22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA debiyatımızın Dev Yazarı Yaşar Kemal “Bir Ada Hikâyesi” dörtlemesinin uzun zamandır beklenen son cildini yayımladı: “Çıplak Deniz Çıplak Ada”. Savaşlardan, kırımlardan, sürgünlerden arta kalan insanların, Yunanistan’a gönderilen Rumların boşalttığı bir adada yeni bir yaşam kurma çabaları üzerinden gelişen “Bir Ada Hikâyesi” dörtlemesinin ilki “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, anımsanacağı gibi mübadele kararının ardından savaşlarda yerini yurdunu yitirmiş insanların Ege’deki adaya yerleştirilmelerine karar verilmesiyle başlıyor ve Poyraz Musa’nın adaya ayak basmasıyla gelişiyordu. Türkiye’nin yakın tarihinin bir destanı olan dörtleme, edebiyatımızdaki yerini bu son cildiyle pekiştirmiş olacak. Kitabı Gamze Akdemir değerlendirdi. “Mihman...” Kurgusu gerçeklerin üzerine kurulan ama asıl o gerçeklerin arkasındaki başka hakikatlere dikkat çeken bir roman. Gerillası, MİT’çisi, PKK’lisi, askeri, acılı anaları, kaçıranı, kaçırılanıyla ne Türklerin hikâyesi ne de Kürtlerin. Derdi, düşü, çaresizliği, öfkesi, zalimi, mezalimiyle ve bir de erk tarafından aldatılmışlığıyla, kullananı, kullanılanıyla yarası olanları konuşturuyor yazarı Akif Kurtuluş. Bir büyük yaranın etrafına topluyor onları. Rollerin hızla yer değiştirdiği mekânlara ışık tutarak, aydınlatmaya çalışarak... Kesişen yolların, ilişkilerin ve buna kayıtsız kalınmasının öyküsü de Mihman. Cevabı kesin olarak verilmeyen sorularla dolu bir kitap Mihman, yazarının da dediği gibi. Herhangi bir mesaj vermek kaygısında olmayan, taraf tutmayı amaçlamayan, tüm kahramanların iç dünyalarını tanımaya çalışarak, iç dünyalarındaki çatışmayı ortaya çıkarmaya gayret ederek kaleme alınmış bir kitap. Akif Kurtuluş ile “Mihman”ı konuştuk. Bol kitaplı günler... Özdemir İnce’den altı yeni kitap E Uzaktan Daha Uzak, Yakından Daha Yakın Özdemir İnce’nin “Uzaktan Daha Uzak, Yakından Daha Yakın” adlı yeni şiir kitabı, altı yeni kitaptan oluşuyor: “René Char’ın Bostanı’nda Sabah Gezintileri”, “Gündoğan Koşmaları”, “Şu Bizim Ömer Kaleşi’nin İşleri”, Başka Dünyalar da Var Ama Hepsi Bu Dünyada”, “Yüreğin Üzerinde Mühür Gibi” ve “Missa Sine Nomine”. ? Salih BOLAT u gerçeğin birçok okur tarafından paylaşıldığını düşünüyorum: Özdemir İnce şiirimizin, hatta edebiyatımızın en üretken şairyazarlarının başında gelmektedir. Bu üretken kişiliğinin, özellikle “poetik” alanda biçimlendiğini öne sürmek yanlış olmaz. Gerçi son yıllarda gazeteci kişiliğiyle de kendini belli eden Özdemir İnce’nin, düşünsel mücadelesinde de, evet, “şairler kadar cesur” davrandığını söyleyebiliriz. “Uzaktan Daha Uzak, Yakından Daha Yakın”daki şiirlerin izini sürdüğümüzde, gerçekte bir öznenin kendisiyle, toplumla ve giderek tüm bir yaşamla hesaplaşmasının izini sürdüğümüzün ayrımına varıyoruz; bilgece bir hesaplaşmanın: “Ne yaptım ben olmak ve olmamak için ve bunca aç ve susuz olmak// (…) Ben ki sözlüksüz tercüman, ben ki dilsiz bir mütercim! (René Char’ın Bostanı’nda Sabah Gezintileri XXXVII)” , “Kaçan da kovalayan da benim, av da avcı da benim (XXXIV)”, “Sözcüklere ne söyleyebilirim//hakkım yok alacağım yok//cehenneme götürüp geri getirmediler mi beni (XXXIX)” AYRINTILARDAN KAÇIŞ Hesaplaşmanın egemen ses tonunun birinci tekil kişiye ait olması, genel olarak tanıdığımız lirik şiirin coşkuya boğulmuş, sözcüklerin ses boyutunda şiiri arayan bir tutummuş gibi algılanması, hem okurun kendisine, hem de şiirlere karşı yapılacak büyük bir haksızlık olur. Klasik lirik şiiri tanımlama çabaları ile ilgili yaklaşımlar ta Beaudelaire’e (1) kadar uzanır. Beaudelaire, lirik söylem biçiminin kendini daha çok abartılı (hyperbole) ve kişiselleştirilmiş (apostroph) bir dil içerisinde gerçekleştirdiğini öne sürer. Bu dil biçimleri doğal olarak canlılığın abartılmış biçiminden türerler ve bu nedenle de lirik anlatım için gereklidirler. Lirik dil biçimi, nesneleri özel ve ayrık (istisnai) görünümleriyle değil, temel ve evrensel boyutlarıyla algılamaya çalışır. Romanın bilinçli olarak başvurduğu tüm ayrıntılardan kaçar. Lirik şairin mantığı sentezcidir, roman yazarının mantığı analizcidir. Şairin mitolojiye ve alegoriye (imgesel anlatıma) ilgi duymasının nedeni budur. Demek her abartılı söyleyişi, her kişiselleştirmeyi lirizmden saymamak gerektiği gibi, lirik bir söylem biçimini salt “ben” anlatıcıya indirgememek gerekiyor. “Kesici bir alet varsa elimde/bahçede gezinirken/özür dilerim ilkin//otlardan/çiçeklerden, ağaçlardan.// Bu yüzden olacak olmalı/geceleri benim anlayacağım/bir dilde dertleşiyorlar// kendi aralarında fısıltıyla.// Duyuyorum ve anlıyorum,/sanrı değil.// Ama ben beklenen mehdi de değilim! (René Char’ın Bostanı’nda Sabah Gezintileri)” “Kişiselleştirme” derken, yukarıda vurguladığım konu, şiirsel dili “lirik” yapan söylem biçimini, şiirsel metinde dili kullanan öznenin türünü, seslenen “ağzı” kastediyorum. Dili şiir yapmakta bir teknik olarak kullanılan, geleneksel edebiyat bilgisinde “söz sanatı” olarak adlandırılan kişileştirme’yi (teşhis) kastetmiyorum. Kaldı ki kişileştirmenin de gerçekten modern Türkçe şiirde bir şiirsel olanak olarak şairler tarafından pek fazla kullanıldığını söyleyemeyiz. Oysa dili zihinsel düzlemden kurtararak, gerçeklikte karşılığını bulmasını sağlayan, böylece dili soyut ve genel olandan somut ve tikel olana taşıyan önemli bir şiirsel teknik, bir olanaktır, kişileştirme. Bu noktada Özdemir İnce’nin şiirlerinde yaratılan imgelerin çoğunda kişileştirmeye rastlandığını söyleyebiliriz: “Isrgan otunun kalbini kırdı yağmur”, “Gürültü yapma sakın/diyorum yanımda yürüyen/çılgın jakarda ağacına.//Güllerin kutsaldır uykusu!”, “Bitki nüfusu dikkatle bakar suya,/akan ırmağa, dereye, çaya.//Bakmaz değildir, su da çevresine bakar/ve ölümsüzlüğüne özenir insan ailesinin.” Özdemir İnce’nin özellikle Fransız şiirini, genelde dünya şiirini ve bir söylem biçimi olarak şiiri iyi bilmesinin, şiirle uzun yıllar kuramsal düzeyde ilgilenmesinin, poetik düşünce üretmesinin, zaman zaman şiir bilgisinin baskısı altında şiir yazmasına neden olabildiğini düşündüğümü de belirtmeliyim. “Şiirsel Bilginin Öznelliği” adlı bir yazımda, (3) şunları söylemiştim: Bu şiir türü (akademik şiir), şairin, şiirin anlamını algılayışına göre beliriyor. Şair şiir yazma sürecinde şiirin ne olduğu sorusunu hep gündemde tutuyor. Bu tür şiiri okuduğunuzda, şairin şiiri çok iyi bildiğini hissediyorsunuz. Ama şiirin ne olduğunu çok iyi bilmek, şairi sürekli bu bilincin dayattığı uyanıklık halinde tutuyor. Oysa şiir, belli düzeyde bir “kendinden geçme (esriklik)” halini gerektirir. Belki de buna “yabancılaşma” diyebilirsiniz. Bu yoksa, bu tür şiirin zaman zaman kuru, sıkıcı, mekanik ve yapay duruma düşme tehlikesinden söz edilebilir. Neyse ki Özdemir İnce sözcüklerle kurduğu samimi, gerçek, organik ve sözsel ilişki sayesinde bu riski aşmasını biliyor: “Unutulmuş bir açlık var ağzımızda,/ unutulmuş bir Hicret, unutulmuş bir hasret/ kulaklarımız, gözlerimiz arasında: Bir açık kitap!// Unutulmuş bir yelkenli var harap bahçede…” İKİ TÜRLÜ ŞİİR VAR... Yves Bonnefoy (2) bir yerde şöyle der: “Şiirle umudu neredeyse birleştirmek, bir tutmak istiyorum. Ama bunu uzun yoldan yapmak istiyorum çünkü nasıl iki türlü umut varsa şiirin de iki türlüsü vardır: Biri boş düşlere ve yalana dayanır, ötekisi ölümcül, yazgısaldır.” Demek şiirin geri dönülmezcesine atılan bir adım olduğunu söylediğimizde, Bonnefoy gibi, yazgısal olduğunu da söylemiş olacağız. Öyle ya, boş düşlere ve yalana ilgi duyan bir şair, okaliptüs ağacına ilgi duyar mı? “Karpit lambası kokusunda köylü yüzleri”ne ilgi duyar mı? “Kim biliyor ne yapmakta bütün kış elma bahçesi, geceleri nereye gitmekte gülistan?” diye sorar mı? İşte yazgısal olan şiir, şairin gerçeklikteki karşılığından ne kadar kaçarsa kaçsın, sözcüklerin cehenneminden ne kadar uzak durursa dursun, eni konu yazmaktan kurtulamayacağı şiirdir. “Bir okaliptüs ağacı gösterdi Ülker, geçerken gölgesinde dururmuş, narenciye bahçelerinin bir kıyısında, altında bir de kuyu var./ Düşündüm, bir giz mi, yıllardır neden söylemedi bana?// Peki ben her şeyi söyledim mi ona, bedenimdeki yaraları?// Annem de adını kazıdığı bir çam ağacı göstermişti, çocukluğunda./ Benim de ağaçlarım var elbette kendi ellerimle diktiğim ağaçlar,/ her gün sularken kederlenirim, ölümsüz olmadığımı hatırlatırlar bana.” ? Uzaktan Daha Uzak, Yakından Daha Yakın, Özdemir İnce, Kırmızı Y. (1) Şiir Sanatı, Y.N.Nayır, Salih Bolat, Varlık Y. (2) Yves Bonnefoy (çev. Ahmet Soysal), Olasılık Dışındaki, YKY. (3) “Şiirsel Bilginin Öznelliği”, Şiir Sanatı, Y.N.Nayır, Salih Bolat, Varlık Y. Ş TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Reklam Müdürü: Ozan Altaş ?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1182 11 EKİM 2012 ? SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle