Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Özkan Mert’ten şiirler Hayata Sobeee! Özkan Mert’in hayatla yıkanan ve ayrıntıları kucaklayan son kitabı Sobeee! adını taşıyor. Çarpıcı farkındalığı ile en ufak ayrıntıları ucundan yakalayan, şiirle büyüten, söylemi damıtarak imgeleri rengârenk bir şiir sağanağına döndüren şair, şiiri ve insanı ‘sobe’liyor. Bu “sobe”leme durumu, yuman ve yakalayan büyük saatin, yaratının ve hiç bitmeyen, bitmeyecek bir arayışın, keşfin yaratıcılığını kapsıyor. Ë Ersan ERÇELİK ünyayı ve hayatı her an yeniden fark eden bir şair Özkan Mert. Ayrıntıları, alışkanlıkların içine düşmesine izin vermeden yakalayan ve bunu estetik mükemmellik içinde veren bir şairin şiirleri söz konusu olan. Yıllanmış bir şarap tadında, olgun ama bir o kadar körpe algı uçları, şiire yepyeni dizeler veriyor. Her anı yaşayan, canlı olan, sorumluluk alıp yüzleşen ve yüzleştiren, kendini adadığı büyük serüveni, şiir okyanusunu peşinde sürükleyen bir şiir bu. Yenilmeyen bir iç sürgünün, dünyanın hangi ucuna giderse gitsin şiirle buluştuğu bir arayış. Sürekli bir şok hali. 38 yıllık İsveç ve dünya sürgünlüğünün sonunda, Bodrum’da küçücük bir köye yerleşmenin “sobe”si: “Gömleğimi mevsimlere göre ayarladım/ Elimi dağların ve kuş seslerinin üzerine koyup/ Bağırıyorum: Sobeee!” Bu özümsenmiş, kristalize politika, dizelerin de şeffaf yapısını bir o kadar güçlendiriyor. Uyarıcı şiirler boyunca Özkan Mert “dünya haberleri” vermekle kalmıyor, uzlaşmasız bir şekilde yanlış olanı eleştiriyor. Bunu estetiği mükemmel bir hale taşıyarak yapıyor. Yaşamın, şimdiki anın nabzını yakalamışken, yazılagelen insanlık tarihinin en karanlık anlarını yalnızca birkaç dizeyle okura özetliyor. “Sözcüklerin en kirlisi: İktidar!” diyen Özkan Mert, orduların ve hükümetlerin şiir sevmediğini, insanın gerçek güçsüzlüğünün, gücü elde ettiğinde ortaya çıktığını biliyor. Din baronlarının cennetten sonra dünyayı da parsel parsel satışını da gösteriyor: “Kızıl muhafızların şefi Nuan Chea/ İki milyon insanı öldürdükten sonra Kamboçya’da/ Sorry! Sorry! dedi. Tarihe bırakın kararı/ Din baronları her şeyi çaldılar/ Tabiattan ve insandan/ Papatyalar bile başını çıkaramıyor korkudan.” Sanki ayağına basılmış birinin özür dilemesi gibi yaptığı korkunç katliamı geçiştiren, kendini haklı çıkarmak için kararın tarihe bırakılmasını söyleyen birine karşı duyulan öfke ve korkunç acı. Sobeee!’deki şiirler boyunca yılların, yolculukların, her alandan zengin okumaların getirdiği ayrı ayrı nehir kolları bir noktada birleşerek, hayat deltasında bambaşka bir Özkan Mert, 38 yıllık İsveç ve dünya sürgünlüğünün sonunda, Bodrum’da küçük bir köye yerleşti... D “SÖZCÜKLERİN EN KİRLİSİ: İKTİDAR!” Bu yakalayış, yaratış süreci her ne kadar gizli keşiflerle ve yeni yaratımlarla döllenme halindeyse de, şairin hayatının bundan sonrasını da belirleyecek bir dönem. Özkan Mert için “gidiş, sürgün hali” nasıl bir sobeyse, “dönüş hali” de bir sobe. Şairin her ziyaretinde farklı ayrıntıları çırılçıplak yakalamanın, giderken “böyle bırakmamışlığın” şaşırtıcı, uyarıcı farkındalığını taşıyan şiirler. Sokaklarda, hayat koşturmasında, kişinin görmezden geldiği ya da alıştığı görüntüleri, aforizma berraklığında, kristalize biçimde yakalayıp şiire çeviriyor: “Kırmızı bir tramvayın/ arkasına bağlayıp İstiklal Caddesi’ni/ gökyüzüne kaçırıyor sokak çocukları/ Sokak çocukları kentlerin en büyük ayıbı.” SAYFA 10 yaratıma dönüyor. Bu şiirler, dallarında yepyeni sürgünler veren, körpe yapraklarıyla bir yandan göğe uzanan, bir yandan da bilgelik ve olgunlukla toprağın, hayatın en derinlerine kök salan büyük bir ağaç gibi nefes alıp veriyor. Şiire bakışı, farkındalık ve yaratıcılıkla hayatı, insanı yeniden kuran, yakalayan ve yine arayan bir bakış. Çünkü Özkan Mert’e göre yaşayış, sonu olmayan bir yolculuk. Bitmek tükenmek bilmeyen bu arayış aslında şiirin arayışı, şiirin getirdiği bir arayış. Ancak gerçek bir şairin arayışı bu denli saf ve hayat dolu olabilir. Hayatı bir bekleme salonu gibi değil, içine karışıp yıkanılacak bir okyanus olarak görmek: “Artık yalnızım, her şeyi görüyorum/ meridyenlerden ve mavi deltalardan geçerek geldim/ Amyant gibi ateşe dayanıklı değil belki kollarım/ ama diplomam var ırmaklarda en güzel kuşları uçurmaktan/ Tabiat gibi hep firardayım.” Anlamı sarsıntıya uğratan, algıyı şaşırtan, sözcüklerin alışılageldik yanlarını bırakıp yepyeni bir dilsel yapıda yeniden yaratan bir şiir Özkan Mert’inki. Şair bütün varlığını, bütün birikimini kristal bir biçimde dilin içine döker. Varılabilecek en son yere, tüm anlamların, sonuna varır ve oradan yazar. Daha ilk dizesiyle okuru kendine bağlar, allak bullak eder. Şiiri, ses, tempo, anlamla iç içe geçerek okurda yankılanır. İmgelemin asıl gücü, bir yandan olabildiğince şeffaf dururken, diğer yandan uçsuz çağrışımlara, sezdirmelere açık olmasındadır: “Sessizce çalışırım çocukluğuma. Yüreğinde/ masmavi ayazları taşımaya hükümlüyüm/ Ne kadar firari de olsam son canlı tanığıyım orkidelerin/ Başka hayatlardan geçer hayatım.” ANLAMA DOKUNMAK Sobeee!’de yepyeni imgeler var, her seferinde yeni bir dünyayla karşılaşmak bu da. Özkan Mert dokunduğu sözcüğü imgeye çevi rir. Böylece bambaşka varoluş biçimleri yaratır, taze bir algılama olanağı sağlar. Bu yüzden Özkan Mert’in şiir dili, özel bir saldırı ve yaratı gücü edinir. Yeni bir duyarlılık dünyasına çağrıda bulunur, çünkü hayat onun en güzel günahıdır: “Çünkü ben ölümüne giriştim kavgaya sözcüklerle/ Dünya halkıyla örüldüm/ İçine binip seyir eyledim evreni/ Ne gördümse bir albatrosa yükleyip gönderdim size.” Yaratıcılığı bir Tanrı olarak, tanrısızlığın Tanrısı olarak ele alıp, 3 bin yıllık Myndos kentinde, Leleg’lerden sözü alıp, hayata ve yaşadığı Bodrum’un köyüne bir aşk ilanında bulunur: “Her şey şu an var ve her şey bir mucize/ yaşamak tanrıya hamile kalmak gibi bir şey (…) Ama sen her şeysin! Arın ve katıl hayata/ Bir mandal olma/ Geçit ol! Su ol, ak!/ Yüreğini dağlardan sarkıt!/ Yaşadığın gezegenin kızı ol, oğlu ol!/ Giderken de, dünyayı kirletmeden git!” Sobeee!’deki şiirler, büyük bir ses ve anlam dünyasıyla buluşmaktır. Neredeyse anlama dokunmak ve çoğalmaktır. Dante büyük şairlerin hepsinin “şiirinin felsefi itibara sahip olduğunu” söyler. Özkan Mert bu itibara sahip olmakla kalmaz, şiirine yeni bir dille girer. Bunun yanı sıra her şiir için yeni bir tekniği de beraberinde getirir. Tüm şiirleri çizgi dışıdır, yaratımın coşkusunu taşır ama okuyanı sarsar, kucaklar. Okurun yeni dünyalar kurmasını sağlar. Bir çiçek türüyle içilen içkinin, kaçıncı kadehte sarhoş olduğunun vurgusu şaşırtıcı biçimde birleşir: “Ben en çok begonvillere inandım/ Ama begonvillerin de/ tek kadehte kaldığını hiç görmedim/ Daha üçüncü kadehte/ gömülüp kalırlar Kars’a.” Eski Çin, Japon şairleri, ülkelerini bir baştan bir başa dolaşarak şiir yazarmış. Gittikleri her yerde de hemen kandili, mumunu çıkarıp yazmaya başlarmış. Özkan Mert’in hem içsel hem dışsal sürgünlüğü, onun şiirinin başlangıcından beri büyüyen dünyayı tanıma, dünyaya sataşma coşkusu, onu seyyah bir şair kılmış. “Bedenin ne yapacağını bilmeyiz” der Spinoza. Özkan Mert, bu yolculukta tenin bilinci olmadığını, savrulduğunu yakalar; ardından da “gövdemi okumayı öğrendim” der: “Gövdemi okumayı öğrendim/ yeryüzüne dokunmayı/ Merak ettim her şeyi: Yıldızlar ölünce/ nereye gömülür? Titicaca Gölü/ bir uçurtma mıdır dağlara takılı kalmış?/ Peru kimin kalbidir?/ Belki de sihirbazım ben: Bir okyanus yetmez/ ama üç okyanusla boyarsanız ceketimi/ kuşlar bile fışkırtırım astarından.” Her şiirinde meridyenler arasında gezinen, dünyanın bambaşka coğrafyalarını aynı şiirde öpüştüren şair, “Dünya Haberleri” şiirinde de Louis Armstrong ve Pavarotti’nin en belirgin özelliklerini yakalar, sözcükleriyle onları yeniden yaratır. Nehir şiirin en güzel örneklerini veren şair, bu kitabında iki dizelik şiirlerle bir dünya kurar: “Ne kadar az biliyorsunuz kırmızıyı/ Pavarotti taşırmasaydı sesiyle okyanusları/ Ne moru tanıyacaktınız/ ne de bulutları/ Louise Armstrong!/ Trampeti ile gömülmemiş miydi?/ Ya o koca sesini nereye koydular?” Doğanın güzellikleriyle, yaşamanın sevinciyle birleşen şair, her şiirinde evrenin saatini yeniden kurar, sözcüklerin rüzgârında okuruna dünyaları dolaştırır. Son olarak, “Siz hep uzaklardasınız” demiştim Özkan Mert’e, dibek kahvelerimizi yudumlarken. Her zamanki güler yüzlü, içten bilgeliğiyle yanıtladı beni: “Ben hep bedenimleydim!” ? Sobeee!/ Özkan Mert/ Hayal Yayınları/ 64 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1076