Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ş Raymond CARVER iir Atlası CEVAT ÇAPAN Raymond CARVER/ Şiirler/ Çeviren: Yüksel Pazarkaya ‘Unut korkarak yaşadığın her şeyi’ daha yeni geldim buraya yerinden fırladı masadaki çaydanlık özür dilerim dedim çaydanlığa yani Semra’ya canın cehenneme dedi bilmem hangi akla uyup razı oldum sana takılmaya düşünmekten vazgeçmişken, o saçlarını fırçalamaya başladı. Bir yandan da bayıldığı o İrlanda şarkısını söyleyerek. Hani şu Napoleon’la ve onun “ah o canım gül demeti”yle ilgili. iir Atlası okurlarının daha önce bu sayfada yayımlanan şiirlerinden tanıdığı Raymond Carver (19381988) özellikle Will You Please Be Quiet, Please, What We Talk About When We Talk About Love, Cathedral, Fires ve Elephant gibi öykü kitaplarıyla geniş bir okur kitlesine ulaşan ve Amerika’nın Çehov’u olarak değerlendirilen bir yazar. Where Water Comes Together With Other Water, Ultramarine ve A New Path to the Waterfall adlı şiir kitaplarıyla bu türün başarılı örneklerini vermiştir. İngiliz şair George Mecbeth’e göre Hemingway’in yazabileceği şiirler olarak tanımlanan bu şiirler 2003’te toplu olarak All of Us başlığıyla Harvill Pres tarafından yayımlanmıştır. Semra İçin, Askeri Cesaretle Yazarlar ne kadar kazanır? diye sordu şıp diye hiçbir yazarla karşılaşmamış daha önce Çok değil, dedim başka işler de yapmaları gerekir Nasıl işler? diye sordu Değinmende çalışmak, yerleri süpürmek, okulda öğretmenlik yapmak, meyve toplamak gibi işler dedim, her türlü iş Bizim ülkede üniversiteye giden asla yerleri süpürmez, dedi Eh, dedim, başlangıçta yaparlar böyle işleri bütün yazarlar çok para kazanırlar Bana bir şiir yaz, dedi, bir aşk şiiri Bütün şiirler aşk şiiridir dedim Anlamadım dedi Anlatması zor dedim Benim için şimdi yaz o şiiri dedi Peki dedim bir peçete/bir kalem Semra’ya yazdım Şimdi değil, sersem, dedi omzumu ısırarak sadece merak ettim Sonra mı? Dedim elimle bacağını okşayarak Sonra dedi Ah Semra Semra Paris’ten sonra en güzel şehir İstanbul’dur dedi Ömer Hayyam’ı okudun mu? diye sordu Evet evet dedim Bir somun ekmek bir kâse şarap ezbere biliyorum Hayyam’ı Ya Halil Cibran’ı? Kimi? Dedim Cibran’ı dedi Onu pek duymadım dedim Askerlik hakkında ne düşünüyorsun dedi? Askerliğini yaptın mı? Hayır dedim Askerlik konusunda pek bir fikrim yok Nedenmiş o? dedi. Lanet herif erkeklerin askere gitmeleri gerektiğine inanmıyor musun? Inanıyorum dedim elbette gitmeliler askere Bir ara biriyle yaşadım ben dedi gerçek bir erkek bir yüzbaşı ordudan ama öldürüldü Hay Allah! dedim kör kütük sarhoş bir süvari kılıcı aradım kör olasıcalar CUMHURİYET KİTAP SAYI 1121 Ş İsviçre’de Termopil Otele döndüğümüzde, onun rahatlayıp pencerenin önünde, kendi dünyasına dalmış, gözleri başka yerde, koyu kızıl saçlarını tarayışını seyrederken, nedense o hali bana Heredot’un tarihindeki, görevleri Pers ordusuna karşı kapıları tutmak ve dört gün boyunca bu işi yapan Lakedemonları hatırlatıyor. Ne var ki, ilk gün o Yunan askerleri, Serhas’ın şaşkın bakışları altında, kalaslarla pekiştirilmiş surların dışında, silahlarını yığmışlar, sanki herhangi bir seferdeymiş gibi aldırışsız yayılmış, durmadan o uzun saçlarını tarıyorlarmış. Serhas böyle bir davranışın ne anlama geldiğini sorunca, bu adamlar hayatları sona ermek üzereyken önce saçlarını başlarını güzelleştirirler, denmiş kendisine. O da kemik saplı tarağını bir yana bırakıyor, azalan aydınlıkta pencereye yaklaşıyor. Gözü aşağıda, bir şeye, çıtırtılı