Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
nüşüm, yazdığım birkaç romandan sonra gelen teklifle oldu. Bugün sinema dilinin ne kadar farklı olduğunun farkındayım, ama bu çalışma, mesleğim olan hikâyeciliğimin bir uzantısı olmaktan öteye gitmiyor. S.R.: Senaryo yazarlığı ve yönetmeliği dışında, Paul’un en beğendiğim kitaplarından biri Yanılsamalar Kitabı’dır, çünkü her yönüyle komik olduğu kadar gerçek de olan bir sessiz film karakterini yaratmayı başarmış. Bu benim için, onun, sinema ile ilgili en büyük başarısıdır. Ben de sinema ve edebiyatın bu çift etkisini paylaşıyorum. Ama şunu da anlamak gerekir, 1960’lı yıllarda, her haftanın kendi kült filmi vardı. Sinemanın bu altın çağı bize, yazı tekniklerini altüst edecek belirgin bir ortak referans yarattı. Sıklıkla Nouvelle Vague’ın, Fransa’da, romantik dili ne kadar derinden değiştirdiğini unutuyoruz. Cut ve flashback teknikleri ortak bilince o denli yerleşmişti ki, bunu birdenbire yazıya taşımak mümkün olmuştu. ¥ “AVRUPA EDEBİYATI YÜZ YILDIR HİÇBİR ŞEY ANLATMIYOR” Romantikliğin sinema ve edebiyattaki paralelliği, paylaştığınız bir tutkuya gönderme yapıyor: Anlatı sanatı S.R.: Kesinlikle. Avrupa edebiyatının da, yüzyıldır hiçbir şey anlatmadığını hatırlatmak isterim. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, modernizmin de iyice yerleşmesiyle, hikâye anlatmaya devam eden popüler yazıyla, bunu hiç dert etmeyen büyük edebiyatın arasında bölünme oluştu. Ben bu bölünmenin hep yapay olduğunu ve yazarın görevinin de bu iki vizyonu birleştirip, anlatı sanatını edebiyatın merkezine yerleştirmek olduğunu düşünmüşümdür. “Bir arabanın güçlü olabilmesi için motorunun güçlü elde toplayabiliyor. Okulda, yazı dersinolması gerekir,” deriz. Nokta. de öğretilenin tam tersidir. Lewis CaP.A.: Ezra Pound, müziğin danstan, roll’un öyküsündeki tırtılın Alice’e verşiirin de müzikten uzaklaştıkça köreldidiği, “baştan başlayıp sondan bitirmek ğini söylerdi. Buna ilaveten ben de, rogerek”ten ibaret olan öğüdün tam tersimanın anlatıdan uzaklaştıkça köreldiğidir! Halbuki Hintli masalcıların bu geni eklemek isterim. Benim romanlarım leneği binlerce yıldır devam etmekte ve Salman’ınkilerden çok farklıdır, ama tekniklerinin daha parlak olduğunun da anlatı sanatı noktasında buluşuyoruz. altını çizmek gerekir. Onlara güvenebiBugün, kendimi romancıdan çok öykülirsiniz, çünkü orada, eğer sıkıcı olmaya cü kabul ediyorum. Sanatçı olarak en azından görevimi bu şekilde gerçekleştiriyorum. Sanırım Salman da edebiyatın bu kavramını paylaşıyor. Her ikimiz de sözlü bir gelenekten geliyoruz ve Bin Bir Gece Masalları’nın ortak kaynakçalarımızdan biri olması tesadüf değil. Öykülerden besleniyoruz. S.R.: Kesinlikle ve her zaman, bu sözlü geleneği yazıya aktarmaya çalışıyorum. Hindistan’da sözlü geleneğin hâlâ var olduğunu söyleyebilirim. Hintli bir masalcı dinleyin ve kendine kazandırdığı özgürlüklere bakın. Doğrusal bir ilerleme ama aynı zamanda bir dizi düğüm, geri dönüş, sapma. Her şey eski bir masalla başlar, birden günümüze ait olay geçer; politik bir anekdot, bir tane de kişisel, ardından bir şarkı ya da bir cambazlık. Dört beş hikâye birbirinin içine giriyor ve masalcının Salman Rushdie de Paul Auster gibi kendisini her zaman kentin hüneri de bütün ipleri bir yazarı olarak görüyor. başlarsanız, sizi yumurta yağmuruna tutarlar! Ama içinde yaşadığımız sürekli değişen dünya yazma biçiminizi değiştirmedi mi? S.R.: Kesin olan, bana karışık birkaç olay örgüsü yaratmada esin kaynağı oldukları. Ben tarihin ivmesine hayranım, bu sürekli dönüşümlere, sürekli karşı karşıya kaldığımız değişimlere. Bu varoluşsal bir kaygı yaratıyor, hikâyesi belli bir dönemde geçen son kitabım Floransa Büyücüsü özellikle araştırmak istediğim bu belirsizlik hissiyle doğdu. Değişim korkusu her zaman en tehlikeli aşırılıklara yol açtı ve yazar olarak benim görevim bunlara yazılarımla cevap vermek. P.A.: Salman benden çok daha çağdaş. Ben hâlâ elimde kalemle çalışırken o, dijital çağa yıllar önce geçmişti! Bende modernliğin farklı bir vizyonu mevcut, anlayacağınız. İnsanlık tarihinde değişiklik söz konusu olduğunda, bu tren, telefon ya da radyo olsun, bu bizde geri dönülmezlik hissi yaratmıştır. Teknoloji bizi bu denli değiştirebiliyorsa, sanırım ölümlü olduğumuzu hatırlamak çok önemli. Hâlâ aynı acıları, aynı öfkeyi, aynı sevinci duyuyoruz. Sonuçta insanın özü aynı kalıyor. S.R.: Bu anlaşmazlık ta Ovidius ve Lucretius’a dayanıyor; insanoğlunun değişime direnen bir tarafı mı var? Lucretius evrimin insan doğası üstünde bir etkisi olduğuna inanırdı, Ovidius ise, Metamorfozlar’da en radikal değişikliklerin bile, insanın özünü değiştiremeyeceğini öne sürüyordu. Sanırım bütün kitaplarımız, bilinçli ya da bilinçsiz, bu konuyla ilgili. ? Çeviren: Zeynel ÇAĞLAR Le Magazine Littéraire, Mayıs 2010. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1068 SAYFA 17