08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Daphne du Maurier’den ‘Rebecca’ Bayan de Winter ve gölgesi Daphne du Maurier’nin ünlü romanı Rebecca, günümüzde daha çok Alfred Hitchcock’un 1940 tarihli, Oscarlı filmiyle tanınıyor. Filmin güzelliği ve sürükleyiciliği tartışılmaz; fakat du Maurier’nin üslubunun ve kelimelerle yarattığı derinliğin de beyazperdeye yansıtılamayacak derecede baş döndürücü olduğu kesin. Ë Esen TEZEL ebecca, ilk izlediğim Hitchcock filmlerinden biri. Yıllar içinde gittikçe artan bir hayranlık duyduğum bu yönetmenin söz konusu filmde yarattığı karanlık atmosfer, filmin bütününü tül bir perde gibi saran belli belirsiz gerilim, hayaletin tek bir karede bile görünmediği bir tür hayalet hikâyesinden sıkı bir polisiyeye tempoyu düşürmeden geçişteki ustalık beni her seferinde yeniden etkiler. Birkaç kez izlediğim bu filmi her oturuşta yeniden aynı zevkle izleyebilirim. Fakat Rebecca’nın bir roman uyarlaması olduğunu da baştan beri biliyor ve romanın, filmin ötesinde ne tür zevkler vaat ettiğini doğrusu merak ediyordum. Bu nedenle, Rebecca’nın uzun bir aradan sonra yeni bir çeviriyle tekrar basıldığını öğrenmek benim için hoş bir sürpriz oldu. Okumaya başlar başlamaz, romanın benim çok sevdiğim bir yapıya sahip olduğunu anladım: Az sayıda karakterle oluşturulmuş basit bir hikâye iskeleti ve bu iskeleti saran kalın bir edebi doku, gittikçe derinleşen ve sık sık okuru içine çeken birer uçuruma dönüşen psikolojik katmanlar, zihnin karanlık köşelerinde dönen dolaplar, olaylardan ziyade olayların bireyin kafasındaki yansımaları. gasıyla adım atar ve tabii ki ev ahalisi tarafından hiç de hoş karşılanmaz. Kâhya Bayan Danvers başta olmak üzere bütün hizmetliler onunla alay eder, onu aşağılar, durmadan eski Bayan de Winter ile karşılaştırır. Aslen kitabın hatırı sayılır bir bölümünü, genç kadının çevresinde olup bitenler hakkındaki ve kendisine yönelik davranışlar konusundaki izlenimleri oluşturur. Fakat işte tam bu noktada, geniş bir parantez açmak gerek: Filmde sadece kitabın “Dün gece rüyamda yine Manderley’deydim” şeklinde başlayan o ünlü ilk cümlesine bir dış ses olarak yer verilmiştir, devamındaysa ister istemez olayları kameranın gözünden izleriz. Romandaysa hikâyenin tamamı birinci tekil şahısla anlatıldığı için bütün olup biteni bu genç kızın ağzından dinleriz. Hikâyenin yorumlanması bakımından bu ikisinin insanı çok farklı noktalara götürdüğü kesin: Filmde genç kız hakkında olumsuz düşüncelere sahip olanlar, onu ürkütmeye, yıldırmaya, küçük düşürmeye ve hatta korkutup evden gitmesini sağlamaya çalışanlar gerçekten de evdekiler ve özellikle de Rebecca’ya, yani eski Bayan de Winter’a bağlılığıyla tanınan saplantılı karakter Bayan Danvers’tir. Böylece tekinsiz bir atmosferin hâkim olduğu film, özünde basit bir “iyiye karşı kötüler, güçsüze karşı güçlüler” anafikri ekseninde ilerler. Paralel kurguda aynı olayları kitapta okuduğumuzdaysa, rahatlıkla bambaşka bir saptama yapabiliriz: Anlattıklarına ve onun da ötesinde anlatış biçimine bakılırsa, genç kız, daha en başından itibaren kendini hiçbir yönden bu ışık hızıyla evlendiği adama denk görmez. Kitabın ilk sayfalarındaki Monte Carlo günlerinde bile aralarındaki yaş, deneyim, sınıf, eğitim ve görgü farkının fazlasıyla ayırdındadır. Dolayısıyla daha Manderley’e adımını atarken huzursuzdur, gergindir, tutuktur. Bu tutukluk, malikânede yaşamaya başlar başlamaz davranışlarına bütünüyle hâkim olur: Evi çekip çevirmeyi beceremez, hizmetçilerle iletişim kuramaz, Rebecca’dan farklı olarak, gerçek bir hanımefendinin yalayıp yutmuş olması gereken adabımuaşeretten bihaberdir. Evin, kökü birkaç kuşak eskiye dayanan abartılı ritüelleri onu şaşkına çevirir, sadece iki kişi oldukları halde her öğün kurulan sofraların zenginliği ki hayatı boyunca kıt kanaat geçinmiş bir insan olarak o bunu bir israf olarak görür kafasını karıştırır, nasıl misafir ağırlayacağını, nasıl davetiye göndereceğini, nasıl parti düzenleyeceğini, evdekilere nasıl emir vereceğini bilemez. Hatta bütün bunları bırakın, şık giyinip süslenmek, bakımlı olmak gibi basit kadın alışkanlıkları bile ona çok uzaktır. Bu hiçbir şekilde aşina olmadığı yeni hayat genç kızı hem fazlasıyla zorlar, hem de kendisi hakkındaki olumsuz fikirlerini ve “kocasına hiçbir bakımdan layık olmadığı” düşüncesini pekiştirir. YARDIMCI OYUNCU Genç kız kitabın birçok yerinde, özellikle de kendini Rebecca’yla karşılaştırdığı bölümlerde kendisi için çeşitli olumsuz sıfatlar kullanır ve bu sıfatlar hem dış görünüşe hem de içsel özelliklere yöneliktir: “Mat düz saçlar”, “biçimsiz el ve ayaklar”, “biçimsiz vücut”, “kemirilen bakımsız tırnaklar”, “soğuk, silik, sıkıcı bir kişilik”, “küçük, basit bir beyin.” Dikkat çekici olan nokta şu ki, genç kız bu fikirlere o eve geldikten sonra kapıl R İYİKÖTÜ VE GÜÇLÜGÜÇSÜZ “Kitabın konusu nedir?” diye sorulsa, “Dul ve kendinden yaşça epey büyük bir adamla evlenen genç bir kızın, adamın malikânesinde yaşadıkları” gibi son derece yüzeysel bir yanıtla işin içinden sıyrılabiliriz ama zaten Rebecca’nın gerçek anlamda tadını çıkarmaya da ancak bu yüzeysel cevabı verip geçtikten sonra başlanabilir. Hikâye gerçekten de basit: Zengin ve sevimsiz bir kadının yardımcılığını yapan genç, deneyimsiz, alt tabakadan bir kız, Monte Carlo’da Bay de Winter adındaki gizemli ve yakışıklı adamla tanışır ve daha ne olduğunu anlamadan kendini onun karısı olarak bulur. Bay de Winter’ın eski eşi Rebecca de Winter bir yıl kadar önce bir tekne kazasında ölmüş ve çiftin birlikte yaşadıkları ünlü Manderley Malikânesi öksüz kalmıştır. Genç kız Manderley’e “Bayan de Winter’ın yerine geçmeye gelen kadın” damSAYFA 8 Daphne du Maurier’in Rebecca’sını Hitchcock beyazperde’ye aktardı. mış değildir, özellikle Monte Carlo’da refakat ettiği Bayan van Hopper’la geçirdiği uzun dönemde hep horlanmış, kendini sevilmeye ya da el üstünde tutulmaya değer olmayan, ezik biri olarak kabul etmiş ve buna uygun davranmıştır. Kısacası, yardımcı kadın oyunculuğa alışıktır; dolayısıyla Manderley’de oynaması beklenen başrolü oynaması imkânsızdır ve o da bu imkânsızlığa uygun olarak bulduğu ilk ve en uygun gölgeye sığınır: Rebecca’nın gölgesine. Dolayısıyla, Bayan Danvers’in ona, hikâyenin en yüksek tansiyonlu bölümlerinden birinde söylediği şu sözler aslında genç kızın kendisine biçmiş olduğu role son derece uygundur: “Asla ondan iyi olamayacaksınız. Bu evin hanımı hâlâ o. Ölmüş olsa bile. Gerçek Bayan de Winter, o. Siz değilsiniz. Gölge olan, hayalet olan sizsiniz. Unutulan, istenmeyen, dışlanan da sizsiniz.” Evet, dışlanan yeni Bayan de Winter’dır ve aslında Bayan Danvers’ten de önce, o kendi kendini dışlamıştır. Güzelliğini, zarafetini, zekâsını, görgüsünü, cesaretini ve daha birçok özelliğini başkalarından dinlediği o efsanevi karakterin, Rebecca’nın hiçbir bakımdan yanına bile yaklaşamayacağını ilk düşünen de kendisi olur. Dolayısıyla, kurulu bir düzene balıklama dalış yapan her insan gibi gün geçtikçe azalacağına gittikçe artan bir çekingenlikle evde her şeyin eskisi gibi yürümesini ister, hiçbir şeyi değiştirmeye kalkmaz, hiçbir konuda fikir öne sürmez, “Manderley’in hanımı” olma konusunda en ufak bir hak iddia etmez. Adeta kendini “yoklaştırmaya” çalışır. Bu sayede de Rebecca, evdeki görünmez varlığını sürdürür. Fakat genç kızın bu tutumunun altında yatan temel sebebi, çok daha sonra anlarız: Kocasının kendisiyle yalnızca yalnız kalmamak için evlendiğini, aslında hâlâ eski karısına âşık olduğunu düşünür. O ikisinin mutlu bir çift olarak vaktiyle etraflarına saçtıkları pırıltılar birer kıvılcıma dönüşerek genç kızın üzerine sıçrar ve her seferinde canını yakar. Dolayısıyla, hikâyenin dönüm noktası, Bay de Winter’ın aslında karısını hiç sevmediğini, hatta ondan nefret ettiğini söylediği konuşmadır. Bu konuşma, genç kıza gölgesinde yaşadığı kadın figürünün aslında hiç var olmadığını gösterir. Bay de Winter’dan Rebecca’nın bambaşka yönlerini dinler ve malikâneyle, çalışanlarla, çevredekilerle olan ilişkisi bir anda kökten değişir. Kocasının ona sevgisini gösterme konusunda o güne kadar son derece cimri davranmasının kendi yetersizliğinden değil, adamın geçmişinden kaynaklandığını öğrenir ve kitapta da, filmde de bu dönüm noktasının ardından hikâye yön değiştirerek Rebecca’nın ölümünün üzerindeki sır perdesinin aralandığı, beklenmedik gelişmelerle dolu bir polisiyeye döner. Rebecca, ilk satırından son satırına olağanüstü edebi lezzetlerle dolu bir roman, fakat onu okumak için tek neden bu değil. Psikoloji terminolojisine kitabın adıyla, yani “Rebecca sendromu” olarak giren bunalım, her çağda, her insanın ilişkilerinde farklı şekillerde karşı karşıya kalabildiği bir ruh hali. Yani kitaptaki genç kızın yaşadıkları ve kafasında yarattıkları aslında hiçbirimize çok uzak değil. Bu da Rebecca’nın, yazıldığı dönemin ötesine geçen, insan zihninin çok önemli ve zayıf bir noktasını yakalayıp onun üstüne giderek bizi zaman zaman saklandığımız gölgelerle yüzleştiren bir klasik olduğunun açık kanıtı. ? Rebecca/Daphne du Maurier/Çeviren: Levent Göktem/Turkuvaz Kitap/456 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1068
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle