05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Stefan Zweig’in son yılları ‘Bizler artık her yerde vatansız olacağız’ Stefan Zweig insan ve yazar olarak özgürlüğüne düşkündü. Dünyaca ünlü bu aydın hümanistin Hitler rejiminin dayanılmaz baskıları altında ruhsal çöküntüye uğraması çok trajiktir. Nazi faşizminin özgür düşünceyi yok etme girişimleri Zweig’ı 23 Şubat 1942’de ölüme sürüklemişti. Ë Ahmet ARPAD tefan Zweig’ın 20. yüzyıl savaş karşıtı yazarları arasında çok önemli bir yeri var. Her şeye hümanizmin penceresinden bakan Zweig’ın şu sözleri önemli: “Savaşlardan nefret ederim. Kaba kuvvet insanların iç dünyasına hiçbir zaman huzur getirmez.” Sorunlarla dolu bir yüzyılın iyi yürekli bu aydın yazarı şunu da der: “Aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır...” Dünya politika olayları 1933 yılında Almanya’da Nazilerin işbaşına gelmesiyle karıştı. Millet meclisi ateşe verildi, on binlerce sol görüşlü insan kamplara sürüldü. Yakın dostu Joseph Roth, Nazilerin yönetime el koyduğu 1933 yılında Zweig’a yolladığı bir mektupta şöyle diyordu: “Çok büyük bir felakete sürüklediğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak. Olup bitenler bizleri yeni bir savaşa sürükleyecek. Barbarlar yönetimi ele geçirdi. Artık yaşamın üç paralık bile değeri kalmadı. Yanlış düşlere kapılmayın.” O günlerde Zweig kötülüğün kapıya dayandığına bir türlü inanmak istemiyordu. Birkaç ay sonra kitapları yakıldı, İnsel Yayınevi eserlerini artık basamayacağını bildirdi, dostları Almanya’yı terk etmeye başladı. Stefan Zweig adı “safkan olmayanlar” listesine girdi. Mutluluklarla ve başarılarla dolu yaşamı böylece sona erdi. 1934 Şubatı’nda Gestapo, Salzburg’daki evine baskın yapıp silah aradı. Onu sosyal demokratları desteklemekle suçlamaları üzerine ani bir karar verdi ve Salzburg’u terk etti. Daha sonra “Dünün Dünyası”nda yazacağı gibi o günlerde “üçüncü bir yaşama” başladı. Bu artık bir mülteci yaşamıydı. Birinci yaşamı 1914’te Dünya Savaşı’nın başlamasıyla son bulmuştu, ikincisine de 1934’te Naziler son vermişti. 19341936 arasında Fransa’da, İsviçre’de ve Birleşik Amerika’da söyleşiler ve edebiyat konferansları için bir süre dolaştı. Sonunda kesin kararını verdi ve Salzburg’daki evini büsbütün bıraktı. Eşyaların bir kısmını, Londra’da tuttuğu küçük bir apartmana taşıttı. Fakat yerleştiği İngiltere’de de kendini rahat hissetmedi. Savaşın şiddetini arttırması ve Hitler’in güçlenmesi Zweig’ı daha çok bunalımlara soktu. Onlarca yıldır kafasından geçirdiği ve uğruna savaşım verdiği “kültür Avrupası” düşünün artık gerçekleşmeyeceğini kavramıştı. Brezilya’da toplanan Milletlerarası PEN Club kongresi nedeniyle, 1936 yılında Güney Amerika’yı ilk kez gördü. Rio’ya ayak bastıktan sonra karısına yazdığı bir mektupta: “Aklımdan, hayalimden geçiremeyeceğim bir yaşamın en güzelini yaşıyorum” diyordu. “BİTKİLER GİBİ İNSANLAR DA KÖKSÜZ YAŞAYAMAZ” Uzun Amerika ve Brezilya yolculukları yaptığı 1935 ve 1936 yılları Zweig’ın ruhsal durumunu bir süre için de olsa düzeltir. Ancak Avrupa’daki gelişmeler onu yine depresyonlara düşürür. 1937’de Salzburg’daki villasını Nazilerin baskısıyla satmak zorunda kalır. Bir yıl sonra eşi Friderike’den boşanır. Aynı günlerde çok sevdiği yaşlı annesi Viyana’da ölür. Elli yaşından sonra gittikçe artan tedirginlikleri artık daha da bunaltıcı olmaya başlar. Hitler’in 13 Mart 1938 günü Viyana’ya girmesi ve Avusturya’nın dünya politikasından silinivermesiyle en son gücünü de yitirir. Stefan Zweig artık bir “vatansız kişi”dir. Bundan böyle İngilizlerin vermiş olduğu bir belgeyle yetinecektir. Bu durum ona pek dokunur. Zweig, yarım yüzyıl boyunca kendini bir dünya yurttaşı olarak yetiştirdiği kanısındaydı. Fakat elli sekiz yaşında haymatlos olması ona pek ağır gelmişti. “Yurtsuzluğun bir karış topraktan daha önemli kayıplara yol açtığını” anlamıştı; “bitkiler gibi insanlar da köksüz uzun süre yaşayamazdı.” Zweig’ı bunaltıp tedirginleştiren olaylar giderek artıyordu. Alman dilinin konuşulduğu ülkelerdeki okurlarını yitirmişti. Ünlü şair ve yazar yakın dostları, vatanlarından uzak bir hastane köşesinde, ya da bir otel odasında ölüyor, canlarına kıyıyordu. Tüm Avrupa Nazilerin elindeydi. Zweig yorgun ve bezgindi. O günlerde dostu Felix Braun’a yolladığı bir mektupta şöyle dedi: “Artık Alman dilinde yazamayacağız, çünkü basmayacaklar.” Aynı yıl davetli olarak gittiği Birleşik Amerika’nın on beş kentinde konferanslar verir, sayısız radyo ve gazete onunla röportaj yapar, basın toplantılarına katılır. O sıralar Nazi ordularının Prag’a girdiğini öğrenir. Hemen İngiltere’ye dönüp “uyuşturucum” dediği çalışmalara daha çok verir kendini. Ancak Londra’nın banliyösü Bath’ta geçirdiği aylarda daha çok kötümserleşir, depresyonları artar. Yakın dostu Lavinia Mazucchetti’ye 1939 Temmuzu’nda yazdığı mektupta: “Ben bu dünyada ikinci bir savaş daha yaşamak istemiyorum” der. Kendinden 27 yaş küçük sekreteri, Yahudi asıllı Lotte Altmann ile 6 Eylül’de evlenir. Alman orduları beş gün önce Polonya’yı işgal edince Zweig’ın korktuğu İkinci Dünya Savaşı artık başlar. Nazilerin 1940 Haziranı’nda Fransa’yı ele geçirmesi üzerine Felix Braun’a şöyle yazar: “Kendimi evimde hissettiğim Fransa da gitti. Bir zamanların Avrupası’ndan kalan en son ülkenin de yok di. Bakışları boş ve tasa doluydu. Anılarımdaki hep keyifli o insan yok olup gitmişti. Tıraş olmamıştı, bakımsız biri görünümündeydi…” O aylarda Zweig’ı görenler karşılarında yıkılmış, canından bezmiş bir insan buluyordu. Tek tesellisi, üzerinde çalıştığı Amerigo Vespucci biyografisi ile Dünün Dünyası (Türkçesi: Burhan Arpad) anılarıydı. 26 Mayıs 1940 tarihinde günlüğüne şu notu düşer: “En iyisi insanın yanında hep küçük bir şişe morfin bulundurması…” Aynı günlerde yakın dostlarından Carl Zuckmayer ile yaptığı bir sohbette söyledikleri de kötümserliğinin ne kadar ilerlemiş olduğunun kanıtıydı: “Bizlerin sevmiş olduğu dünya kesinlikle bir daha geri gelmeyecek. Oluşacak yeni dünyada da artık sözümüz geçmeyecek. Söylediklerimizi hiç kimse anlamayacak. Bizler artık bütün ülkelerde vatansız olacağız. Biz bugün bir hiçiz, yarın da bir hiç olacağız…” 1941 yılının Ağustosunda bindikleri SS Uruguay transatlantiği Stefan ile Lotte Zweig’ı Brezilya’ya götürür. Rio de Janeiro yakınlarında, yazlık kent Petropolis’te bahçeli küçük bir ev kiralarlar. Ev üç odalıdır. Zweig’ın en çok hoşuna giden geniş terasıdır. Petropolis’i, Habsburglar Avusturyası’nın ünlü kaplıcası Bad Ischl’e benzetir. Eve yerleştikleri 17 Eylül 1941 günü, eski karısı Friderike’ye yazdığı bir mektupta şöyle der: “Burada Avrupa’yı unutabilirsem, evimi, kitaplarımı ve her şeyimi yitirdiğimi aklımdan çıkarabilirsem, ‘ün’ ve ‘başarı’ya boş verebilirsem, Avrupa’da insanlar açlık ve yoksulluk içinde kıvranırken, ben bu Tanrı bağışı ülkede yaşayabilmek iznine kavuştuğumdan ötürü mutlu olurdum. Fakat Avrupa’dan gelen haberler pek korkunç… Önümüzdeki aylarda otobiyografimi iyice bir gözden geçirip, çalışmalarımı daha da yoğunlaştıracağım. Şimdiye kadar bir kenarda unuttuğum bir noveli de ele alacağım.” Petropolis yükseğe kurulmuştur, havası Rio’ya oranla oldukça temizdir ve herkesten uzaklaşmak isteyenler için ideal küçük bir kenttir. İlk eşi Friderike’nin ağabeyi ve karısı Rio’da yaşamalarına karşın Zweig onları pek aramaz. Çok az tanışı vardır. Kimi gün, evinin az ötesinde yaşayan Gabriela Misstral 1945’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan Arjantinli kadın şair ile görüşür. Rio’daki yayıncısı Abrahao Koogan ile de arada sırada haberle¥ şir. Bir yandan S Stefan ve Friderike Zweig Salzburg’da (üstte). Stefan ve Lotte Zweig 1941 yılında Brezilya yolunda gemide (altta). olmasıyla ben artık bir evsiz barksızım…” Ondan sonraki aylar ve yıllar Stefan ve Lotte Zweig için bir kaçıştır, yorgun ve canı sıkkındır. O günlerde Fransa’yı terk edip, Los Angeles’e sığınmış olan Franz ve Alma Werfel’e yolladığı mektuptaki satırları çok kötümserdir: “Evim nerede bilemiyorum. Belki de ben şu satırları yazarken İngiltere’deki her şeyim yakılıp yıkıldı, kül oldu… Tekrar oralara dönebilecek miyim, dönmek isteyecek miyim? Denizaşırı ülkelerdeki bu zorunlu tatilim sonsuza dek sürecek mi? Her gün açıp kapattığımız birkaç bavul, tuhaf duygular, inanılmaz bir boşluk... Yoksa bu yaşam yepyeni bir özgürlük mü? Bereket versin kâğıt ve mürekkep henüz bulunuyor. Şu sıralar yaşamımı yaşayacağıma kâğıtlara karalıyorum onu...” “BİZLER YARIN DA BİR HİÇ OLACAĞIZ” Klaus Mann o günlerde New York’ta Beşinci Cadde’de karşısına çıkan Zweig’ı görünce irkilir. İlerde O Bir Ümitsizdi adlı kitabında şöyle yazar: “Görünümü çok kötümser SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1045
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle