06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

e n dendidi akla. ktı, işerişan e bir dı, rınıza adığıarı, işnyaya denleen dede” alüp gitrku, ıyla, o zmaya böyle bir düşünceden, bir bakıştan söz edebiliriz, diyebilirim. Ulaşılamazlık, elde edilemezlik, arzu nesnesinin çok uzakta oluşu ya da kavuşma yolunda doğal ya da yapay sınırlar, engeller dokuyor öykülerdeki psikolojik havayı. Mahrum, mağdur ve mazlum insanların ruh halleri üzerinden okunduğunda, hastalıklı olmayan ama hastalıklı olarak adlandırılabilecek öykü kahramanları, bir bakıma onların sınırları, anlatıcının içsel sınırsızlığı halini alarak sözcüklere dökülüyor. Sanırım bu bir olanak? Evet, tabii ki bir olanak. Aslında anlattığım coğrafya, o coğrafyada yaşananlar, iklimin, doğanın, insanın farklılığı… Bugün de geçmiş de çok kimlikli, çok dilli, çokkültürlü. Birlikte, aynı topraklarda üretip paylaşırken, o dünyanın altüst olması, istememelerine rağmen aralarına sınırlar konulması, düşmanlıkların körüklenmesi… Şimdi böyle bir geçmiş ve bu geçmişin izini taşıyan karakterleriniz var elinizde. Size o kadar yakınlar ki, onlarla o kadar çok birlikte olmuşsunuz ki, hem o geçmişi hem bugün neler düşünüyorlar, ne hissediyorlar bunu iyi biliyorsunuz. Bundan sonrası yazacağınız yazıda etiyle kanıyla canıyla bu biçimde yer edecek. Çünkü siz de öyle hissediyorsunuzdur. Her ayrıntısına kadar… Bu bir olanak. Bunu yalnızca olanak, yararlanılması gereken bir durum değil de, insani bir durum olarak görüp yazmak gerekir, diye düşünüyorum. “DERDİ OLAN EDEBİYATI HEDEFLEYEREK YAZI YAŞAMIMIZI SÜRDÜRÜYORUZ” “Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika” öyküsü başta olmak üzere sinema diline yakın bir diliniz var. Burada dil, bir kamera işlevi görüyor adeta. Yalnızca belgelemek için de değil üstelik. Elinizde bir vicdan kamerası varmışçasına, sıfatlarla, uzun betimlemelerle, dil süsleriyle değil de fiillerle oluşturuyorsunuz öykü evreninizi ve tabii ki bunu bir farkındalık olarak ortaya koyuyorsunuz… Sanırım bu da anlattığım dünyaya ilişkin bir sonuç. Belki de çok farkında olmadan o dünyanın dilini kullandığım için böyle bir öykü dünyası çıkıyor ortaya. Onlar, yarattığım, yazdığım öykü kahramanları da böyle bir dil kullanıyorlar hayatlarında. Kısa, fiil ağırlıklı, hemen sonuca giden bir dil. Çünkü konuşacakları, anlatacakları çok şey var. Anlatıp hemen başka bir işe koyulmaları gerekir. Üretilen, çalışılan zaman azdır. Kış uzun sürer, uyku dönemi. O uzun dönemde geçinebileceğini üretmesi gerekir… Belki sinema diline benzerlik de buradan geliyor. Özellikle günümüz sinemasında oyuncu da öyle uzun konuşmaz. Senaryoda diyaloglar, hikâyenin bütününe göre azdır. Sinemanın dili kameradır, daha çok görsellik dile hâkimdir. Çehov’dan Kafka’ya uzanan bir eğilim de sezdim ben öykülerde. Kayboluşlar üzerinden gerçeküstüne denilemese bile gerçek ötesine geçen ? plana baktığımızda öncelikle bir anlatıcı kimliğinin nüvelerini oluşturmaya başlamışsınız. Buradan daha uzun anlatılara yol alacakmışsınız hissi uyandırıyorsunuz. Sırada bir roman mı var yoksa? Evet, birkaç yıldır üzerinde çalıştığım bir roman vardı. Hatta araya Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika’daki öyküler girdi, kitap çıktıktan sonra yine romana yoğunlaştım ve birkaç gün önce de bitti. Severek, keyif alarak yazdığım bir roman oldu. Biraz daha üzerinde çalışacağım. Son olarak sormam gerekirse, Kuş Boranı’yla başlayan Şerul’da Beklemek, Orada Yollarda ve Haldun Taner Öykü Ödülü’nü alan Gönlümüm Şirazesi Bozuldu’dan yol alarak Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika’ya ulaşan Hasan Özkılıç öyküsü, okurunu buldu mu? Bir diğer yönüyle edebiyattaki karşılığı hayattaki karşılığıyla tamamlandı mı? Tam buradan okurunuza seslenmek isteseniz, neler söylerdiniz? Tabii ki benim de içinde bulunduğum kuşağın yazarlarının hayata, litik lara ün bir mirperlüyor: erler nin arşmanHani ıp hedilerim buolakaluk alsunayıcı anlatıda. erini, na” e bekip yurnları l tabii bakışı ın o ananBeklesödünSosyaizm rka ? “Demirperde”nin ötesini yalnızca korku sözcüğü açıklayamazdı. “Demirperde” ötesi sadece bir bölge, bir sınır değildi. Öyle empoze edilmişti ki, “Demirperde” dendiğinde ürkütücü bir dünya gelirdi akla. İşte orada bütün insanlar tutsaktı, işkence görüyorlardı, aç susuz, perişan bir hayat sürüyorlardı. İşte böyle bir dünyaydı, “Demirperde”nin ardı, oturun oturduğunuz yerde, tanrınıza şükredin öyle bir ülkede yaşamadığınız için… dünyaya bir bakışı, bir duruşu var. Yazıya bu pencereden de bakıyoruz. Öncelikle has edebiyatı, insana ilişkin “derdi” olan edebiyatı hedefleyerek yazı yaşamımızı sürdürüyoruz. O nedenle yazarken yalnızca okur hedefleyerek, çok satmak amaçlı bir yazı için oturmam masama. Yazdığım öyküyü öncelikle ben bu pencereden bakarak sevmeliyim. Buradan baktığımda, o okuru, nitelikli edebiyatı izleyen okuru yakaladığımı; yazdıklarımı izleyen, okuyan bir okuru bulduğumu düşünüyorum. Sözünü ettiğim okura söyleyeceğim çok şey yok. Ben süreç içinde, “has” edebiyatı izleyen, yazarını daha iyiye daha güzele doğru zorlayan okurun çoğalacağına inanıyorum. ? Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika/ Hasan Özkılıç/ Can Yayınları/ 136 s. 8 ARALIK 2011 ? SAYFA 15 1138 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1138
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle