05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O tendhal’in Kırmızı ve Siyah’ı (2010, Çev. Şerif Hulusi, İletişim Yay.) severek, soluk soluğa, son sayfasına geleceğim, bitecek korkusuyla okuduğum klasiklerdendir. Henri Beyle Stendhal 23 Ocak 1783’te doğmuş. 59 yıl yaşamış. Hayattayken eserleri pek ilgi görmemiş. Ancak ölümünden iki yıl sonra unutulmasın diye arkadaşlarının kitaplarını yeniden bastırması ile gündeme gelmiş. Zamanın eleştirmenlerinden övgüler alsa da yine okurların ilgisini çekmemiş. Ancak 20. yüzyılın başında okunup, sevilmeye başlamış. Emile Zola onu doğalcılık akımının babası saymış, Andre Gide psikolojik romanın yaratıcısı olarak nitelemiş. Romanı “sokağa tutulmuş bir ayna” olarak niteleyen Stendahl’in eserleri gerçekçiliğin ilk, en önemli ve güçlü örnekleri. Kırmızı ve Siyah 1830’da yayınlanmış. Kırmızı ve Siyah’ın kahramanı Julien Sorel, yakışıklı, hırslı, ihtiraslı bir genç. Babası gibi marangoz olmak istemiyor. Paraya ve güce ulaşmak arzusunda. Yoksul bir genç için papaz olmak özlediği hayatın tek yolu. Din dersleri alan Julien, şehrin belediye başkanı Mösyö de Renal’in çocuklarına ders vermeye başlayınca hayatı da değişiyor. Julien ile Madame de Renal arasında bir aşk ilişkisi başlıyor. Madame de Renal’le ilişkileri hakkında imzasız mektuplar gönderilmesi üzerine Julien ailenin yanından ayrılmak zorunda kalıyor. Paris’e giden Julien asil bir ailenin yanına yazıcı olarak giriyor. Evin kızı Mathilde’le Julien arasında bir aşk başlıyor. Julien, Madame de Renal’le de ilişkisini bitirmemiştir. Mathilde ile ilişkisi onun Fransız sosyetesinde bir yer edinmesini de sağlıyor. Tüm bu aşk ilişkileri yaşanır, Julien başarı merdivenlerini hızla tırmanırken Fransa’da siyasi anlamda büyük değişimler yaşanmaktadır. Stendhal, kahramanı Julien’in yaşadıkları çevresinde Napoleon Bonaparte’ın sürgüne gönderilişi ile yaşanan Restorasyon Dönemi’ni eleştirel bir bakışla anlatıyor. Din ve ordu kurumlarının siyasi hayatın biçimlenmesindeki rolünü sorguluyor. Julien, siyasette tutunabilmek için Napolyon hayranlığını gizlemeye çalışıyor. İktidardakilere yaranmaya uğraşıyor. Mathilde’le evlilik hazırlıkları yaparken Madame de Renal’le yaşadıklarının ortaya çıkması Julien’in tüm hayatını altüst ediyor. İletişim’in yeni baskısında çevirinin ilk yayın tarihi belirtilmiyor, insan ilk bakışta yeni bir çeviri okuyacağını düşünüyor. Kitabın içinde de çevirmenin biyografisi yok. Edebiyat araştırmacısı ve çevirmen Şerif Hulusi SAYFA 14 kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Kırmızı ve Siyah S AZÂBI MUKADDES Neyzen Tevfik, yaşam biçimiyle, eserleriyle Türk kültür hayatının en ilginç simalarından. Neyzenlik, 24 Mart 1879’da Bodrum’da doğan Tevfik Kolaylı’nın hayatında ve isminde ayrılmaz bir parça. Neyzen dediğimizde akla o geliyor, bu sıfatı ismi gibi kabul edip, kullanıyoruz. Küçük yaşta sara hastalığına yakalanması nedeniyle eğitimini sürdürememiş, Babasının görevi nedeniyle, 13 yaşındayken gittikleri Urla’da ney dersleri almaya başlayınca hayatının yönü değişmiş. Mevlevihanelerde yaşamış. İzmir Mevlevihanesinde taşlama ve yergi üstadı Şair Eşref’le tanışınca onu ustası bilip yergiler yazmaya başlamış. İlk şiiri, 13 Mart 1898’de Muktebes dergisinde yayınlanmış. 19 yaşında İstanbul’a gelmiş. Yine mevlevihanelerde hayatını sürdürürken Mehmet Akif’le tanışıp dost olmuş. Neyzen, Akif’e ney, Akif Neyzen’e Arapça, Farsça ve Fransızca öğretmiş. Müzik ve edebiyat çevrelerinde dostlar edinmiş. Ahmet Mithat, Muallim Naci, Tevfik Fikret, Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tanburi Cemil, Hacı Arif Bey gibi üstadlarla arkadaşlık etmiş. 1900 yılından itibaren yüzlerce plağı yayınlanmış. Ama şiirlerinin derlenip toparlanması için bir teşebbüste bulunmamış. Bir süre Şair Eşref ve Mehmet Akif’le birlikte Mısır’da kaldıktan sonra İstanbul’a dönmüş. 1919 yılında, ilk kitabı Hiç (yeni baskı 2008, Kapı Yay.) yayınlanmış. Ulusal Kurtuluş Savaşı başlayınca 1923’te Ankara’ya gitmiş, birkaç ay kalmış. Cumhuriyeti destekleyen, Mustafa Kemal’i öven, yücelten birçok şiir yazmış. 1926 yılında Atatürk’le tanışmış. Bu sıralarda sara nöbetleri ve alkolizm nedeniyle çeşitli kereler hastaneye yatmış. Mazhar Osman ve Rahmi Duman, hem dostu, hem doktoru olmuşlar. Valiliğin oluru ile Bakırköy Akıl Hastanesi’nin 21 No’lu koğuşu ona ayrılmış. İstediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar gidermiş. Azâbı Mukaddes’in ilk yayın teşebbüsü 1924’te olmuş. Fasiküller halinde planlanan yayın teşebbüsü ikinci fasikülden sonra durmuş. 1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik’in şiirlerini, onun gözetimi altında, Azâbı Mukaddes adı ile derlemiş, kitaplaştırmış. Neyzen, hayatı boyunca parayı, ünü hiç önemsememiş, sazını da sözünü de geçim kapısı yapmamış. Düzenli bir geliri olmamış. Ne doldurduğu plakların ne de yayınlanan şiirlerinin telifinin peşine düşmemiş. İçkiyle koyun koyuna, sık sık hastanelerde molalar vererek yaşamış. 28 Ocak 1953’te vefat etmiş. Cenaze namazı Beşiktaş’ta Sinan Paşa Camii’nde kılınmış. Caminin avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısınNeyzen, hayatı boyunca parayı, ünü hiç önemsememiş, sazını da sözünü de geçim kapısı yapmamış. da ki Barbaros Bulvarı’nı doldur1910’da doğmuş. Birçok edebiyat incelemesi ve derlemesinin, edebi çevirilerinin yanında Engels, Lenin, Mao gibi sosyalist düşüncenin kuramcılarından da çeviriler yapmış. Nâzım Hikmet’ten derlemeleri var ve Kurtuluş Savaşı Destanı’nın ilk basımındaki yanlışlar hakkında yazdığı bir yazıdan TCK’nin 312. maddesinden yargılanmış, beraat etmiş. Çevirilerinden dolayı ise hüküm giyip ölümünden önce 7.5 yıl hapis cezasına çarptırılmış. Şerif Hulusi, 4 Nisan 1971’de İstanbul’da ölmüş. Benim tespit edebildiğime göre Kırmızı ve Siyah’ın Şerif Hulusi çevirisiyle ilk yayın tarihi 1973 (Güven Yay.). İnsanlar nasıl yaşlanıp ölüyorsa, çeviriler de dildeki gelişmelere dayanamayıp eskiyorlar. Yenilenmeleri gerekiyor. İletişim Yayınları’nın klasik çevirileri konusunda titiz davrandığını biliyorum. Bir editoryal notla hem Şerif Hulusi hakkında, hem de çevirisi ile ilgili (varsa) yapılan çalışmalar hakkında bilgi verilse iyi olurmuş. Orhan Pamuk’un editörlüğünde çıkan dizinin hoş bir de özelliği var; kitapların sonuna “Sonsöz” başlığıyla bir inceleme koyuyorlar. Bu incelemeler okuduğumuz klasiği anlamak açısından ufuk açıcı oluyor, eseri tamamlıyor. Kırmızı ve Siyah’ın sonunda Michael Wood imzalı 36 sayfalık bir inceleme yer alıyor. Kırmızı ve Siyah’ın daha çok eserin başkahramanı Julien üzerinde yoğunlaşan ve romanın konu edindiği tarihsel dönemi tartışan bir inceleme bu. İlginç bir çalışma ama bence Stendhal ve Kırmızı ve Siyah hakkında daha genel, bilgi verici bir inceleme seçilseymiş iyi olurmuş diye düşünüyorum. Stendhal, kahramanı Julien’in yaşadıkları çevresinde Napoleon Bonaparte’ın sürgüne gönderilişi ile yaşanan dönemi eleştirel bir bakışla anlatıyor kitabında. muş. Memurların, profesörlerin, ileri gelenlerin yanı sıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar, sokak serserileri ve bin bir çeşit insan bir arada uğurlamış bu efsanevi sanatçıyı. Neyzen Tevfik, hakkında çok konuşulan, fıkralar üretilen, anılar anlatılan, uydurulan simgesel bir kişi. Paraya, şöhrete yüz vermemesi, dobralığı, siyaset, din, toplumsal çarpıklıklar gibi konularda hiç kimseden çekinip korkmadan içtenlikle yazdığı taşlama ve yergileri ile halkın gönlünde taht kurmuş. Hem hakkında yazılan kitaplar, hem de kitapları her zaman çok okunan eserlerdi. Sanıyorum, mirasçılarının telif hakkı mücadelesi nedeniyle bir süredir Neyzen Tevfik’in kitapları yayınlanmıyordu. Kapı Yayınları 2008’de Tevfik’in eserlerini yayınlamaya Hiç’le başladı. Aralık 2009’da da Azâbı Mukaddes’in yeni basımı yapıldı. Bu baskı için 1949’daki ilk basım esas alınmış. Kelimelerin yazımında günümüz yazım kurallarına uygun düzeltmeler yapılmış. Kitabın girişinde Neyzen’in kısa hayat öyküsü, Neyzen’in sunuş ve önsözleri yer alıyor. Neyzen, “Çoban Armağanını Sunarken!” başlıklı yazısında “Bu şiirlerde Arapça ve Farsça kelimeler çok gibi görünecektir. Bugün için bilhassa gençler tarafından anlaşılması zor olan bu kelimeleri çıkartıp atamazdık” diyor. Gerçekten de Neyzen’in şiir dili 1949 için bile oldukça eski. “Deli gönül, neyi özler durursun? / Acınacak dostun, cânanın mı var? / Dünya yansa yorganın yok içinde / Harap olmuş evin, dükkânın mı var?” diyerek başlayan hicivlerinde ve taşlamalarında ise çok daha anlaşılır bir dili var. Fazlaca zorlanmadan bugün de okunabiliyor. Tek sorun ilk baskıdan kaldığını sandığım açıklayıcı dipnotların sayıca azlığı. Neyzen’in hiciv ve taşlamalarının kime, neye yönelik olduğunu daha iyi anlayabilmek için açıklayıcı dipnotların çoğaltılmasında fayda var. Hiç’in yeni basımının kısa sürede tükenmesini de göz önüne alarak Neyzen’in yine okurun ilgisini toplayacağına kuşku yok, o nedenle bu çalışma Azâbı Mukaddes’in yeni baskısı için vakit geçmeden başlatılmalı. Türkiye tarihinin bu kendine mahsus kişiliğini tanımak, hiciv ve taşlama geleneğimizi anlamak ve belki de Can Yücel’in bıraktığı yerden geleneği sürdürmek için Azâbı Mukaddes iyi bir fırsat. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1045
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle