05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K ykünün, gücünü yitirdiği fısıldanıyor… Doğru mu bu? Bu görüşü öne sürenler, “Akatalpa Öykü”nün öykü sanatını gündemde tutmaya çabalamasına karşın öykü dergilerinin arka arkaya yayın dünyasından çekilişine, öykü kitabı yayınında yaşanan görece ağırlaşmaya, kitap satışlarında gözlenen düşüşe bakarak kendilerini haklı görebilir. Ama yazınsal bir tür olarak öykücülüğün, öykü sanatının gücünü yitirdiği gibisinden bir kanıya kapılmak için enikonu safdil olmak gerek herhalde… Öyle ya, “öykü”, insanoğlunun bin yıllar içinde var ettiği bir yazınsal doruk olarak duruyor hâlâ önümüzde… Ancak son yıllarda, gerek yazın kamuoyunda, gerekse okur önünde kendilerini öykücü olarak kabul ettirmiş çok sayıda yazarın, öyküyü âdeta bir yana bırakmış gibisinden havayla roman verimlemeye koyuluşuna bakılacak olursa, öykü alanında farklı bir durum yaşandığı öngörülebilir belki de… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Öykücüler neden roman yazıyor? Bu yazarların kimi verimleri üzerine öne sürüşler getirmiştim çeşitli yazılarımda. Son zamanlarda özellikle öykücülerin roman verimlerini odağa alarak yazarların öykü ile roman arasındaki yaklaşımları üzerinde durmuştum. Aralarına pek çok adın daha eklenebileceği yukarıdaki listeden beş kadın, beş erkek on öykücü romancıyı alarak kaba genellemelere dayalı bir karşılaştırmaya girişmek niyetindeyim bu kez. Seçtiğim yazarlara gelince… Ayfer Tunç, Aslı Erdoğan, Sema Kaygusuz, Sibel K.Türker, Halide Eşber, Özcan Karabulut, Attilâ Şenkon, Faruk Duman, Behçet Çelik, İnan Çetin… Bunların yerine, öteki yazarları da seçebilirdim kuşkusuz. Bu çerçevede listeyi salt rastlantıyla oluşturduğumu söyleyebilirim gönül rahatlığıyla… Ancak bu on yazar bile neresinden bakarsak bakalım en az elli kitaba yayılan bir verim toplamı anlamına geliyor, sonuçta da bunların dikkate alınmasını gerektiriyor elbette. ÖYKÜCÜ ROMANCILARIN TEMEL KARAKTERİSTİĞİ... Öykücüler, romanda neyi anlatacağının, bunu nasıl anlatacağının bilincinde olduğunu yansıtıyor daha işin başında. Bu doğrultuda hiçbir iç dökmeye rastlanmadığı gibi romanı nasıl yapılandıracağını iyi bilen birinin kararlılığı gözleniyor hemen her öykücüde. Romanlarında iç dökme eyleminden uzak duran bu öykü yazarlarımız toplumsal sorunlar yumağıyla da yoğun ilişkileniş halinde kaleme alıyor yapıtlarını. Ama bu yönde ürün verirken birbirine benzemek yerine birbirinden iyice ayrılan romanlarla çıkıyorlar karşımıza. Burada örneklediğim on öykücü romancı da bunu başarmış yazarlarımızdan. “Ne”yi yazacaklarının bilincindeki öykücülerimiz için sorun, bunun nasıl yazılacağında düğümleniyor bu nedenle. Bu çerçevede her birinin farklı yönsemede romanlar kaleme alarak okur karşısına çıktığı söylenebilir pekâlâ. Nitekim öykücü romancılarımız, romanlarını oluştururken benimsedikleri gerçeklik kavrayışına sıkı sıkıya bağlılık içinde “ne”yi anlatacaklarına karar verdikleri anda, bunu hem kendi yazarlık gelişimleri bağlamında özgün bir bütünselliğe kavuşturmanın hem de öteki yazarlardan farklı bir yapıda sunmanın çabasını sürdürüyor. Bunun için de romanlarını, kendi evrenlerindeki ana belirleyiciye bağlı kalarak bir “var edici atmosfer” üzerinde yapılandırmaya girişiyorlar… Sonuçta da her bakımdan dikkate değer romanlarla çıkıyorlar okurların karşısına. Öyküyle romanın ayrımları, birbiriyle buluşan, birbirinden ayrılan yanları üzerinde enine boyuna düşündükleri, hatta bu konuda kuramsal açıdan çalışıp kendilerini geliştirdikleri, öykücülükte ulaştıkları düzeyi hem düşürmeme hem de bunu gölgelememe kaygısı taşıdıkları sezilebiliyor yazarların. Buna bağlı olarak böylesi yaklaşımlarında, kendilerine öykücülüklerinde nasıl başucu yazarları seçmişlerse, buna benzer biçimde beğendikleri, etkilendikleri, bir açıdan kendilerine kılavuz aldıkları romancılarını da belirledikleri anlaşılıyor. Bu çerçevede öykücü romancıların çok büyük bölümü, en azından yazarlık sanatı (ya da zanaatı) bağlamında örnek oluşturacak yetkinlikte yazarlar olarak alınabilir bana göre. Yani yolun başındaki genç yazarlar ya da yazar adayları, andığım bu grubun yaklaşımına, çalışma yöntemine, bu konudaki uygulayımlarına bakarak, bunları kendilerine örnek alarak yazarlık yolunda ilerleyebilir pekâlâ. Çok farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden, eğitimden, düşünceden, kişilik yapısından gelse de adlarını andığım romancıöykücüler, bir çokseslilik korosu oluşturuyor aralarında. Onca farklı öykü verimlemenin ardından öylesine değişik romanlar üretiyorlar ki, insan bu aykırılıkların zenginliğine bakıp şaşırıyor, ayrıksılıktaki bütünselliğin göz kamaştırıcı güzelliğini apaçık görebiliyor. O halde yukarıdaki sorulardan birine yanıt vermenin sırası gelmiş olmalı. Öykücülerimiz, roman sanatına duydukları gereksinimin karşılığını eksiksiz yansıtıyorlar yapıtlarında. Gerçekten de onlar, yazmış olmak için değil, romana gereksinim duydukları için yazıyorlar. Ö ÖYKÜCÜLERİN ROMAN EVRELERİ, KAHRAMANLARI... Yukarıda genel bir tablo halinde sunmaya çalıştığım 1980 sonrası öykücüleri, romanda görece “panteist” bir anlayışın ardıllarıymış gibi izlenim bırakıyor bende. Çünkü bu yazarlarımızda, roman bütüncül bir evrenin açılımı olarak çıkıyor krarşımıza. Bu çerçevede roman, getirdiği evren, yansıttığı karakterler dışında bir bütün olarak var olmak durumunda ilkönce. Romandaki en büyük, en geniş kapsayıcı evren, bunun içinde dağılmış görünen ya da bir biçimde gezinen öğelerin her biri işte bu “bir ve tek” “atmosfer”de kendini göstermek zorunda. 1980 SONRASI ÖYKÜCÜ ROMANCILAR... Bir başka deyişle romanda artık önemli olan bu bü1980 sonrasında öykü verimleyerek yazınsal tüncül atmosfer de diyebiliriz andığım öykücülerimiz alandan içeri adım atan yazarlarımızı kabaca anımiçin. Bizi ilgilendiren, yönlendiren, ötesinde yönlensamaya çalışalım… Kim bu öykücüler? diğimiz de bu zaten. Büyük çoğunluğu, özellikle son yıllar roman kaleRomandaki evrenle karakterler, bunlar arasındaki me almaya koyulmuş yazarlar… Usumuza geldiği ilişkilenişler artık geri bir evre olarak alınıyor bir bögibi sıralamaya çalışalım… Cemil Kavukçu, Mahir lük yazarca. Bunlara göre aslolan, romandan yayıÖztaş, Hasan Ali Toptaş, Ayfer Tunç, Mucize Özülan panteist temeldeki bu atmosfer yalnızca, bunun nal, Sevgi Özel, Gülseren Engin, Elif Şafak, Hakan yansıttığı büyü, ötesinde yanılsama… Öyleyse bu Akdoğan, Ahmet Önel, Özcan Karabulut, Ferda İzatmosferin önceki romancılar tarafından getirilen budak Akıncı, Attilâ Şenkon, Murat Gülsoy, Sema “evren” olgusuna karşı bir “karşıevren” olgusuyla Kaygusuz, Müge İplikçi, Faruk Duman, Kadri Özkarşımıza çıktığı dillendirilebilir. topçu, Aslı Erdoğan, Kemal Selçuk, Ulviye Alpay, 1980 sonrasında verimlenen romanlardaki evren Asuman Tümer, Rıza Kıraç, Yekta Kopan, Sibel de, karakterler de, bakışımlıbakışımsız olaylar örK.Türker, Halide Eşber, Behçet Çelik, İnan Çetin, güsü de hep birbiri içinden birbirini doğuran, birbiriÖzen Yula, Şebnem İşigüzel, Günhan Kuşkanat, ne varan dizge oluşturacak biçimde bu bütüncül Osman Akalın, Meliha Akay… Bu kadar mı? Değil görüşten, her şeyin hem “bir” hem “çok” oluşundan elbette… kaynaklanıyor görünüşte… Bu doğrultuda romanın temel izleğiyle ilgili olarak Adını anımsayamadığım ya da unuttuğum kimbilir bunun klasik tragedyaların yaklaşımıyla örtüştüğü kimler var daha ilk ürünleriyle okur önüne öykücü öngörüsü de getirilebilir herhalde. Ama ele alınan ya olarak çıkıp sonradan romana geçen… Bu arada, da bir biçimde değinilen veya işlenen konular arasüreç içinde kimbilir daha kaç öykücü katılacak bu sında neler yok, neler… Bireysel, toplumsal, cinsel kervana, bunu da bilmiyoruz… Çünkü onlar da yaeşitsizlik, özgürlük, işsizlik, aidiyet, kimlikkimliksizyımladıkları kitaplarla bundan böyle, artık romancılar lik, dinselsiyasal uyumsuzluk, yaşlılık, bunama, aşkarasında anılacak, şimdi değilse de ileride! Andığım yazarlar nasıl bir gereksinim duyarak öysızlık, ihanet, çevre sorunları, insanlar arasındaki ileküden içeri girmişse romana da ilk adımlarını buna tişimsizlik, mülkiyet, karaadadeniz, entelektüalizm, söylen, doğa, bitki türbenzer dürtülerle leri, yaban yaşamı, attıkları kestirilebilir okumayazma, bilimkolayca. Öykünün felsefesanat, tarih vb. dışında farklı bir tür Sıra geldi öteki soruolarak romana genun yanıtına… Bana reksinim duyduklagöre öykücü romancırını nasıl anlayacalarımız “ne”yi “nasıl” ğız peki bu yazarlayapılandıracakları korın? nusunda tam bir yetYapıtlarına bakakinlik yansıtıyorlar, gerak kuşkusuz… Örreksinim duydukları roneğin öykülerinde man sanatı için bunu görüldüğü gibi robirebir karşılayan örnek manlarını da apayrı yapıtlar veriyorlar. bir dille örgüleyebilÖyleyse öykücülerimiş mi bu yazarlar? mizden roman alanına Verimlerini türe özakan büyük bir erke gü biçemle yoğurasöz konusu. bilmiş, kendilerini Ne ki bundan sonraöyküden tümüyle sıyla ilgili öykücü rosıyırıp öyküye hiç mancılarımızdan örnekbenzemeyen bir ler de vermek gerekiyor. türde, romanda yeBunu da haftaya bıniden yaratmayı ba Üstte soldan sağa: Özcan Karabulut, Sibel K. Türker, Aslı Erdoğan, Atillâ Şenkon ve İnan Çetin. Altta, soldan sağa: Ayfer rakalım…? Tunç, Behçet Çelik, Sema Kaygusuz, Halide Eşber ve Faruk Duman. şarabilmişler mi? SAYFA 25 Sorun da bu soruyla önümüze gelip bu noktada düğümleniyor sanki… Evet, öykücülerimiz, kendilerini öykü alanında kanıtlayıp parlak başarılar kazandıkları halde neden roman yazmaya dönük iştah gösteriyor dersiniz? Roman türüne yönelik bir içsel gereksinim duydukları için mi, yoksa romanın çok farklı toplum kesimleriyle doğrudan kurduğu ilişkilere bakarak öne çıkmanın, ilgi uyandırmanın çekimine kapıldıkları, buna imrenip özendikleri için mi? Onca başarılı öyküye imza attıktan sonra adı tümden romancı olarak anılmaya başlayan yok değil günümüzde… Örneğin Mahir Öztaş, Hasan Ali Toptaş artık öyküden çok romanın önemli adı gibi görünüyor. Nitekim yine 1980 sonrası yazarlarından sayacağımız Foto Sabah Resimleri’nin başarılı öykücüsü Ayşe Kulin de nicedir romancı olarak anılmıyor mu? Bunun gibi İbrahim Yıldırım’la Gürsel Korat da öykücüden çok birer romancı bağlamında tanınıyor yanılmıyorsam… Demek yazar, ünlendiği türle anılıyor denebilir süreç içinde… Nitekim öykücülüğümüzün önemli adları arasında sayabileceğimiz İnci Aral’ı bile toplumumuz yaygın biçimde romancı olarak tanıyor… Ancak şu da var: yukarıda sıraladığım adlar birer aykırı örnek halinde çıkarken ortaya, başarılı romanlar da yayımlayan Cemil Kavukçu ise ilginçtir hâlâ öykücü konumunda anılabiliyor… Bir yazarın, ürün verdiği alanların tümünü kapsayacak bir belirlemeyle anılması gerekmiyor ille. Örneğin Sait Faik de şiir yazıyor, sonra roman verimliyor ama yine de bizim için o, kaç kuşaktır “öykücü”, böyle anımsıyoruz onu… Bunları dikkate aldığımızda, romana yönelmiş görünen bu öykücülerimiz için ne söylememiz gerekiyor dersiniz? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1045
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle