Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K İT AP Ç I ? M. YENER, A. AKAL, N. YILMAZ, Ç. GÜNDEŞ AyşegülNuh’un Gemisi/Gilbert DelahayeMarcel Marlier/Çeviren: Füsun Önen/ YKY/ 20s./ 2012/ 5+ Dizinin bu kitabında Ayşegül’ü heyecanlı bir serüven bekliyor. Orman bekçisinin evinde arkadaşı Fulya ile birlikte kalan Ayşegül “yüzyılın fırtınası”nın çıkacağını duyunca korkmaya başlıyor. Fulya ondan büyük, hiçbir şeyden de korkmuyor. Bu, Ayşegül’ü biraz rahatlatsa da gökyüzünden geçen o tuhaf şeyi görünce yine ürperiyor. Gökyüzünden ne geçti dersiniz? Gizemli ormanda bakalım neler yaşayacak Ayşegül. Belki orada bir heykeltıraşla bile karşılaşır, kim bilir… Deyim Kartları / Hazırlayan: Üsküdar Sev İ.Ö.O eğitim kadrosu / Resimleyen: Şebnem Aydın Gündüz / Redhouse Kidz Yayınları / 2012 / 50 kart / 6+ Deyimler, dilimizin zenginliği. Biz farkına bile varmadan konuşmalarımızın, yazdıklarımızın arasına karışıverir de anlatımımızı güçlendirir, pekiştirir, zenginleştirir. Ya çocuklar? Onlar yeterince deyim biliyorlar mı? Bildiklerini “yerli yerinde” kullanıyorlar mı? Redhouse Deyim Kartları bir kitap değil ama çocukları eğlendirirken deyimleri öğretmeyi “kafasına koymuş” bir kart sistem. İki kutudan oluşuyor, her kutuda 50 deyim var. Kartın ön yüzünde deneyimleri anlatan eğlenceli bir resim, arka yüzünde ise deyimin tanımı ve örnek cümle içinde kullanımı yer alıyor. Ağzıyla kuş tutmak, boynu kıldan ince olmak, tabanları yağlamak, renkten renge girmek gibi deyimler nasıl resimlenebilir? Direkt anlatımla şöyle: Ağızda bir kuş çizmek, boynu incecik yapmak, ayakkabı tabanlarına yağ sürmek, renk renk boya kutularına basmak... Böyle düz mantıkla resimlendiğinde deyimlerin ne kadar eğlenceli olabileceği ve daha iyisi, kolayca öğrenilebileceği akla gelir miydi? Kutunun arka kapak tanıtımında bile dört deyim cümlelerin içine yerleştirivermiş bile. Gerçekten de bu kartlar sayesinde deyimler “çantada keklik”. Yavru Gurmeye Masallar / Elvan Uysal Bottoni / Resimleyen: Emine Bora / Yapı Kredi Yayınları / 2012 / 107 s. / 1014 Çocuklar için eğlenceli bir yemek kitabı. En ilginç yanı, kitap kahramanı Öykü’nün masallarla kardeşine sebze yemeklerini sevdirmeye çalışırken bir yandan yemeklerin tariflerini vererek okurların da iştahını açması. Belki böylelikle sebze sevmeyen çocuk kalmaz, ne dersiniz? Kitabın içeriğiyle ilgili bakın neler söylüyor Öykü : “On iki yaşında olduğum için küçük bir gurmeyim. Gurme Fransızcadan gelen bir sözcük. Son zamanlarda çok moda. Ağzının tadını bilen, farklı yemekler tadan insanlara deniyor. Annem babamsa gurmenin büyümüşü. Ailece yemeyi sevdiğimiz kadar pişirmeyi de severiz. Birlikte mutfakta çok zaman geçirir, saatlerce yemek yaparız. Bir de kardeşim var: Kerem. Daha altı yaşında. Zeytin gibi kara gözlü, akıllı mı akıllı bir çocuk. Eskiden yemek seçerdi.” Damak tadına düşkün bir aile için ne zor bir durum! Kerem de sebzeleri severek yemeli ama nasıl? Çözüm yine Öykü’de: “Kerem’in sebze sevmemesine her zaman çok üzülmüşümdür, onun için bu derde bir çare buldum. Kerem hikâye dinlemeye bayılır. Ben de anlatmaya. Kardeşime sebze masalları yazmaya başladım.” Öykü, sebze kılığına girip, masalı sebzenin ağzından anlatırsa, aynı gün evde de o sebze pişirilmişse… Kerem yemesin de ne yapsın? Enginar, pırasa, sarmısak, kabak, bezelye, ıspanak, domates masallarının yanısıra incir marmelatı, böğürtlen, pizza, krep tarifleri de sizi bekliyor. Okuyun, tarifi uygulayın ve ortaya çıkan leziz yemeyi afiyetle yiyin. ? KİTAPLARA RENKLİ DOKUNUŞ Aytül AKAL Yurtdışındaki yayıncılarda her edebiyat türü için ayrı editörlerin görev aldığını öteden beri duyardık. Editörlük kavramı son yıllarda bizim dilimize de yerleştiği gibi kitapların künyelerinde de yer buldu. Sahi, kimdir editör? Sorduk, anlattılar. Konuğumuz, Doğan Egmont Yayınları’nın editörü, Esen Gür. ditörlük nereden geldi aklınıza? Bir ideal miydi? İngiliz dili ve edebiyatı okurken bir şekilde yayıncılık yapmayı aklıma koydum. Ancak tabii ki yayınevlerinin sistemi nedir, kimler ne iş yapar, bunları bilmiyordum. Öğrenciliğim sırasında yarızamanlı olarak Ankara’da küçük ölçekte yayınevlerinde redaksiyon yaparak çalışmaya başladım. Daha o zamanlardan editörlüğün benim mesleğim olduğunu anladım ve başka bir işte mutlu olamayacağımın farkına vardım. Dildeki etkinliğinizi nerede kazandınız? Elbette lise ve üniversitedeki hocalarımın etkisi büyük ama sanırım dil hâkimiyetinin çok ama çok okumaktan geçtiğini bilmeyen yoktur. Okumayı söktüğüm günden sonra çocukluğum boyunca elime ne geçerse okudum diyebilirim, gazete, dergi, kitap, broşür, hatta ambalaj yazıları! Yazarlık atölyeleri gibi editörlük atölyeleri de var mı? Bugüne dek bunu hiç duymadım. Editörlük, Türkiye’de henüz tam anlamıyla hakkı verilerek yapılan bir meslek değil. Bunda elbette Türkiye’de yayıncılık sektörünün Batı’ya nazaran henüz emekleme aşamasında olmasının etkisi bü E yük. Yine de bir editörlük atölyesi, mesleğin farklı katmanlarını düşündüğüm zaman bana pek kolay bir iş gibi gelmiyor çünkü tek bir kitap editörlüğü yoktur aslında. Bu mesleğin pek çok farklı kulvarı var, redaksiyon, kurgu editörlüğü, dizi editörlüğü vs gibi. Bunların tümü aslında farklı editörlerin işi. Ancak bizde yukarıda belirttiğim sebepten, bunların çoğu yayınevlerinde tek bir kişinin omzuna yükleniyor. Size gelen metinlerde değişiklik ya da düzeltme istediğinizde yazarların tepkisi ne olur? Önerilerinizi uygulamak yerine dosyasını alıp giden oldu mu hiç? Bu, kendi içimizde çok tartıştığımız bir konu. Her yazarın elbette bir editöre ihtiyacı vardır, edebiyat eleştirmenleri, T. S. Elliot’ın “Çorak Ülke”sinin, editörü Ezra Pound’a çok şey borçlu olduğunu söylerler. Ancak tabii ki bu bir sınır meselesi. Yazarın oluşturduğu kurgu, karakter dönüşümü, üslup ve ton üzerinde değişiklik yapmanın bir sınırı var. Bir aşamadan sonra değişiklikler ve düzeltiler, metne tecavüze girer diye düşünüyorum. Üstelik bu bir düz mantık: bu kadar çok değişikliğe ihtiyacı olan bir metnin zaten en başta yayınevine kabul edilmemesi gerekir. Bu yüzden dosya seçiminde dikkatli olmak ve metnin ne kadar değişikliğe, dü2012 zeltiye ihtiyacı olacağını belirleyip dosyayı ancak bu aşamadan sonra yayın planına almakta ve yazarla anlaşmakta fayda var. Meslek hayatımda dosyasını alıp giden bir yazar olmadı hiç. Siz önerdiniz, düzeltti ama olmadı, tekrar uyardınız düzeltti, olmadı... Kaç kez gider gelir bir dosya yazarla aranızda? Yayımlamaktan sonradan vazgeçtiğiniz dosya olur mu? Bu, editörün metni yayımlamayı ne kadar istediğine bağlı diye düşünüyorum. Kitap editörü elindeki metni en az yazar kadar sahiplenmeli, metnin en iyi şekilde yayımlanmasının hem yazara hem de okura karşı birincil görevi olduğunu içine sindirmelidir. Bu yüzden bir metin sonsuz kere yazarla editör arasında gidip gelebilir, sonuçta amaç, ortaya iyi bir eser çıkarmaktır. Yazarda editöre karşı bir güven duygusu yerleşmişse eğer tüm bunların metnin iyiliği adına yapıldığını bilir. Yayımlamaktan bu yüzden vazgeçtiğim bir dosya olmadı ama içime sinmeyen işler oldu çünkü bir kitabın yayımlanma sürecinde tek faktör yazareditör ilişkisi ve edit süreci değildir. Çevirilerde, kitabın orijinalini de okuyor musunuz? Çeviri kitaplar üzerinde editoryal çalışma yaparken en zorlandığınız konular... Kitabın orijinalini işin çok başında okumuş oluyorum çünkü zaten yabancı metinlerin, daha yayınevine ilk geldikleri zaman değerlendirme işini ben yapıyorum. Yayımlanmaya değer bulunduysa kitap için öncelikle en uygun çevirmeni bulmak gerekiyor. Ben buna çeviride ses uyumu diyorum. Yazarın üslubuna en yakın çevirmeni bulmak işin püf noktası. Bu ses uyumu olmadığı zaman çeviri üzerinde editoryal çalışma kat be kat daha zahmetli oluyor. Bunun dışında elbette çevirinin hakkını vermek var, Türkçe hâkimiyeti iyi olmayan, yabancı dili yetersiz, o dilin inceliklerine vâkıf olamamış bir çevirmenin çevirisi yayına hazırla ma aşamasında bize büyük zorluk çıkarıyor. Sizce bir editör her alanda editörlük yapabilir mi? Ya da şiir editörü, öykü editörü gibi ayrımlar mı olmalı? Hatta çeviri editörlüğü ile telif dosya üzerinde çalışmak da çok farklı değil mi? Bütün bu saydığınız alanlar işinde deneyimli, farklı bir editör gerektiriyor çünkü bunların tümü farklı konsantrasyonlar ve farklı birikimler gerektirir. Belli alanda uzmanlaşmış ne kadar çok editör olursa yayıncılık sektörü de o kadar ilerler diye düşünüyorum. Önünüze gelen bir dosyanın, başka bir kitaptan ayarsız esinlenme ya da alıntıyla dolu olup olmadığını nasıl belirliyorsunuz? Diyelim ki esinlenilen orijinal kitabı okumadınız, bilmiyorsunuz... Bugüne dek yayımlanmış, gelmiş geçmiş bütün kitapları okumuş olamayız; hatta okumuş olsak bile bunların tümünü hafızamızda saklamamız da mümkün değil. Ancak hatırı sayılır oranda birkaç kütüphane devirmiş olmak gerek tabii, hayatında çok az kitap okumuş bir insanın editör olabileceğini sanmıyorum zaten. Bundan sonrası içgüdülerimize ve merakımıza kalıyor. Bu uslanmaz merak ve deneyimlerle birlikte gelen içgüdüsel yaklaşım sayesinde pek çok yakışıksız esinlenmeyi yakalayabiliyoruz. İyi bir editör olmanın sizce olmazsa olmaz üç ölçütü... Çok okumuş olmak, dinmeyen bir merak ve mükemmeliyetçilik. Bir kitabın ilgi çekeceğine veya tutmayacağına nasıl karar veriyorsunuz? Burada çok değişken var. Bir çoksatardan bahsediyorsak eğer zaten çoksatarların belli bir formülü vardır, her şeyden önce bu formülü taşıyor olması gerek. Bundan sonra iş, zamanın ruhuna kalıyor çünkü her formül her zaman ve mekânda işlemiyor. Doğru zamanda, doğru coğrafyada, doğru bir formülse eğer elimizdeki, kita bın bir çoksatar olması kaçınılmaz oluyor. İşinizde karşılaştığınız zorluklardan birkaçı... Benim karşı karşıya kaldığım tek bir zorluk var, o da zamansızlık. Borges’in dediği gibi, bir gün öleceğim ve hâlâ yeterince kitap okuyamamış olacağım. Ülkemizde editörlük kurumu hangi aşamada? Sizce yeterli mi? Ülkemizde yayıncılık yeterli aşamada değil, editörlük nasıl olsun. Bir gün kitaplarımızın standart baskı adedini 2.000’den 200.000’e çıkarabilirsek, o kadar sabit, düzenli okur olursa ancak o zaman işte hem yayıncılık hem de editörlük belli bir seviyeye gelir. Kendi özel zevkiniz için de okumaya zaman ayırabiliyor musunuz? Açıkçası işimi özel zevkim olarak görüyorum, bu yüzden mesai saatinde de, akşam evde bir dosya okurken de, tatilde bambaşka bir kitap okurken de benim için bir şey fark etmiyor. Kimi kitaplarda sinema dili ağırlıklı olabiliyor. Kitabı okurken “Bundan iyi film olur” deyip sonradan sinemaya uyarlandığına tanık olduğunuz kitaplar var mı? Artık ABD’de yayımlanan pek çok kurgu kitabın yayın haklarıyla birlikte film hakları da film stüdyolarına satılıyor. Bunların çok azı birer filme dönüşüyor tabii ama sinemada gördüğümüzde bizim için bir sürpriz olmuyor. Siz de yazıyor musunuz? Sizin metinlerinizin editörlüğünü kim yapsın isterdiniz? Ben yazmıyorum. Yazmayı kafama hiç koymadığım için belki, bir editör de düşünmedim açıkçası. En çok hangi kitabın editörü olmak isterdiniz? Bir editör için ciddi bir meydan okuma olacağını düşünerek ve elbette bu meydan okumaya asla karşı koyamayacağım için James Joyce’un Ulysses’inin çevirisini hazırlamayı isterdim. ? SAYFA 26 ? 11 EKİM CUMHURİYET KİTAP SAYI 1182 CUMH