Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hüseyin Avni Cinozoğlu’ndan ‘Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati’ Hüseyin Avni Cinozoğlu Zamanın durduğu şehir: Safranbolu Safranbolu, Çelik Gülersoy’un başlattığı restorasyon çalışmaları ve özellikle yönetmen Süha Arın’ın Altın Portakal ödüllü Safranbolu’da Zaman belgeseli ile ülkemizin gündeminde öne çıkmaya başlayan ve 1994’te de UNESCO’nun Dünya Kültür ve Tarihi Mirası listesine aldığı müze kent. Geçen günlerde, bu kentle ilgili usta şair Hüseyin Avni Cinozoğlu’nun kaleme aldığı yeni bir kitap yayımlandı: Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati. Ë Mehmet GÖKYAYLA eyamola Yayınları’nın “Türkiye’nin Kentleri” dizisinden Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati, yalnızca bir kent kitabı değil. Kitap, aynı zamanda Hüseyin Avni Cinozoğlu’nun poetikasına dair ipuçları veren, anılarını barındıran, Safranbolu’nun tarihine de ışık tutan sosyolojik bir monografi olarak da okunabilir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’i ile başlayan kent kitaplarımızın en yeni örneklerinden birisi olan kitap, Safranbolu’yu merkezine alarak kentin köylerini, toprağını, coğrafyasını, hatta bağlı bulunduğu Karabük ilini sevdirerek anlatıyor meraklısına. H İPEK YOLU’NDA BİR KENT Bizler, okullarımızdaki tarih derslerinde tarihi, savaşlar, barışlar, antlaşmalar ve imparatorların, liderlerin yaşamöyküleri şeklinde öğreniyoruz. Yazık ki insan öğesi bizim tarih derslerimizde pek yer bulamıyor kendisine. İnsanı odak noktasında alan sosyal tarihçilik anlayışı özellikle sosyolojiyle dirsek temasında ilerliyor. Bu kitaptaki tarih bilgilerinin de, sosyal tarih anlayışıyla kaleme alınmış olması, daha da sarıyor okuru. Tarih boyunca Safranbolu’nun geçirdiği aşamaları görürken, bir yandan da burada yaşayan insanları etiyle, kemiğiyle nefes alan birer canlı varlık olarak duyumsuyoruz. Hüseyin Avni Cinozoğlu, İbni Batuta’nın Anadolu için kaleme aldığı, “Biladı Rum” denilen bu ülke için “dünyanın en güzel memleketi” der; “Allah güzelliklerini diğer topraklara ayrı ayrı dağıtırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada yaşayanlar dünyanın en güzel, en temiz giyimli, en lezzetli yemeklerini pişiren ve Allah’ın yarattıkları içerisinde en kibar insanlarıdır” (s. 71) cümlelerinin Safranbolu için geçerliliğini anlatıyor kitabında. Kültürü anlatırken Safranbolu ve civarında yaşamış ve yaşamakta olan özellikle Yörüklerin âdetleri ön plana çıkıyor ister istemez. Düğünlerden, kına gecelerinden dem vururken bir taraftan da bu geleneklerin Arkaik Türk Kültürü ile de bağlarını sorguluSAYFA 18 yor, “Kına gecesi’nde (ya da ‘Kız Gecesi’) mumların yakılıp bir siniye konularak gelinin başında tutularak yapılan sini çevirmesini Sadi Yaver Ataman, Türklerin Şamanist geleneklerinden kalma bir ‘ateş kültü’ne bağlıyor. Şamanist kalıntılar Safranbolu köylerinde özellikle Yörüklerde daha belirgin. Annemin günlük yaşamında da sıkça gözlediğim bu Şamanist kalıntılar hiç de kültürün dışlaması gereken bir olumsuzluk değil” (s. 51) diyerek. Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati’nden Safranbolu’daki ticaret yaşamına ait ayrıntıları da öğreniyoruz. Safranbolu, tarihî İpek Yolu’nun güzergahında olduğu için zaten yüzyıllar boyunca ticarî faaliyetlerle iç içe yaşamış bir kent. İpek Yolu’nun önemini yitirdiği dönemlerde de, bir taraftan deri üretimi yapan debbağlar, diğer yandan da tüccar sınıfı, yoğun nüfusa sahip oluyor. Nüfusunun yalnızca 7 bin 500 olduğu günlerde bile seksenin üzerinde tabakhane bulunuyor kentte. Ayrıca lonca teşkilatının gücü ticari yaşama damgasını vuruyor Cinozoğlu’nun anlattığına göre. Bugünlerden kesitlere rastlamak olası kitabın bir çok yerinde. Örneğin, “Kalfaların usta olması için lonca kahvesinde tüm esnafın katıldığı bir tören yapılırdı. Önce kalfaya ‘Ustandan bir alacağın var mı?’ diye üç kez sorulur, kalfa da üç kez ‘Alacağım kalmadı’ yanıtını verdikten sonra kalfaya uzmanı olmak istediği işle ilgili bir uygulayım yapması istenir. Kalfa beceriyle bu uygulayımı yerine getirirse ona usta olduğu söylenir. Ustalığa yükselen kalfa lonca kahvesinde bulunanların hepsine kahve ısmarlar” (s. 83) bölümü ile lonca teşkilatındaki Ahi Kültürü’nün ustalık törenlerine tanıklık ediyoruz. Kitaptan ayrıca, Hıristiyan tüccar ve üreticilerin de loncalara dahil olduklarını, hatta onların onay vermemeleri durumunda bir kalfanın usta olamayacağını da öğreniyoruz. Hıristiyanlar, özellikle Rumlar ve Müslüman Türkler, yüzyıllar boyunca büyük bir uyum içinde yaşamış Safranbolu’da. Rumlar, özellikle taş ustası olarak bilinirlermiş ve dolayısıyla evleri daha farklı olarak göze çarpmaktaymış. “Dülger” denilen marangozlar zümresinin tamamı da Türklerin elindeymiş. Nasıl ki, bugün bile özlemle, beğeniyle gezdiğimiz o güzelim Safranbolu evleri bu iki farklı ucun bir araya gelmesiyle oluştuysa, toplumun güzelliği de yine bu birliktelikten, bu uyumdan kaynaklanıyordu belki de. Cinozoğlu, özlemle anıyor o günleri: “Aslında dinlerin insanları yaklaştırması gerekirken, düşmanlıklara neden olması dinin özüne aykırıydı, onaylamayacağı gerçeğine rağmen. Ama Safranbolu’da Müslüman ve Hıristiyanlar arasında ciddi bir düşmanca harekete rastlanmamış olması ne güzel. Bazen Latinlerin Bizans’ı alıp kendi din kardeşlerine bile zulüm uyguladığı düşünülürse, din adına ama dinin özüne aykırı bu eylemleri Tanrı’nın onaylamayacağı pek açıktı” (s. 157). Doğru değil mi gerçekten de? Her dinin ilk ve en temel emirlerinden birisi “öldürmeyeceksin” olsa da insanoğlu, öldürmeye, hem de din uğruna öldürmeye her çağda artarak devam ediyor. GARİP BİR UZAKLIK Yazının girişinde kitabın aynı zamanda, Cinozoğlu’nun anılarını ve kısmen onun poetikasını içerdiğini belirtmiştim. Türk yazınının belki de en büyük eksikliklerinden birisi, yazar ve şairlerimizin, hatta devlet adamlarımızın anılarını kaleme almıyor olmaları. Bunlar olmayınca da arkadan gelenler, deneyim paylaşımını yaşayamadıkları için çoğu zaman “Amerika’yı yeniden keşfetmek” zorunda kalıyor. Yazın tarihçileri ve meraklıları da, ya bizatihi yapıtın kendisinden genellemeye ulaşarak yazarı tanımaya çalışıyor ya da kendi kafasında bir yazar imgesi çiziyor ki, çoğun bu yanlış bir imge oluyor. Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati, hem Cinozoğlu hem de özellikle okuru baz alırsak yazın tarihimiz için bu bakımdan önemli bir kazanç olarak duruyor karşımızda. Örneğin, “Geçmişe aşırı bir özlemim, aşırı bir övgüm yok. Batı uygarlığına, Batılılaşmaya karşı köktenci bir itirazım yok. Batı değerlerinin, aydınlanmanın hümanizmasını içselleştiren bir toplum olmamızı da arzu ediyorum. Ama kültürel bağlamda Doğu uygarlık ve kültürünün toptancı bir inkarına da karşıyım. Batılı çağdaş postmodern düşünürler, özellikle Gilles Deleuze ve Feliz Guattari, ‘Batı uygarlığının bir kapanımı (tekdüzeleşmeyi) yaşadığını, bu nedenle Doğu uygarlığını bir imkân olarak görmelerini’ savunuyor. Bugünün insanı mutlu eden, yaşama konfor katan yeniliklerini yadsımıyorum. Ama geçmişte insani değerler aşınmamıştı. Şimdi insanlar arasında garip bir uzaklık hasıl oldu” (s. 200201) satırları bize şairin yaşama ve kültürel değerlere bakış açısını anlayabilmemiz için bir anahtar veriyor. Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati ile ilgili olarak son olarak ve tekrar belirtmek istediğim bir nokta var. O da kitabın Safranbolu kenti ile ilgili olarak, hem bildiğimiz hem de bilmediğimiz birçok gerçeği gün yüzüne çıkarıyor olması. Safranbolu’yu biz kente uzaktakiler, yalnızca tarihi evleri ve diğer anıtsal yapılarıyla tanıyoruz. Oysa bu kitap ısrarla, Safranbolu’nun yalnızca bunlardan ibaret olmadığını öğretiyor, “Safranbolu evleri ve anıtsal yapılarıyla öne çıktığı için onun doğal güzellikleri, orman ve yaylaları pek göz önüne getirilmemiştir. Oysa Safranbolu yayla ve ormanlarıyla, akarsu ve kanyonlarıyla, debisi yüksek su kaynakları ile de dikkate değer. Sarıçiçek, Uluyayla, Ahmet Usta ormanlarındaki kızıl ve sarı çam, köknar ağaçları ve diğer bitki örtüsüyle mevsim değişimlerine göre büründüğü renk tonları görülmeye değer” (s. 298) diyerek. Sonuç olarak Safranbolu, herkesin görmesi gereken bir şehir. Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati de Safranbolu ve civarına gitmeden önce tarihi, kültürü ve yöreyi daha sağlıklı bir şekilde alımlayabilmek için okunması gereken bir kitap. Kitap, aynı zamanda tüm yazın severlerin, kent tarihi meraklılarının da keyifle okuyabileceği bir kaynak. Hüseyin Avni Cinozoğlu’nu böyle bir yapıtı oluşturduğu için, Heyamola Yayınları’nı da Türkiye’nin Kentleri Dizisi’ni oluşturarak bu ve benzeri kitapları yayımladığı için kutlamak gerektiğine inanıyorum. ? Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati/ Hüseyin Avni Cinozoğlu/ Heyamola Yay./ 344 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1076