06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

eş n a da ri kü, kaTüradın nda r bir ya ? için, Batı’nın terimleriyle bizdeki durumlar da çakışmamakta. “Burjuva” sözcüğünün çağrıştırdığı parasal ilişkiler, değerler ve değersizlikler, çıkar düzenleri, bu odaya uğramamış. Ama aynı sözcüğün kültürel düzey ve yerleşiklik çağrışımları bağlamında, evet bir burjuva odası. Güven yanılsaması vermesi açısından da bir burjuva odası. Bakınız “güven” demiyorum, “güven yanılsaması” diyorum. Günümüzün sürekliliği dışlayan hızlı değişimler curcunasında odanın tutunacak dal arayan insanları dinginleştirebilmesi bu yüzden. Öte yandan oda da değişmiştir ve hiç de sağlam bir zeminde durmamaktadır. Şehirdeki fiziksel ve ahlaki çürüme, odanın bulunduğu binayı alttan alta kemirmektedir. Oda, bir anlamda, Doğan’a ve Şair’e bir sığınak vaat ederken, onları boğan bir kapalı mekân; başka bir anlamda ise günümüzün kokuşmuş koşullarında, ekşiyip köpüren zehirli bir sıvının içinde sönmeye yargılı olduğunu bile bile son ana kadar kendini korumaya azimli yalnız bir damlacıktır. e şiirigüce vrimi ması de k bir oldaşıma siyar... uhsal , dışp kısıtlı na batıadam. bildiğiatın leri dıun kauladıfarkın Devrimda, kişigulayauruşuamarı tan alu. Üli olane” e Donraki st yapımesini minde, en p aynı, cangıiş, musu gi asının ra Güıdan i be, külle ortailesi diğiği ? 1138 “DÜŞÜNSEL GRUPLAR DAR GRUP NARSİZMİ İÇİNDE” Virüsleri kıvıl kıvıl yapan uygun sıcaklıktaki ortamı besleyen ana damar... Aymazlıkla beslenen, 1970’lerden bu yana salgın hastalık gibi yayılan ve yalan ile bileşik bir damar bu... Güneş’in yaşlılığında, dev cangıl yorgunu zihnindeki o acıta acıta içselleşen sorgulamalara ilişkin durum tespiti sonra: “Gençken, o zamanlar dev bir amaç için didinen karıncalar gibiydiler, ülke yönetimi onlara karşı idi; ama dünyanın dört bir yanı onlar gibi çabalayan milyonlarca insan kaynıyordu; tarihin rüzgârı arkalarındaydı; yönleri belliydi. Şimdiyse rüzgâr tersine dönmüştü.” Dünya ne yazık ki neoliberalizm çılgınlığına büyük ölçüde gönüllü teslim oldu. Yok oluşa doğru hızla inen bir eğik düzlemde yuvarlanıyoruz. Kimi ülkeler ise, Irak örneğindeki gibi dıştan vuran şiddet müdahaleleriyle küreselleşme denen sürecin çemberine alındılar. Her yan, kan gölü. Varsıllar, paranın verdiği yanıltıcı güven duygusuyla kendilerine bir şey olmayacağı kanısındalar. Dünyanın birçok yerinde, hoşnutsuz kitleler tepkilerini dile getiriyorlar ise de ortak bir hedeften ve örgütlülükten yoksunlar; parsayı örgütlenme becerisi yüksek olan dinci bağnazlık topluyor, her yerde. Bizde ise suskunluk hâkim. Yoksullar, kitle iletişim araçlarının küçümsenemez katkısıyla, varsıllara özeniyorlar ve bir gün talihin yüzlerine güleceği umuduyla oyalanıyorlar. Düşünsel akımlar dahi, ırksal köken, bölgesel kimlik, tarikat örgütlenmesi gibi kitleleri büsbütün bölen, aralarındaki doğal çatlakların üstünden köprü kurabilecekken, bu çatlaklara düşüp boğulmalarına yol açan, Freud’un “dar grup narsizmi” diye isimlendirdiği rahatsızlığa yakalanmış. Durum iç açıcı hiç değil. Gerçekçi umutlar, hayallerden değil, gerçekliğin tüm katmanlarının idrak edilmesinden doğabilecektir, ancak. Bunları hep biliyoruz, demek boş laftır. İşitmek ve idrak etmek farklı şeylerdir. “TÜRK SOLU’NUN DOĞAL MÜTTEFİKİ ALEVİLERDİ” Kapıcı evreni de romanda hem çarkın raconuna tam uyum sağlayarak dönüşen bir kesimi hem de kısmen özünü koruyan saf, yalın köylü düsturunu im liyor yine ehilce... Hasan’ın kapıcı babasından miras kalmış ve düzene bir tamam ayak uydurmasına, farkında olmadan içselleştirmesine koltuk çıkmış, ölüm hak miras helalci bir tevekkülle harman o paragöz ruhu ise acı bir tezat olarak satırlarda... Gün gelecek Güneş, Maraş Katliamını haklı olarak unutamayan Alevi kapıcı ailesini, siyasal mücadelede doğal müttefiki bilecekti... Vuruşmadan teslim olmayız ortak düsturunu benimseyerek ve zaman zaman iki kadın birbirlerine güç verirce yineleyerek... Bu dayanışma, can birliği, insan birliğini anlatır mısınız? Kadınlar arasındaki dostluğun içtenliğine inanırım, yaşamın deyim yerindeyse “gözüme soktuğu” onca ters örneğe rağmen. Olumlu örneklere inanmayı yeğlerim, çünkü kadınların dostluğu boş bir hayal değildir ve paylaşılan yaşanmışlıklara dayanır. Farklı çevrelerden gelen iki kadın –habis özellikler barındırmıyorlarsa kişiliklerinde kadın olmanın ortak yanlarına dayanarak sağlam dostluklar kurabilirler. Güneş’le kapıcı Zehra’nın dostluğu da böyle. Sevgililerle aşılamayan sınıf engeli bu iki kadın arasında büyük ölçüde aşılmıştır. Tümüyle değil, büyük ölçüde. Romanın bir yerinde, dostluklarının bir “düstur’’unun eğitimsiz Zehra’nın eğitimli Güneş’i eleştirmemesi olduğu kayıtlıdır. Tabii başka bağlar da var aralarında. Zehra Alevi. “Türk solu”nun, Türk solu olduğu günlerde, solcu aydınların halk katmanları arasındaki doğal müttefiki Alevilerdi. Üstelik iki kadın da yalnız. Güneş her anlamda yalnız. Zehra ise kalabalık ailesinin içinde yalnız. Güneş, Zehra’nın ne düşündüğüne ne söylediğine sahici bir değer veren ilk ve tek insan. Zehra öldükten sonra kapıcılığı devir alan oğlu Hasan ise, aslında hiç kötü bir çocuk değil. On beş yıl önce doğsaydı, onu da solcu gençler arasında görecektik. Hasan yaşadığı dönemin, “kuralsız ticaretin” damgasını taşıyor. Dönemin rüzgârlarına karşı durması beklenemez, çünkü donanımsız ve yoksul. Ancak mücadeleci ve çalışkan. Kapıcı dairesinde pinekleyeceğine, taşeron ağlarına eklemlenip emek sömürücülerine katılıyor, gemisini kurtaran kaptan örneği. Ama gemisini kurtaramıyor tabii. Şom ağızlılık etmek istemem ama ürettiğinden çok tüketen bir ülkede, sonuçta hiç kimse gemisini kurtaramayabilir. “SİVAS, NE CANİLERİN SUÇUDUR, NE DE SEYREDEN GÖREVLİLERİN” Özgürlük Yolu’nun saygı duyulan ağabeylerinden İlhami Başoğlu... O nasıl bir kimlik veya eşik hem Sol’un hem Güneş Saygılı’nın hayatında? İlhami Başoğlu, sözcüğün gerçek anlamıyla bir sosyalist. Yani postmodern bir çeşitleme değil. Sosyalist olmanın çok çilesini çekmiş, akademik kariyeri bitirilmiş ve hapis yatmış. Dünyayı sınıfsal bakış açısıyla kavrıyor, emeksermaye ekseninde değerlendiriyor. 1989 ve özellikle de 1991’den sonra dünya solunda saptanan eksen kaymasına uğramıyor İlhami Bey. Dolayısıyla moda deyimle “dinozor.” Hep bildiğimiz şey, reel sosyalist rejimler çöktükten sonra, dünyanın sermaye çevreleri, dünya sosyalistlerine kucak açtı, sınıfsal bakış açılarını unutmaları ve “kimlik siyasetleri”ne omuz vermeleri koşuluyla. İlhami Bey bu alışverişe kapılmıyor. O nedenle de kenarda kalmışlığı ve yoksulluğu bitmek bilmiyor.. Güneş’le İlhami bey görüşleri tas tamam örtüşmese de, çıkar peşinde koşmayan, içtenlikli insanlar olarak saygılı bir dostluğu hep sürdürüyorlar. İlhami Bey yetiştirdiği gerçek değerleri hırpalamaktan bir türlü vazgeçemeyen ve benim de hâlâ sevmekten vazgeçemediğim hem zalim hem mazlum ülkemin aydın kıyımından kurtulamıyor ve belki Sivas katliamında belki başka bir acı olayda can veriyor. Şehrin adını neden koymadınız, derseniz; koymadım, çünkü her an benzer olaylarla karşılaşabileceğimizi düşünüyorum. Böyle olayların faturası sadece şu gruba ya da bu gruba çıkartılamaz. Sorumluluk tüm ülkenin üstündedir. “Sivas” ne sadece canilerin suçudur, ne de canileri basiretsizce seyreden görevlilerin. Yaratan, üreten, kültüre katkıda bulunan insanlara halkımız yakınlık duysaydı, onları sporcuları ya da pop sanatçılarını benimsediği kadar benimseseydi, o kibritler o kadar kolay çakılamaz, görevlilerin şaşkınlığı bu kadar uzun sürmezdi. “ALEVİLER DE BAŞTAN ÇIKARTILMAYA ÇALIŞILIYOR” Aleviler üstüne oynanan oyunlar konusunda İlhami Başoğlu’nun daha çok sözü var aktörlere: “Cumhuriyetin, Anadolu ulusçuluğundan, sonradan hepten çığrından çıkacak Türk milliyetçiliğine kaymasının kök nedeni budur. Devletin Alevi karşıtlığını değerlendirirken, iyi anlamamız gerekli bir nokta, bu ülkede aşırı milliyetçiliğin dincilikle sıkı bağlantılı olduğudur (...) 1980 sonrası Milliyetçiliğe yeni bir işlev bulunmuştur: Sosyalistleri kahretmek! İşte bu aşamada, milliyetçiliğe yapılan dincilik aşısı tutmuştur.’’ Günümüzün egemen ideolojisi neoliberalizm, doymak bilmiyor, başka görüşlere tahammülü yok; yani demokratik filan değil. Önce çıkar sağlayarak, olmazsa şiddete başvurarak, halkları, halk kesimlerini, ülkeleri kendi egemenliğine almayı hedefliyor. Bu bağlamda, Aleviler de benim söyleme tarzımla baştan çıkartılmaya çalışılıyor tabii. Ama ulusumuzun en aydınlık kesimlerinden biri olan Alevilerin, dincilikle kol kola girmiş neoliberalizmin (namı diğer yeni emperyalizmin) Ortadoğu’daki oyunlarına gelmeyecek denli bilinçli olduğunu düşünüyorum. Sonra sosyalist kimlik ve Alevi kimlik buluşması, bağdaşması keza... “Kökenlerimize hapsolmayalım arkadaşlar! Darlıktan hayır gelmez. Ne varsa genişlikte var. Bu şehirde Maraş 1978’deki gibi utanç verici, kahredici, caniyane bir plan yürürlüğe konursa günün birinde, bilin ki o plana alet olacak kıyıcılığın en birinci kimliği, cehalet ve işsizliğin kısır toprağında bir diken ormanı gibi büyümüş, kör ve saldırgan bağnazlıktır!” da diyor Başoğlu. İlhami Başoğlu’na katılıyorum. Türk kurulu düzenine ilişkin söyledikleri, değerlendirmeleri de müthiş! “Devrim teşebbüslerinin sonuç alabilmesi için, topyekun bir altüst oluş gereklidir”... Tarih büyük devrimlerin tam bir altüst oluşa koşut ya da böyle bir altüst oluşun hemen ertesinde gerçekleştiğini gösteriyor. İlerde dünya tarihi neler getirir bilemiyorum. İlhami Başoğlu da bilemiyor, doğal ki... Çöken şehrin iliklerinde toprağın bile artık korumayı reddettiği virüsleri salıvermesi, firar şevkindeki virüslerin istilası... Romana koşut, kısa, kesin, acı metinler bütününde şehrin can çekişini de okuyoruz... Türkiye’de bilimsel düşünce, yönetimde, örgütlenmede ve denetimde neredeyse tamamen terk edilmiş durumda. Çıkarcılık, kadercilik ve cehalet ağlarını örüyor. Ülkemizin, insanlarımızın başına gelen yol ve iş kazalarında ve doğal afetlerdeki zayiat akıllara durgunluk verici boyutlarda. Ve asla ders alınmıyor. Biliyorsunuz ben fen kökenliyim. Aslen eczacıyım. Sağlığı ilgilendiren konulardaki savrukluk bana acı veriyor. Gerçekten endişeleniyorum. Ankara’nın, İstanbul’un sokakları çöp yığınları altında çürüyor. Yaz günleri sokakları dolduran kanalizasyon kokularını kentliler kanıksamış. Böyle gelmiş ama bir gün böyle gitmeyebilir! İnsan organizması dayanıklı olduğu kadar kırılgandır da. Doğa nasıl çarpık kentleşmeyi doğal afetlerle, depremle, sel ile bize ödetiyorsa, kentlerimiz de de onları pislik içinde bırakmamızı gün gelir salgınlarla bize ödetir. ? [email protected] Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı/ Erendiz Atasü/ Everest Yayınları/ 292 s. Kişinin bulunduğu ortam elbette onun kişisel ilişkilerine yansır. Solun iç sorunlarının izlerine, andığınız ilişkilerde elbette rastlanacaktır. Ancak yakın ilişkiler, sevda ilişkisi, evlilik gibi iki kişilik yapısını birbirinin karşısında tamamen çıplak bırakan süreçlerdir. İdeolojinin altında nasıl bir insan var? Önemli olan bu. Aşkın gözü kördür, derler ki doğrudur. Aslında insan âşık olduğu kişinin ciğerini öğrenir bu süreçte. Ama kendi kendini yanılsamalarıyla, boş ümitleriyle körleştirir. Aşkın gözü kördür de yazarın gözleri açık olmalıdır. 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1138 ARALIK 2011 ? SAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle