyor. Ayrıca Walser, biçemsel şaşırtmacalar kadar yazarlığa yönelik farklı yaklaşımlarıyla da dikkat çekici, şaşırtıcı, ötesinde silkeleyici tutum sergiliyor. Onun alaysamalı, açık biçimli anlatılarının, kimileyin kara anlatıyla örtüştüğü de gözlenmiyor değil. Okur kadar öykücülerin de okuması gereken bir yazar o. Alice Munro’yu, andığım öykü kitaplarıyla tanıdım ilk kez. Onun kadına yönelik bakışındaki derinliğin, ruhsal katmanlarla yoğunlaştırılıp farklı ruhsal karmaşalarla içlidışlı örüntülenişi, bu öyküleri, çağıltısı uzayıp giden birer anlatıya dönüştürüyor. Bu açıdan Mun ro’nun iki kitabı da okurların zevkle okuyacağı, yanısıra yazarların da yararlanacağı öykülerden oluşuyor bana göre… ÖYKÜDE FARKLI AÇILIMLAR İÇİN YENİ ADIMLAR... Bu yazarlar nasıl ki birbirinden farklı öykülemeler sergiliyorsa Raymond Carver ile David Vann öyküleri de biçemsel özellikleriyle farklılıklar yansıtıyor. Carver, kendilerini bir an için bile olsa başkaları yerine koyan veya koymak isteyen, başkalarının yaşadığını, yaşayabileceğini düşünerek bunun görece mutluluğunu duyan küçük insanların, kendiliğinden ortaya çıkan yabancılaşma olgusuna dayalı öykülerini büyük başarıyla aktarıyor bize. Ciddi bir yabancılaştırma yaklaşımı bu! Yazarın kısa öyküde sağladığı bu yabancılaştırma etmeni üzerinde ne denli durulsa yeridir herhalde. Geleneksel öykücülüğümüz dikkate alındığında, içimizde yakınlık duygusu uyandıracağı öngörülebilecek yazarın, orta tabaka insanlarına yönelik yaklaşımı da enikonu önemli. Carver, gözlerini başkalarının mutluluklarına dikmiş, mutsuzluklarındaki çözümü başkalarında ararken bunu onların bakışına göre ayarlayan, ancak böyle mutlu olunacağını düşünen kişilere yoğunlaşıyor… Her birinin, çözümü ötekinde aradığı, kendilerine başkalarının gözleri, değerleriyle baktığı bu insanlar, öykülerden bütünsel bir hava yayılmasını sağlıyor. Bu özelliklerle içkinleşen verimiyle Raymond Carver, küçük insanı anlatma yolunda farklı açılımlarla hem geniş hem zengin bir yelpaze getirebileceğini kanıtlıyor bir bakıma… David Vann, kendi öykülerine yönelik, “kurgu olmakla birlikte, gerçek olan birçok şeye de dayanıyor” (238) derken yaşadığı olgusal gerçeklikleri ilkin yazınsal gerçeklik bağlamında öykü evrenine taşıyıp soyutluyor, sonra da dönüştürüp kurmaca içinde bunları ortak bir paydanın eşitlenmiş öğeleri olarak sunuyor. Bu nedenle anlatılanlar, hiçbir biçimde yaşantısal gereçler halinde durmuyor. Çocukluktan yeniyetmeliğe uzanan süreçte anlatıcı oğlan, yarılmalarla örülü yaşamını onarmaya çalışırken bu tutumuyla öykülerde yeniden yeniden karşımıza çıkıyor. Anne baba ayrılığı yaşayan çocuğun sessiz yalnızlıklarla örülü yaşamını onarmak için çabalayışı, onlarla ya da çevredeki insanlarla farklı ilişkilenişler içinde ayakta durmaya çabalayışı buruk öyküler halinde işleniyor kitapta. Bu çerçevede yalnızlığını anlamlandırarak bunu yalnızlık olmaktan çıkarmak amacına dönük yoğun çabalayış bağlamında alınabilir anlatıcının tutumu. Düşleri hep fiyaskoyla sona erse, yaşadığı düş kırıklığı sonrasında sersemlese de ayağa kalkıp yeniden atılan, yeniden düş kırıklıklarına savrulan, köksüz gövdesiyle dik durmaya çabalayan kişilere, onların ruhsal karmaşasına özgülenmiş dikkat çekici öyküler… Evet, dünya öykücüleriyle çıkılan bu şenlik, ne yalan söylemeli, heyecanlı bir yolculuğa kışkırtıyor insanı… ? an Yayınları’nın “Öykü Şenliği” başlığıyla 2011’de sunmaya koyulduğu dizi, yeni kitaplarla sürüyor. Daha önce yayımlananlar üzerinde geçen yıl ekimde durmuştum… Yukio Mişima’dan (19251970) Yaz Ortasında Ölüm (Çev.: Hüseyin Can Erkin), Stefan Zweig’tan (18811942) Hayatın Mucizeleri (Çev.: Esen Tezel), Antonio Tabucchi’den (19432012) Zaman Hızla Yaşlanıyor (Çev.: Nihal Önol), Carlos Fuentes’ten (19282012) Kaygı Veren Dostluklar (Çev.: Pınar Savaş), Cuniçiro Tanizaki’den (18861965) Sazende Şunkin (Çev.: Oğuz Baykara), Salman Rushdie’den (d.1947) Doğu, Batı (Çev.: Begüm Kovulmaz) Thomas Mann’dan (18751955) Zor Saat (Toplu Öyküler 1, Çev.: Sami Türk), Alice Munro’dan (d.1931) Bazı Kadınlar (Çev.: Cem Alpan), Gabriel Garcia Marquez’den (d.1928) Mavi Köpeğin Gözleri (Çev.: Emrah İmre)… Yukarıdaki yazarlardan Tabucchi ile Fuentes’in yaşam ayraçları açıktı o sıra. Kitaplarını bize bırakarak yaşamdan çekildi bu iki yazar da… Yayınevi yenilerini yayımlarken masamda biriktikçe birikti kitaplar… İzak Babel’den (18941940) Ergin Altay’ın Türkçesiyle Odessa Öyküleri (Toplu Öyküler I, 2011) ile Kızıl Süvariler (Toplu Öyküler II, 2012), sonra Robert Walser’dan (18781956) Gezinti (Çev: Cemal Ener, 2011), Heinrich Böll’den (19171985) Yolcu, Sparta’ya Varırsan Eğer (Çev.: İlknur İgan, 2011), Herman Hesse’den (18771962) Gençlik Güzel Şey (Çev.: Behçet Necatigil, Kâmuran Şipal, 2012), Raymond Carver’dan (19381988) Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen? (Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, 2012), Alice Munro’dan Çocuklar Kalıyor (Çev.: Cem Alpan, 2012), David Vann’dan (d.1966) Bir İntihar Efsanesi (Çev.: Esra Birkan, 2012)… Yukarıdaki iki liste, Can’ın, “öykü şenliği” dizisinde dünya yazarlarından yayımladığı öykü kitaplarının sayıca yirmiye vardığını, bunu aşacağını gösteriyor… Öykünün bütün zamanlar için klasikleri SAYFA 20 ? 29 KASIM C CUMHURİYET KİTAP SAYI 1189