bir harekete takılıyor, şöyle bir bakıyor ve koyveriyor kendini. Zürich’te yapılacak ilk iş Hayvanat Bahçesi”ne giden 5 numaralı tramvaya binip son durakta inmek. Aslanların Hayvanat Bahçesindeki kükreyişlerinin ta Flutern mezarlığından duyulduğu konusunda da uyarıldık. Oradaki o güzel yoldan James Joyce’un mezarına kadar yürüyorum. Her zamanki gibi tam bir aile babası Joyce, elbette, burada da karısı Nora’yla birlikte. Birkaç yıl önce ölen oğlu Giorgio da. Kızı, Lucia, yüreğinin yarası, hâlâ hayatta, hâlâ kapatıldığı deliler evinde. Babasının ölümü kendisine bildirildiğinde, “Toprağın altında ne arıyor o sersem? Ne zaman çıkmayı düşünüyor oradan? Bizi hep seyrediyordur o,” demiş, Biraz oyalandım orada. Sanırım yüksek sesle bir şeyler söyledim Mr. Joyce’a. Eminim söylediğime. Evet, evet, söyledim. Ama hatırlamıyorum ne söylediğimi, bunu da daha fazla uzatacak değilim şimdi. Bu olaydan tam bir hafta sonra, trenle Zürich’ten Lecerne’e gidiyoruz. Ama o sabah erkenden, 5 numaralı tramvaya binip yeniden son durağa kadar gidiyorum. Aslanların kükreyişi gene duyuluyor mezarlıktan. Çimleri biçmişler. Bir süre çimlere oturup bir sigara içiyorum. Orada, mezarın yakınında olmak hoş bir duygu. Bu sefer bir şey söylemem gerekmiyor. O gece, Lucerne Gölü kıyısındaki Grand Otel’in gazinosunda kumar oynadık. Striptiz seyrettik sonra da. Ama tam o gösterinin ortasında mezarlığa gidişim aklıma gelmez mi o soluk pembe sahne ışıkları altında? Yapacak bir şey yoktu. Ya da daha sonra beliren ve bir dalga gibi her şeyi silip süpüren o sevişme isteği? Derken ıhlamur ağaçları altında bir banka oturduk, üstümüzdeki giysilere aldırmadan sevişmeye çalıştık. Göl, bir iki adım ötemizde. Sonra da ellerimizi soğuk sulara daldırdık. Mutlu, yorgun otelimize döndük sonra, sekiz saat uyumaya. Hepimiz, hepimiz, hepimiz sanki başkalarından ayrı dolaylı ve anlaşılmaz bir biçimde ruhlarımızı esenliğe kavuşturmaya çalışıyorduk, iyi vakit geçiriyoruz burada, ama umarım her şey açıklığa çıkar yakında. 11 AĞUSTOS 2011 SAYFA 23 Artaud Hiyeroglifler, maskeler, yarım kalmış şiirler arasında başlıyor gösteri: Antonin ve ikizi. Kötü ruhları çağırarak başlıyorlar işe. Büyü törenleri vs. Uzun boylu, ürkek görünüşlüsü masa başında, ağzında sigarası, nerdeyse dişsiz, belli bir ataklığı var konuşmasında ve elini kolunu oynatmasındaki aşırılıkta. Öteki tetikte, dikkatle fırsat kolluyor. Kendini belli etmemeye çalışıyor ama zaman zaman sabırsızca hissettiriyor küçümsenmeyecek varlığını Antonin, artık başyapıtlar yok, orası kesin. Ama ellerin titriyordu bunu söylerken, Üstelik, sen de bilirsin, her perdenin arkasında, bir kıpırtı vardır her zaman. Önlem Dışarısı hâlâ karanlıkken bir şiir yazmaya çalıştığında, birinin kesinlikle kendisini seyrettiğini hissetti. Kalemi bırakıp çevresine bakındı. Hemen kalkıp evinin odalarını dolaştı. Domaplara baktı. Elbette hiçbir şey yoktu. Gene de işi sağlama bağlamak için ışıkları söndürdü, karanlıkta oturup bekledi, piposunu tüttürüp kuşkusu geçinceye, dışarısı aydınlanıncaya kadar. Önündeki beyaz kâğıda baktı. Sonra kalktı, evin her yerini soliğinin eşliğinde yeniden dolaştı. Bunun dışında hiçbir şey yoktu. Açıkça hiçbir şey. Genç Kızlar Unut korkarak yaşadığın her şeyi. Oda müziğiyle ilgili her şeyi. Yağmurlu Pazar günleri öğleden sonra gidilen müzeleri vs. Eski ustaları. Hepsini. Unut o genç kızları. Unutmaya çalış onları. O genç kızları. Bütün onları. Rusya Seferi Tam bir daha bir dize şiir yazmayı