Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ tos’un turist bakışıyla görmeye çalıştım. Haritos İstanbul’da durmadan şaşıyor. Hayatında tanımış olduğu iki kent Atina ve Selanik olduğu için, İstanbul’u hep Atina ile kıyas ediyor. Bu turist bakışı benim özlem ve duygularıma engel olan bir dalgakıran gibi işledi. Haritos benim gibi bir şehir adamı. Hem kentleri çok seviyor hem de kentlerin derinlerine kadar ulaşan bir bakışı var. Peki, ya Maria Hambu karakteri... Onun çok tuhaf bir hikâyesi var... Maria Hambu benim kafamda yaratmış olduğum bir karakter değil. Maria Hambu kız kardeşimi ve beni büyüten dadımızdı. Asıl adı da Maria Hambu idi. Başlangıçta, romanı yazarken büyük zorluklarla karşılaştım. Bunlardan biri, kafamda tasarlamış olduğum hikâyeler, hatıramda taşıdıklarımla karşı karşıya gelince, yaratmış olduğum hikâyelerin bana küçük ve önemsiz görünmesiydi. Bu durumun zorluğunu epey zaman çektim. Hele yaratmış oluğum karakterler gençliğimde İstanbul’da tanımış ve yaşamış olduğum karakaterle yan yana gelince, toz olup gidiyordu. Durmadan yeniden başlıyordum. Ta ki bir gün acaba bu kadın Maria Hambu olabilir mi, diye düşündüm. O andan sonra roman açıldı ve yazmaya başladım. Komiser Haritos’u diğer polisiye roman karakterleriyle yan yana getirdiğimizde onun biraz daha kendi halinde, çok da kıvrak zekâlı olmayan bir komiser olarak görüyoruz. Öyle büyük egoları, kahramanlık sancıları yok. Sizce, yıllardır sizinle olan kahramanınız Kostas Haritos nasıl biridir? Ben zaten egoist, ukala ve aşırı zeki polis veya detektiflerden nefret ederim. Polisler dâhi değildir. Hercule Poirot ya da Nero Wolfe gibi villalarda, yalılarda ya da mutfak ve bahçelerde cinayetin çözümünü bulmuyorlar. Aslında çok mütevazı insanlardır. Georges Simenon bunu komiser Maigret ile çok iyi belirtti. Zaten, polis de olmasa, Haritos gibi orta halli aile adamları genellikle ortalama bir zekâya sahiptir. Babam aynen öyle idi. Ama aynı zamanda polisler çok inatçıdır. Haritos’un belki en ilginç tarafı inadıdır. Hiçbir zaman pes etmiyor. Bu huyu da çoğu zaman onun amirleriyle başını belaya sokuyor. Romancılar kahramanlarıyla zaman zaman çatışır da... Haritos’u az çok tanıyoruz artık, inatçı bir adam. Siz bir romanı yazarken zaman zaman sizinle inatlaştığı, çatıştığı oluyor mu? Ya da şöyle diyelim: Haritos yazarının kontrolü dışına çıkıyor mu? Başlangıçta benim Haritos’la aram hiç iyi değildi. Çünkü onun polis olduğuna karar verdiğim anda değişik bir problem çıktı ortaya. Ben öğrenci yıllarımdan bugüne kadar hep soldayım. Elli yıllarında İstanbul’da yaşayan bir öğrencinin ve Atina’da cunta yıllarını yaşamış olan bir solcu yazarın polise fazla sempatisi olamaz. Öyleyse ben nasıl sempatik bir polis karakteri yaratabilirdim? İşte o zaman Haritos’un küçük burjuva ailesi bana yardımcı oldu. Ben Haritos’tan uniformayı çıkarırsam ailesi benim aileme çok benziyor dedim ve Haritos’a ancak böyle ısınabildim. Bunun en canlı örneği Haritos’un eşi Adriani’dir. Adriani rahmetli annem gibi düşünüyor her şeyi annem gibi yorumluyor. “YAŞADIĞIM İSTANBUL’U ANCAK ARA GÜLER FOTOĞRAFLARINDA BULABİLİRSİNİZ” Roman boyunca Türk ve Yunan kültürlerini, geleneklerini kıyaslıyorsunuz. İstanbullu biri olarak kendinizi en çok hangi tarafa ait hissediyorsunuz? Ben İstanbulluyum. İstanbul’da Avusturya lisesini bitirdim ve Viyana’da okudum. Dolayısyla benim bir İstanbul kültürüm bir de Alman kültürüm var. İstanbul kültürü deyince, bu benim gençliğimde bir azınlık kültürüydü. Bununla yalnız İstanbul’da yaşayan azınlıkları kastetmiyorum. İstanbul Türkleri de diğer Türkiyeye kıyasla, İzmir hariç, bir azınlık. Ama benim yaşamış olduğum İstanbul’u artık ancak Ara Güler’in fotoğraflarında bulabilirsiniz. Azınlık meselesinden 67 Eylül Olayları’na gelmek istiyorum. Romanda sıkça rastlıyoruz bu tarihe... Yunan edebiyatında 67 Eylül Olayları’nın yankıları yok. Yunanlılar bu olayları bilmiyor ve bilmemeleri de olağan bir şey. 1955’te Yunanistan hâlâ iç savaşın yaralarını kapatmaya çabalıyordu. 67 Eylül Olayları’yla uğraşmak için ne vakti ne de keyfi vardı. Bunun için “bakın Türkler bizim Rum kardeşlerimize ne yaptı” haykırışından öteye gidemediler. Ama Türk ebebiyatı ve Türk sineması bu olayları artık daha sık konu ediyor. Bu benim için çok olumlu. Yalnız Rum azınlığına yapılmış olan haksızlık açısından değil, daha çok yazarların kendi tarihlerindeki acı olayları dile getirmek açısından. Peki, sizi romana 67 Eylül Olayları’nı konu ederken neler hissettiniz? 67 Eylül Olayları bende ne acı uyandırıyor ne de öfke. Haksızlık bir yana, ne yazık ki bütün ulusdevletlerde böyle olaylara rastlıyoruz. Bu olaylar ulusdevlet ideolojisiyle ilgili, ulusdevlet ideolojisine bağlı olaylar. Baksanıza eski Yugoslavya’da neler oldu. Onun için bu tür olaylarla uğraşırken ulusdevlet ideolojisini gözden kaçırmamak gerekiyor. Son olarak Angelopoulos’tan bahsetmek istiyorum. Bu aralar birlikte yeni bir şeyler yapıyor musunuz? Şu anda yeni bir senaryo yazıyoruz ama bu sernaryonun konusu yakın Yunanistan tarihi ile ilgili değil, bugünkü Yunanista’nın problemlerini konu ediyor. Aslında senaryo bitti demeliyim ama diyemiyorum çünkü Angelopulos’un senaryoları hiçbir zaman bitmiyor. Ben Angelopulos’un yedi senaryosunda çalıştım, son çekime kadar senaryoyu hep değiştiriyordu. ? Eskiden Çok Eskiden/ Petros Markaris/ Çeviren: İlknur Özdemir/ Turkuvaz Kitap/ 232 s. Hocalar ın Hoca sından Bir B a şyapıt Emperyalizm, Sosyalizm ve Türkiye Korkut Boratav Saygın sosyal bilimci Korkut Boratav’ın yarım yüzyıla yayılan üretiminden damıttığı eser. Yalnızca öğrenenlere değil öğretenlere de, yalnızca iktisatçılara değil diğer sosyal bilimcilere de, yalnızca akademisyenlere değil Türkiye’yi, dünyayı, tarihi, bugünü ve yarını anlamak isteyen geniş bir okuyucu kitlesine de hitap eden vazgeçilmez bir kaynak, bir başyapıt. Kitapta yer alan toplam kırk bir metin, “Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi”, “Sosyalizm ve Sol Siyaset”, “Marksist Kuram ve Sınıflar”, “Türkiye: Bölüşüm, Büyüme ve Bağımlılık” ana başlıkları altında toplanmıştır. Boratav’ın billur üslubunu, pırıltılı mantık gücünü ve eşsiz çözümleme yeteneğini yansıtan bu metinler, yazarın yaklaşık yarım yüzyıl boyunca ısrarla takip ettiği ve önemli katkılar yaptığı tarihsel maddeciliğin zamana, moda yönelişlere karşı dayanaklılığını ortaya koymaktadır. 16 x 24 cm cm, 480 sayfa, sayfa Karton Kapak, 27 TL, 9786045541095 www.yordamkitap.com CUMHURİYET KİTAP SAYI 1076 SAYFA 5