24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Korın kayer bile ldürve Poylardır. ’ın canı ahis öbete eri Niri sureolacak m içinrlar okulu, salkıkesen derler, e mis oğanın oparn ara ise Adası, Fırat, sında arı cıvıl . “Buelmekle avi. mi bileılarınm. Anr bu, hramıh gizileri ükbasavaşnişaniş Osda onbistan’a ağıtsürerkezarını onları dır, iş, ne atıin, ktadırerlerinılıklabir südillere Çerkez ne göız, karümüşmamış, di yaya tes ikte Şeyh. Kerim enmişVedan rim’in duğu, o mı Poyçaresi ? 1182 z ? Musa ki Sarıkamış’tan kalmış, Arapları perişan etmiş, Arap Emiri’nin silahşörü olmuş, Kurtuluş Savaşında Fransızları yenip mitralyözlerini, toplarını gülleleriyle birlikte Arap emirlerine altın paraya satmıştır. Öte yandan bir Çerkezle yani Kerim’le kaçan Peri’nin babası ise Çerkezlere düşmandır, kabilelerinden çok kişiyi öldürmüşlerdir çünkü. Kerim ile Peri birbirlerinin adasıdır aslında, bir Allah’a, bir birbirlerine sığınmış, bir bütün olmuş iki adacıktır! Tek çareleri kaçıp Çerkezlerin, Çeçenlerin, Anka kuşunun yuvası yurdu, altın kapılı, bol çiçekli, yıldızlı, çiçekli pınarlarla dolu, hasretine kurban, o yasaklı Kafkas dağlarına ulaşmaktır. Hayallerindeki, söylencelerdeki gibi bir hali kalmadığını bilseler de… Ulaşacaklarına dair anlık umudun ardından ümitsizlikleriyle el elde baş başta kalsalar da... Çünkü... Şeyh bu adayı biliyordur ve hiç şakası yoktur! Ada’da kurulu cemiyet hayatının olmaz da olmaz eşlikçileri keklikler, âşık yüreklileri, hayal kuranları, hayal kırıklıklarına, acılara sünger çekmeye azmetmişleriyle, Ağaefendi, Melek Hatun, Poyraz, Zehra, Ali Hüseyin, Nesibe, ikisi de İstiklal madalyalı birer zabit olan oğullarının hasretiyle yanıp tutuşan, ölüp ölüp dirilen, adaya gelip Hızır’lığı Poyraz’dan alıveren Hristo Reis sayesinde ruhu serinleyen, oğullarına kavuşma umudu depreşen Lena Ana, Kadri Kaptan, Hristo Reis’in “delirmediği zaman iyi adamdır” dediği Doktor Salman Sami, hele ki o Hançerli Efe başlı başına ayrı birer roman gibi kendilerini okutur da okutur. Doğunun insanları, Batının insanları, Kuzeyin insanları, Güneyin insanlarını gurbetle, hasretle, düşle, gerçekle, destanlarca, koşuklarca, tek tavda önce yavaş sonra hızlı ritimde bir döver bir karar Yaşar Kemal. Önlerine mis kokulu çiçeklerini serer sonra. Başı menekşeler çekse de hep harmandır çiçekler, sarvan kurmuş sarıçiçek kokusu, su püreni, nergis, hep beraber kokar mis gibi. Bu minvalde Yunanistan’dan haber bekleyen gurbet yürekli sorulara ilk yanıtı Musa Kazım Ağaefendi’den verdirir Yaşar Kemal özcesinden; “Yunanistan karmakarış”... Dönüş umutları rafta, belki bir başka baharadır... Ağaefendi’nin, İngiltere’de sürgünde olan arkadaşı general arkadaşı vardır hiç olmazsa... İki ayrı sürgün arkadaşın planları, hayalleri vardır. Hayaller ne güzeldir, hep umut doludur. Baharatla pişmiş kınalı kekliğin kokusuyla kendisinden geçmiş Nişancı Veli döktürür derken: “İnsanlıktır bu içlerinde ne kadar kötüsü varsa ondan daha çok da iyisi var.” Bu Nişancı Veli, Kızıldeniz’i pek iyi bilir. Yemende askerken denizsizliğe dayanamayarak firar etmiştir. Bütün Anadolu’yu geçerek geldiği kasabada âşık olmuştur sonra ve kök salış o salıştır. Bir dağda, kayalıkların içinde, ceviz ağaçlarının altında, kayalık cehenneminin tam ortasında yine denizsiz yaşar ama karasevdalısı, eşi Sultan’ı yanındadır ya vız gelir! Bu yaşında levent gibi üç oğlunu alan koca Allah’ın armağanıdır bu ada ona… Ağaefendi’nin derdi tasası ise zihninde fenomenleştirdiği, o geride kalan Niko’sudur... Gün geçmez ki candarmaların ona yaptığı envai işkenceyi, zulmü tasavvur ederek içi içini yemesin! Dersin ki Niko en dürüst, en kahraman, en büyük o. Ya değilse... Kızlarına sorarsan değil hem de hiç! POYRAZ MUSA HAKKINDA BİLMEDİKLERİNİZ! Sonra bir okuruz ki askeri okula gitmiş ve “Ben Sarıkamış’tan sonra Urfa’da Fransızlarla çarpıştım” cümlesini kuruvermiş Poyraz Musa. Ağaefendi ona “Çukurova Kilikyayken Romalı ünlü Çiçero Kilikya Valisiydi” demiş derken. Ve birden atlara bir gelir ki sıra… Epey sözü geçer romanda asaletiyle çok yaşayası atlar roman kişilerince kutsanarak. Öğreniriz ki romandaki pek çok kişi soylu at yetiştirme hayalinde ve/veya zamanında yetiştirmiş, at çiftliklerinde koşturmuştur. Mesela, “Bizim Çerkezler atlara meraklıdırlar. Çoğunlukla Toros dağların Hristo Reis’ten öğreniriz ki çok yaşayası Hayri Efendi namı alıp yürüyen İsmail’i ne yapıp edip kurtarmıştır elinden. Beter olası, ciğeri parçalanası, her devrin adamı Kavlakoğlu korku içinde koruması Karadonlulara sığınarak tetikte yaşamaktadır işte bu yüzden... Derdi düşü mebus olmaktır ki kimseler ona dokunamasın! Sen dur Kavlakoğlu, hele sen dur! Ağaefendi ona köpürür ki ne... Onu bir tek zeytin ağacı sakinleştirir. Doğa teskin eder kişilerini bu romanında bir kez daha Yaşar Kemal’in. Doğa sakin, serin, usul usul, güvenilirdir yine. Çiçek böceğe evdir, dalga kıyıya kardeş! Hayvanı kır at, ağacı nasıl zeytin ise, rengi de tastamam menekşedir bu romanın. Âşıkların, içinde tutup söyleyemeyenlerin, dile dökemeyenlerin rengi olarak kaftan gibi biçilmiş diyaloglara ışıl ışılcadır! Öte bir diyarda doğayla ne kadar bütünleşirse bütünleşsin aklı yine de memleketindedir sürgünün. İşte tam da burada bağırır Ağaefendi: “Yerin dibine batsın bu sürgünlük, yerin dibine batsın bu savaşlar.” Çığlığı mı ürkütmüştür ağacı, yoksa baltalı gelecekten midir kaygısı sade? Hadi biz ağaca sığındık, ya ağaç? O kime sığınacak? Sonraları ağaçla konuşmaya gitmeleri de hep bundandır ya. Onlar dertleşedururken giderek kalabalıklaşan ve ritmi arttıran roman kişileri birer ikişer başlar birbirine daha hızlı değmeye... ZehraPoyraz, KerimArabistan Kralı, KerimPoyraz, Poyrazgardaşlığı Vasili, İsmailKavlakoğlu, Hayri Efendievlatları niyetine sevdiği İsmail, merhemci Iraz Hatunİsmail, İsmailHristo Reis, Hristo ReisAğaefendi ve daha pek çoklarının kaderi birbirlerine dolanır... Öyküleri kaderin fezasında birer toz bulutu olur, an be an değişiverir, kimi hayra kimi şerre yol alır... Kökboyaları karışmış soyların, sopların, politikaların, sürgünlerin, izi kalır bir daha da çıkmaz! ALLAH SENDEN RAZI OLSUN HRİSTO EFENDİ! Günlerden bir gün tanışır zeytin ağacının orada, ekmeğinin peşindeki balıkçı Hristo Reis ile Ağaefendi. Can ciğer olurlar. 19 yaşından beri Reis’tir Rum âşık Hıdır’ın oğlu balıkçı Hristo. Her milletten sayısız balıkçı yetiştirmiştir. Anlatılagelir ki Çanakkale kahramanı İsmail’e de o öğretmiştir balıkçılığı. İsmail’le birlikte düşmanı perişan etmişlerdir. Mübarek insandır, candır, ciğerdir. Allah ondan razı olsundur. Mübadeleden kaçmış yurdunda kalmıştır. Bu yakadakiler onun sayesinde gün yüzü görmüştür, ekmek sahibi olmuştur. Balıkçılığı da ondan öğrendiler, çift sürmesini de keçi beslemesini de süt içmesini de yoğurt yemesini de velhasıl hayatta kalabilmesini de. Kıymetini de bildiler, insanlığını örnek aldılar, peri konağı yaptılar ona. Sahip çıktılar, onu alıp Yunana götürmek isteyen candarmalardan koruyacaklarına yeminler ettiler. Yerinden yurdundan edilmenin onulmaz acısıyla kavrulan Hristo Reis’e nefes oldular, umut oldular. Bu arada zaman geçedurdu, Kerim’in belalısı fani Şeyh ölüverdi. Rahata erdi Kerim, Poyraz da kurtuldu, bir oh çekti. Poyraz’ı ölümden kurtaran Emir de Kral oldu, sorun kalmadı, o dert bitti. Bir mutluluk da Ağaefendinin kızlarının payına düştü. Düğünlerinde halaylar çekildi. Karadenizlilerin halayları, Kürtlerin halayları, Erzurumluların halayları, Alevilerin halayları, Kazdağlarının halayları… Türküleriyle bin yaşayası Uso da patlattı türkülerini en hasından. Kavlakzade’ye gelince, mebus olmak için kulis peşindeydi ya, oldu da namussuz. Karadonlular mı? Malum yine tetikte, Kavlakoğlu’nu takipteler, aman kötüler çok yaşasın! Şeytan azapta gerek misali, İsmail’in dediği gibi “O her gün ölüyor. Bugünlerde yine ölecek. Bizim gibi değil.” Gelgelelim Hristo Reis’in başına geleni ise kimse unutamadı… Ah Hristo Reis ah! Bir yataktan kalktılar ki evini jandarmalar sarmış. Sonra ne mi olmuş? Yazmayalım, edebiyatın çınarına “Yaşşa’r Kemal diyelim ve istemeye istemeye de olsa burada bitirelim. [email protected] Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana / Bir Ada Hikâyesi 1/ Yaşar Kemal/ Yapı Kredi Yayınları/ 318 s. Karıncanın Su İçtiği / Bir Ada Hikâyesi 2/ Yaşar Kemal/ Yapı Kredi Yayınları/ 508 s. Tanyeri Horozları Bir Ada Hikâyesi 3/ Yaşar Kemal/ Yapı Kredi Yayınları/ 441 s. Çıplak Deniz Çıplak Ada Bir Ada Hikâyesi 4/ Yaşar Kemal/ Yapı Kredi Yayınları/ 272 s. EKİM 2012 ? SAYFA 17 da otururlar. Çukurova’da Hamidiye kasabasının bir köyünde Padişah Sultan Harası vardır. Son zamanlar soylu atlar harada yetişirmiş. Şimdilik Urfada yetiştiriliyor. Bir Arap atım vardı. İstanbul’a giderken babamın arkadaşı bir Türkmen beyine verdim” der Poyraz Musa. “Çiftlikten döner dönmez hemen Urfa’ya gidelim, birkaç tay da ben seçeyim. (…) Yakında İsmaille, Baytar Efendiyle Urfa’ya, Halep’e gideceğiz, oralardan soylu atlar alacağız. Bir çiçekle yaz gelmez, bir atla da at çiftliği olmaz” der Girit’in dağlarının kokusuna kurban ve hasret Ağaefendi. Ağaefendi’ye göre hey gidinin Niko’su görülmemiş bir at binicisidir de ayrıca. Kır atı ona emanettir. Gün gelir, Niko’nun sağ olduğunu da öğrenir çok şükür. O kadar sevinir ki, “Bundan sonra sürgün değilim. Artık Niko’nun kır atıma iyi bakacağını biliyorum. Kır atım ölmeyecek. Girit’e gideceğim, kır atımı göreceğim. Kır atımı görmeden ölürsem gözüm açık gidecek” deyiverir. Ağafendi’nin kızları ise endişelidir, onlara göre babalarının takıntı haline getirdiği ve sattığı atlar sayesinde şahlar gibi yaşayacaklarını düşünüp umut bağladığı Niko eline vur da ekmeğini al bir gariban kişidir. At da çoktan ölmüştür. Babaları da umut ve hasret dünyasında yitip gitmektedir. SEN DUR KAVLAKOĞLU, HELE SEN DUR! Gelelim İsmail Çavuşa... İngiliz gemilerini attığı güllelerle denizin dibine gönderen bir destan kahramanıdır o. Ağaefendi için Nico ne kadar yüceyse İsmail de bir o kadar yücedir. İsmail Çavuşun can düşmanı Kavlakoğlu Remzi Beyi de herkes bilir. O bir Yunan dostudur, yanardönerdir üstelik. Bir gün Yunan dostu, bir gün vatanseverdir! İsmail’e de işkence ettiren odur. İlerde, İsmail‘in arkadaşı, bilgece er kişi Topal Ali Çavuş’la da paylaşır acısını Ağaefendi: “(...) Bu dünya çürümüş bir dünyadır. Ben ne yaptım ki insanlara beni yurdumdan yuvamdan ettiler, ağlarım, atlarım mor menekşe bahçeli konağım kaldı. Başıma neler neler geldi. Daha da sürüm sürüm sürünüyorum. Dünya budur Ali Çavuş, budur işte. Bu savaşlar bu savaş olmasaydı biz yurdumuzdan olur muyduk. Böyle rezil, perperişan edilir miydik, soylu atlarımız Akdeniz kıyılarına götürülüp satılır mıydı?” DÜNYA NEDİR EFENDİAĞA? Sözü balla kesemese de onaylayarak devralır Kör Salih Çavuş: “Dünya budur Efendiağa dünya budur. Hayri Efendinin çocuklarının şehit olduğu haberi duyulunca bütün Ege kan ağladı. (...) Ne oldu, olan onlara oldu, Hayri Efendinin boynu bükük, iki eli koynunda kaldı. (...) O bundan sonra yaşamaz ki. Ayağa kalkmış yürüyen ölüdür o. Biz yaşıyor muyuz ki. Bizim gördüğümüz savaşı yaşayanlar diri mi sanki. Hayri Efendinin çocukları bizim alaydaydı. (...) Onların yerine ben öleyim dedim. İki tuvana delikanlı. Daha tomurcukta iki çiçek.” Ya Topal Ali Çavuş’un dedikleri: “Ne çok genç öldü, ne kadar. Savaştan geri kalanlar da iflah olmazlar. Bizim de yüreklerimizde ne kadar acı var, ne kadar acı. Ne kadar utanç var içimizde ne kadar.” 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1182
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle