25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nur Demirel’den şiirler Soldan Dördüncü Aralık Soldan Dördüncü Aralık tıpkı bir insan ömrü gibi uzun, tek bir şiir olarak tasarlanmış. Şöyle düşünebiliriz: Şair içinde bulunduğu inzivada geriye doğru, daha ziyade geride bıraktığı yaşanmışlığa doğru kuşbakışı bakarken tıpkı kalbin dört odacığı gibi dört ayrı bölümde gözlemleyiverir yaşamı. “Dördüncü Aralık” şimdiki zamanı, “Sol” ise gövdenin solunda bulunan evi, yani kalbi imler. Ë Gülümser ÇANKAYA itabın bütününde, göz ardı edilemeyecek bir kurgu söz konusu. Şiirler tıpkı bir filmin sahneleri gibi başlar, birbirini açar, birbirine ulanır ve birbirini tamamlar. Öyle ki sadece ara başlıkları ve şiir adlarını okusanız bile nerdeyse kitabı (ki buna bir yaşamı da diyebiliriz) duyumsarsınız. Örneğin: Kişinin hayat karşısında kendine çıkardığı dersler ”bu” işaret zamiriyle işaret edilir ve “bu I”, “bu II”, “bu III”... şeklinde devam eder, “bu VI” ile kitap sonlanır. Örneğin; derinden gelen duyumlar “dip ses” ile duyurulur. Dip ses kitap boyunca 4 kez söz alır ve konuşur. Bununla beraber “anı paravan”, “sarmal” ve “teras” şiirleri de numaralandırılmak suretiyle devam eden şiir ve sahnelerdir. “Tan”, “sabah”, “kuşluk”, “akşam” zamanı adlandırırken, “teras”, “çardak”, “çatı”, “balkon”, “yol” ve “iskele” mekânları; “diken”, “düş”, “kâbus”, “kuyu”, “dil”, “an” gibi şiirler de bu mekânlardaki kimi zaman anımsanan, kimi zaman yaşanan, kimi zaman ise farkına varılan hayatı anlatır bize. Buradaki kelime seçimlerindeki özen de dikkat çeker. Özellikle diken, düş, kuyu, dil, an gibi kelimeler hüznü duyumsatan kelimelerdir. Bana kalırsa Soldan Dördüncü Aralık, şiir ve sinema ilişkisine iyi bir örnek. yoklaması sonucu, hayat karşısında kendine çıkardığı ilk ders. Zaman geçtikçe yaşam zorlaşacak, bozgun çoğalacak ve gitgide hüzün kronikleşecek ve sanki bunu anlamış gibi çocuk, başını tekrar içeriye çeker, güvenli uykusuna dönmeye karar verecektir. Şairin gözünden bakacak olursak; saatin hunisine kum toplamaya devam eder. nasıl anlatmış: “Döşe evini// ısmarla/ uzaklaşan kızlara/ gece için kor ağız/ bahçeye yediveren/ atlar için dar meydan// ısmarla/ yoldan geçen delikanlıya/ dağlar için derin ses/ toprağa akça tohum/ ufuk için diri tay// aradığın ben de yok/ de/ dönüp duran arıya.” Hüzün, gölgemiz gibi her daim peşimizdeyken artık yakamıza yapışır. Gündüzleri çalışıp çabalarız ve akşam olduğunda kendimiz için özene bezene süslediğimiz evin bahçesindeki hamakta çocukların ziyaretini bekleriz. Artık ana baba olmanın dinginliği içindeyizdir. Ziyaretleri seyrekleşen çocukların bahanelerini hoşgörüyle karşılayabiliriz. Birinin bahanesi olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünürken gülümseriz. Bir zamanlar biz onu ziyarete gittiğimizde ana/babamızın nasıl sevinmiş olduğunu kendi sevincimizden anlarız. K TAZE HÜZÜN (BİRİNCİ ARALIK) “Denize sürüyorum/ üç tekerlekli bisikletimi// ben bir istiridyeyim/ içimde incim” dizeleriyle başlıyor kitap. İnci, hayat karşısında henüz yara almamışlığın ve henüz hiçbir şeyin büyüsünün bozulmamışlığının bütünselliğini ifade eder. Zaman geçtikçe istiridyenin kâbuğu açılır ve hüzün (ya da hayat) içeriye sızmaya başlar. Bu aynı zamanda hayatı görme, hayatı yaşama ve hayatı öğrenmedir. “Bu kural olarak benimsenecektir; her bozgun/ bir sonrakinin ebesidir// balıkça bilen bir taş atılacaktır denize/ balıkça bilen ve dilsiz.” (Bu I) Bu, güvenli bir ortamda büyüyen bir çocuğun bütün tembihlere rağmen, merakına yenik düşmesi ve başını yavaşça uzatıp dışarıyı TEN DANSI (İKİNCİ ARALIK) Derken gerinerek uyanır uykusundan. Dünya yeniden başlar. Bu ikinci aralıktır; ilk gençlik. İnsan egosunun en şişkin olduğu dönemdir ilk gençlik ve sabırsızlığın had safhada olduğu bir dönemdir. Karşı cinse duyulan merak, ilk tanışma, ilk buluşma. Bir an önce hayata atılmak ister. Hayat denen o gelin kız, beyaz duvağının içinde pek de masum görünür ona: “Biraz öteye itmek istiyorum denizi/ sonra biraz daha, biraz daha/ hiç geçilmemiş vadiyi geçerek çırılçıplak/ delta gibi serilmek karşı kumsala” (Kumsal I). Sonra ilk tecrübenin ardından birdenbire nasıl da büyümüş hisseder kendini. Bütün hayatı anlamış olmanın yanılgısıyla her şeyi o, yalnızca o bilir (!) Hayat ona devrolmuştur. Çocukluk günleri birer anıya dönüşür. Şairin diliyle söyleyecek olursak, anne ve babası “anı/anne”, “anı/baba” haline gelir. “Anı/ anne” şiirinde, evdeki eskiyen eşyalarla anne arasında bir özdeşlik kurulurken baba ise (şair erkek olduğu için doğal olarak) kişinin kendi davranışlarında ortaya çıkıverir ansızın. Bu şöyle dile getirilir: “Bazen…/ cigaramı avcumdan içerken// bazen…/ aynadayken ben” (Anı/baba) Hayatla ve karşı cinsle artık tanışık olmanın ardından yine duvarlar başlar. Yani yalnızlık ve hüzün: “Bu duvarların hammaddesinin/ yalnızlık olduğuna dair bir işarettir/ yağmur ve akşamla gelen esinti/ ve eylül” (Bu III). Hayat kişinin kendi süzgecinin arasından geçip giderken“hiçbir şey kalmıyor ağın üstünde/ eleğin yalnızlığından başka” der şair. Buna rağmen payımıza ne düştüyse torbamızı boğup yolu sırtlarız. ESKİ ÇARŞI (ÜÇÜNCÜ ARALIK) “Üçüncü Aralık” şiiriyle başlayan bölüm yetişkinlik halidir ve bu bölümün adına “Eski Çarşı” adı verilmiştir. Bu boşa değildir elbette. Bir şehrin nerdeyse olmazsa olmazı olan eski çarşıları anımsayalım. Ne ararsak buluruz orda. İnsanın yetişkinlik dönemindeki halini, caddeleri, sokakları, meydanları, evleri, parkları, bahçeleri ile fiziki yapısı tamamlanmış olan bir kente benzetecek olursak (ki Mevlana’da ünlü eseri Mesnevi’de insan bedeninden söz ederken “beden şehri” demiştir) ruhsal gelişimindeki zenginliği ve çeşitliliği de “eski çarşı” ile ifade edebiliriz pekâlâ. Orda her şey bulunmakla ve her şey “olası” olmakla beraber, hayat karşısında artık kendi beğenimiz, zevklerimiz, tercihlerimiz etkindir. Toplum içinde bir birey olarak duruşumuzu tercihlerimiz belirler. Artık dünyadan şikâyet etmeye hakkımız yoktur. Bugünün ve hatta yarının sorumluluğu bizdedir. Bizden de yeni nesle devrolacaktır. Şair kitapta bu durumu şu şiirle bakın SOLDAN DÖRDÜNCÜ ARALIK Bu, kitaba ad olan asıl bölüm. Otuz sekiz mini şiirden oluşuyor ve bana göre insanın göğsüne göğsüne vuran asıl şiirler de bu bölüme saklanır. Önceki üç bölümde toplam dört odacıktan oluşan kalbimizin her bir odacığı aralanıp şöyle bir kolaçan edilirken bakış tıpkı bir projektör gibi dördüncü aralıkta durur. Dördüncü aralık kitabın dilinde insan ömrünün son çeyreği de diyebileceğimiz asıl zamanı yani şimdiki zamanı imlediği için ve ömür ölümle sonlanacağı için olsa gerek, şair dördüncü aralığı “tek yönlü ve çıkmaz” olarak tanımlar. Bu bölümdeki şiirleri okurken, tıpkı diğer bölümlerdekileri okurken hissettiğimiz gibi hiç de yabancısı olmadığımız hayatla bir kez daha yüzleşmenin hüznünü duyumsarız. Dalgın dalgın uzaklara bakıp başımızla “evet”leriz söyleneni. Ne kadar da kaptırmışızdır kendimizi gündelik yaşamın seline ve aynı anda farkına varırız ki “ben” kaybolur. Ben’in yerini sorumluluklar alır. Önceliği hep başka şeylere vermiş ve hep ötelemişizdir kendimizi: “Yüz yüze gelince/ benle ben/ iki derin dehliz/ iki ırak aynada// yamanırken bir yanım bir yanıma/ iğnenin ardında/ ip/ ince bir kanama// tek/ im/ ben/ fotoğrafta/ gülerken bir yanım/ duruyor içimde/ simsiyah ağzıyla/ arabım.” Modern çağın sarmallığında tektip ama tekil yaşarız hayatı. Kalabalıklar içinde yalnızızdır. Bu ilişkisizlik içinde İnsanlar birbirine gölgeleşir, gitgide yabancılaşır. Şair bu durumu şöyle dile getirir: “Dokunmadan geçiyoruz birbirimizi/ ben, dağlara çeviriyorum yüzümü/ o, gözlerini kırpmadan bakıyor denize/ güneşe çıkıyor gölgedeysem/ güneşteysem gölgeye kıvrılıyor.” Hayatla da ilişkimiz nerdeyse aynı. Bazen o kaçar bazen biz. Ama sonunda bir şekilde, ”Nasıl olur?” yine kanarız bu oyuna, yine tatlı gelir hayat bize: “Bir yerinden kuruyor sarmaşık/ ve yeniden filizleniyor/ tam kuruduğu yerden// merdivenleri çıkarken.” Ömrün sonuna gelindiğinde artık bizim için denklem değişir. Anlam bir kez daha sorgulanır, insanın içinde bir kez daha yıkılıp yapılır hayat ve insan kendi denklemini kurar. Ortak kullandığımız sözcükler bile bizim için sanki farklı şeyler ifade eder olur. Aidiyet ve önemin anlamı değişir örneğin. Bunca yıl üzerinde yaşadığımız dünyanın aslında hiç de bize ait olmadığının ve bizim de ona ait olmadığımızın irkilerek farkına varırız:“Silindir bir silgi/ kirli bir ize dönüştürüyor/ yazılanları” der şair ve devam eder: “Görüyorum topladım sanmanın yanılgısını/ eksilerek ancak bütüne varıyorum.” Bu dizeler bir bakıma şairin hayat felsefesini de ortaya koyan dizelerdir. F. H. Dağlarca kendisiyle yapılan bir söyleşide “Şiiri algılama konusunda okur ne kadar ileriye gitmiş olursa olsun, şair hep daha ileriye gitmiştir” diyor. Şairin affına sığınarak kendi algımı ortaya koydum. Eminim yazarken o daha ilerideydi. ? Soldan Dördüncü Aralık/ Nuri Demirci/ Yapı Kredi Yayınları/ 78 s. SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1068
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle