08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayşe Kulin’le ‘Umut’ üzerine ‘Sevdiğim insanları anlatmak güzel bir duygu’ Ayşe Kulin, geçen yıl Veda’yla başladığı kendi ailesinin hikâyesini yazmaya şimdi de Umut’la devam ediyor. Büyük büyük dedesi, Osmanlı’nın son maliye nazırı Ahmet Reşat Bey’in sürgünden dönüşüyle başlayan hikâye aile içindeki büyük aşkla çalkalanıp küçük Ayşe’nin gözlerini dünyaya açışıyla sonlanıyor … Kulin’le, gene okuruna bir solukta kitabını okutturan, yeni romanı üzerine söyleştik... Ë Erdem ÖZTOP* ayın Kulin, geçen yıl yayımlanan Veda romanınızın devamı niteliğindeki Umut yayımlandı geçen günlerde. Üçleme olacaktı değil mi? Belki de dörtleme olur. Bir sonraki kitaba neler sığdırabileceğime bağlı. Ben üç darbe, bir savaş, bir de adı konmamış iç savaş gördüm, dilerim hepsi tek bir romana sığar da ben başka konulara geçme fırsatı bulurum. Hemen söyleşinin başında sorayım: Kitaplarını okuruyla türlü sebeplerden ötürü geç buluşturmuş bir yazar olarak; bu üçleme romanla, kendinizi edebiyatın neresinde buluyorsunuz? Kolay değil, kısa zamanda on sekizinci kitabı yayımlamak ve büyük edebiyat okuru kitlesi yaratmak! Nasıl değerlendiriyorsunuz geldiğiniz noktayı? O kadar da kısa zamanda değil, ilk öykü kitabımın 1984’te yayımlandığını düşünürseniz, yirmi beş yıl ediyor. Türkiye’de edebiyat çeşitleniyor. Cumhuriyet devrinde önceleri şehir, sonra da köy romanları revaçtayken, daha sonraları sol görüşü destekleyen, yapılan darbelerin mağdurlarının acılarını anlatan romanlar öne geçti. Şimdilerde her konuda roman yazılıyor. Fantastik öykülerden cinayet romanlarına, belgesel nitelikli romanlara kadar her tür romanı deniyor Türk yazarları. Ben de bu furyada bir yerlerdeyim işte. Edebiyatımızın neresinde olduğumu tespit etmek bana düşmez. Bunu daha sonraki yıllarda edebiyat eleştirmenleri saptayacaktır kuşkusuz. SEVECEN BİR AİLE... Kendi ailenizi yazıyorsunuz! Önceki kitaplarınızın bazılarında (Adı: Aylin, Füreya), başkalarının hayatlarını anlattınız? Bu kez kendinize dönüyorsunuz! Bunu yazarlık kariyerinizde programlamış mıydınız, yoksa bir anda mı kaleme alındı? Ben hayatımda, çocuklarım dahil, hiçbir şeyi planlı yapmadım. Romanlarıma da bir fikirle başlarım, çoğu kez bambaşka bir şey çıkar kalemimden. Belki Aylin ve Füreya yegâne istisnalar. Aylin’i ölen arkadaşımı hatırlatmak, anlatmak için, Füreya’yı da yeğeni Sara’nın isteği üzerine yine hatırlatmak, unutturmamak için yazdım. Biyografileri yazarken, hayatlarını anlattığım insanların verilerini değiştirmeden kurgulamak zorundaydım, dolayısı ile bir planım vardı. Diğer öykü ve romanlarım yazının akışı içinde gelişti hep. Başkalarının hayatlarının kimi yerlerinde kurgu da yaptınız tabii; şimdi kendi geçmişinizi, ailenizi kurguluyorsunuz bir yerde; bu nasıl bir duygu? Her yazılan roman ya da öykü zaten hep kurgudur. Biyografiler dahi! Bir yazar, hayatını yazdığı kimseyle her an buSAYFA 4 S run buruna yaşamadığına göre, anlattığı kişinin günlük hayatını, ister istemez, verilerin etrafında kurgular. Ben Veda ve Umut’ta kendi ailemi, elbette yine kurgulayarak anlatıyorum. Kişileri yakından tanıdığım için, kolay oluyor. Sevdiğim insanları anlatmak hoş, güzel bir duygu! Böyle renkli, sıcak ve sevecen bir ailem olduğu için mutluluk duyuyorum ve onları çok özlüyorum. Veda’da işgal altındaki İstanbul’u, son maliye nazırı Ahmet Reşat Paşa’nın ailesi ekseninde anlatıyordunuz… Osmanlı’nın son günlerine tanık oluyorduk; Umut da ise sürgünden dönen Paşa’nın aileye ve yeni kurulan Cumhuriyet’e ayak uydurmasına ve tabii ailenin yaşantısına tanık oluyoruz! Ve bir yerde beklenen oluyor, konu aşk’a geliyor, haliyle acı’ya dokunuyor… Aşk ve acı edebiyatın baki konularından, öyle değil mi Kulin? Önce düzeltelim: Ahmet Reşat, bir paşa değil, sivil bir bürokrat, bir maliyeci. Evet, Ahmet Reşat yeni rejime ayak uydurmaya çabalarken, kızının aşk çıkmazında buluyor kendini. Aşk ve acı hayatın baki konusu olduğuna göre, romanında baki konusudur elbette. Çünkü roman hayatı anlatır. Hayatta aşk ve acı, intikam ve kıskançlık, ihanet ve hırs, mutluluk, iyilik, kötülük varsa romanda da hepsi olur haliyle. Shakespeare hayatı anlatan yazarların piridir. Aşk ve acı, imkânsıza götürüyor Sabahat’la Aram’ın birlikteliklerini! Romanın sonunda meraklandırıyorsunuz okuru, üçüncü kitaba bırakıyorsunuz sonunu! İmkânsızlığa düşüyorlar! İkilinin düştükleri durum, Türkiye’nin şu anki meselelerinden birine; etnik ayrılığa bağlanıyor! Tam da alevli tartışmaların ortasına düştü kitap, yazarken bunu ‘umut’ etmiyordunuz değil mi? Hayır etmiyordum. Ben geçen yılın son ayında yazmaya başladığım romanımı 2008 yılının ekim sonunda bitirdim ve yayımcıya teslim ettim. Aralık ayında özür belgesini imzaya açanlar, Ayşe Kulin bir roman yazdı, haydi bu romanı gündeme taşıyalım da Kulin sebeplensin demişlerse, Allah onlardan razı olsun. Aram’la Sabahat’ın aşkının bu romanda sona ulaşamaması ise bir yazar kurnazlığı değil. Onlar ben doğduktan sonra evlendiler. Roman ise benim doğumumla son buluyor. Roman Sabahat’ın ailesinin, sevgilisi Aram’ı Ermeni olmasından dolayı birlikteliklerine karşı çıkışlarını anlatıyor… Ermenilerden özür dileme kampanyasının tartışıldığı şu noktada, siz de romanınızda benzer bir durumu anlattığınız için belki, konu hakkında bir bildiri yayımladınız ve “Özür dileyemem” dediniz… Ben bildiri yayınlamadım. Israrla bu konudaki fikrimi soran Balçiçek Pamir arkadaşıma yazılı bir yanıt verdim. O, bu yanıtı kendi sanal köşesine taşıdı. Yanıtımın romanımla, ailemle, Ermeni eniştemle hiçbir ilgisi yoktu. Nedense pek dikkat çekti ve birkaç köşe yazarı yanıtımdan kısmen alıntı yaptı. Bu tür polemiklere girmeyi sevmem. Bir metin imzaya açılmış. İsteyen imzalar istemeyen imzalamaz. Ben imzalamadım ve nedenini açıkladım, hepsi bu! REYTİNGDEN NEMALANANLAR Sabahat’ın Aram’la birlikteliğine ailede asıl karşı çıkan aslında Ahmet Reşat Paşa! Osmanlı’nın izlerini üzerinde taşıyan, ailenin en büyüğü; halbuki Cumhuriyet’e uyum sağlayan ailenin diğer fertleri, artık böylesine sert etnik kimlik problemlerine takılmıyorlar, mutluluğu ön planda gözetiyorlar… Haliyle günümüze ‘kampanya’ olarak çıkıp getirilen durum da bir hayli ilginç oluyor bu durumda… Günümüzde her şey bir kampanyaya dönüştürülüyor, biraz da medyacıların sayesinde. Her şey kendi boyutunu aşıp vahim bir meseleye dönüşüyor. Burada kazançlı çıkan, ‘reyting’lerden nemalananlar. Düşünün bakalım, kim bunlar? Beni ilgilendiren 191519 yılları arasında yaşanmış olaylar değil, bugün yaşadıklarımızdır. Bugün hâlâ ırk ayırımı yapabiliyorsak, Sünni–MüslümanTürk olmayan vatandaşları belli makamlara getiremiyorsak, belediye başkanı seçemiyor, bakan atayamıyorsak, kafamızı kumdan çıkarıp bu sorunun haliyle uğraşmalıyız, diyaspora Ermenilerini mutlu kılmakla değil. Cenazesinin peşinden ağlayarak yürüdüğümüz Hrant Dink’i, hayatta olaydı bunca sevgi ve saygıyla İstanbul’a belediye başkanı seçtirebilir miydik? Bir Ermeni vatandaşımız, bırakın belediye başkanı olmayı, Ayşe Kulin, kendi ailesinin hayatını anlatttığı Veda ve Umut’un belkide dörtlemeye dönüşebileceğini söylüyor. tapuda memur dahi olamaz. İmza toplayacaksak, bu ayıbımızı düzeltmek için toplamalıyız. Hatta bir haksızlığı tamir için imza toplayacaksak, sınır dışına taşıp İsrail’in Filistinlilere uyguladığı mezalimi protesto etmek için kampanya başlatmalıyız. Resmi tarihe bir başkaldırı olarak nitelendirildi yazdığınız bu üçleme! Bir demecinizde de, “Kesinlikle tarih okumasına tepki gösteriyorum, resmi tarihten bana gına geldi. Açıkça söylemek gerekir ki resmi tarih doğru değil” diyorsunuz… Bu cümleleri biraz açar mısınız? Resmi tarihle bir sorunum yok. Her milletin kendi resmi tarihi vardır. Resmi ya da gayri resmi, tüm tarihler görecelidir. Tarihleri genelde kazanan taraf yazar. Bazen de kaybeden taraf yazıyor şimdilerde olduğu gibi. Tarih zaman içinde yeniden de yazılabiliyor. Tarih yazılımını siyaset, duygusallık, menfaatler ya da mağduriyetler etkiliyorlar. Hiçbir tarih kesin doğruları vermez. Bu nedenle, tarihi bir olayı irdelerken, kesinlikle karşı görüşleri, başka açıları da dikkate almak gerekir. Bana gına getiren, Türklerin ak ile kara arasına sıkışıp kalmalarıdır. Umut’un sonunda Ayşe doğar! Bu satırları yazdığınız anki hislerinizi merak ediyorum, anlatır mısınız? Bir yorgunluk hissi! Ayşe’nin doğumundan başlayıp, yaşadıklarının dökümünü yapacak isem, gerçekten benim için çekilmez bir durum. Altmış yılı aşkın sırtımda taşıdığım kimliği, kişiliği, sorumlulukları, hüsranları, kayıpları, kazanımları yaşamakla yetinmeyip, bir de oturup yazmak; bırrrr... Üçlemenin son cildinde artık, kendi çocukluğunuzu, gençliğinizi anlatacaksınız, öyle değil mi? Bu kez romana hangi konu hâkim olacak? Hiçbir roman yazılmadan bilinemez ki! Ama anlatmak istediklerim kendi hayatım değil, kendi gözümden, yaşadığım zaman dilimi içindeki Türkiye. Umut’un son cümleleri şöyle: “Ayşe büyüdüğünde, ışıksız, susuz, yolsuz tek bir belde kalmamalıydı, okulsuz, tek bir kasaba, okuma yazma bilmeyen tek bir insan!” Her yeni can umut olur diye de biter roman… Ayşe büyüdü; büyüdüğünde babasının ya da ‘yazar’ın umudu gerçek oldu mu? Bu umudun gerçek olmadığını hepimiz gayet iyi bilmekteyiz. Cumhuriyeti bu umutlarla kuranlar için ne büyük bir hüsran! ? *[email protected] Umut/ Ayşe Kulin/ Everest Yayınları/ 392 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 986
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle