Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İnsan Yüreğine Yolculuk Yaratıcılığın derinindeki anlam Emin Özdemir, yazınsal yaratılarda anlatılan insanın temel duygularının, ölüm korkusunun, sevginin, öfkenin peşine düşüyor yeni kitabında. İnsan Yüreğine Yolculuk, edebiyatın yüreklerden yüreklere giden yollarında dolaşıyor. Adnan Binyazar’ın kitap için yazdığı sunuyu aktarıyoruz… Ë Adnan BİNYAZAR min Özdemir’le elli yılın nerdeyse her an’ını birlikte yaşadık. Gazi Eğitim Enstitüsü’nde o asistanken ben öğrenciydim. Hacettepe Üniversitesi’nde aynı bölümde öğretmenlik yaptık. Gazi Eğitim Enstitüsü’nde de sürdü bu. Türk Dil Kurumu’nda birbirimizden ayrıldığımızı gören olmamıştır. Dirsek dirseğe düşünce üreterek nice kitaba imza attık. Aynı masalarda yemekler yedik, seyahatlere çıktık, ölümlerde acı çektik, mutluluklarda sevindik... İnsan insanın üreticisidir, kimi zaman bir öğrenci gibi baktık birbirimize, kimi zaman birbirimizin öğretmeni olduk... Huylarımızdan huy kaptık, duygularımızdan duygu... Zaten bir ömre yetmez mi buncası?.. Özdemir onca kitap yazdı, nice etkinliklere katıldı, konuşmasını dinleyenler daha da sürdürsün diye ağzına baktılar; bir günden bir güne, şunu yaptım bunu yaptım diye övündüğünü duymadım. Yine de, bir şeyle övündüğünün tek tanığı belki de benim! Bir gün, telefonda, “Yazarlığıma bir şey diyemem, ama iyi bir okur olduğumla övünebilirim...” dedi. “İyi okurluk” kavramını irdelemeye geçmeden, Emin Özdemir’in nasıl bir okur olduğuna ilişkin bir gözlemimi daha yansıtmam gerekecek. Yazarlar arasında pek rastlanmayan bir dayanışma içindeyizdir ikimiz; bir metni oluşturma aşamasında, onun yazdığını ben okurum, benim yazdığımı o okur. Genel bir deyimle, yazdıklarımız daha kimseye ulaşmadan en başta bizim eleştiri süzgecimizden geçer. O ne der bilemem; sağlam mantığının ürünü olan uyarıları beni kaç kez en yüksek dağlardan aşağı yuvarlanmaktan kurtarmıştır! Yazılarımızı birbirimize telefonda okuduğumuz da olur. Ben yazıyı okurken, o, sayfalar tutan bir yazının ilk satırlarındaki çelişkiyi, mantıksal gevşekliği, betimleme saçmalığını belleğinin aynasına yansıtmıştır: Okuma bittikten sonra, onları sözcüğüyle, tümcesiyle anımsayıp bir bir söyler. Bu, bir bellek olayı sayılsa da, ben bu kavrayışı onun iyi okurluğuna bağlıyorum. Konuşmalarında da öyledir; kürsüde ne söylemişse, bir iki saat sonra ya da ertesi gün, söylediklerini sözcüğü sözcüğüne aktardığı olur. İşte, elimize aldığımız İnsan Yüreğine Yolculuk adlı denemesel anlatısı, böyle bir birikimin, ince eleyip sık dokuyucu yeteneğinin ürünüdür. Ne abartıdan hoşlanmıştır, ne yapılanları abartılı bulmak gibi bir huy edinmiştir. Shakespeare’in deyimiyle, yaşayıp durduğu bilgi mekânında, “şatafatlı giysilerden kaçınmış, köhne cüppesini” sırtından almadan, her an başvurulacak çalışmalara imza atmıştır. Yazılmasının her evresine tanık olduğum, İnsan Yüreğine Yolculuk kitabını okurken, Yazma Tekniği, Yazma Sanatı, Kompozisyon, Yazısal ve Yazınsal Türler, Okuma Sanatı... gibi kuramsal, bir yönden de uygulayımsal kitapların yazarı olan Özdemir’in “iyi okur olma”yı neden “yazma”nın önünde tuttuğunu daha iyi anladım. Bir genelleme yaparak ben de diyebilirim ki, okuma herkesin yapabileceği bir etkinliktir, “iyi okur olmak” ise çok az kişinin edindiği temel alışkanlıklardan biridir. E Bir deneme ‘Gül Demeti’ için, bir deneme Ë Selçuk ALTUN ayfun Bayazıt (doğ.1957) ile yollarımız 1986’da Yapı Kredi’de de kesişti. O, on yıl sonra bir başka bankada Genel Müdür olarak işbaşı yaptı. Ben sonuna dek Yapı Kredi’de kaldım; önce Yönetim Kurulu Başkan Vekili, sonra Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Yapı Kredi Yayınları’nı (YKY) edebiyatistanın “nitelik ve nicelik lideri” yapmadan yerimden kımıldayamazdım. Ayrı bankalarda çalıştığımız dönemlerde karşılaşmışsak, “Enis Batur halâ deniyor mu? Artık denemeyi bıraksın da yazmaya başlasın” diye selam gönderirdi takımdaşına. Mühendis kökenli olmasına rağmen kıvrak bir nüktedandı Tayfun. Ara sıra, gazetelere deneme tadında ekonomi yazıları yazardı; Sudan ziyareti sonrasındakinin başlığı “Havadan Sudan”dı. Üç banka ve bir on yılın daha arkasından, Tayfun Bayazıt bu kez Yapı Kredi’mize Yönetim Kurulu Murahhas Üyesi ve Genel Müdür oldu. (Ben, YKY için de sevindim.) *** Dil ve yazım danışmanlığını Ömer Asım Aksoy ile Memet Fuat’ın yaptığı Ana Britannica’ya (1987) göre “deneme”, tek bir konuyu rahat ve akıcı bir biçimde ele alan, çoğu kez yazarın kişisel deneyim ve bakış açısını yansıtan orta uzunluktaki edebi metindir. Bu tanımı, kı(s)sa sever Michel de Montaigne (15331592) de yeterli bulmayabilirdi. Deneme giderek daha dinamik bir tür olmuştur. Deneme okuru, bir tanımdan önce bir mesaj, tepki veya kanıt aramaktadır “orta uzunluktan” daha kısa olmasını yeğlediği metinde. Bir denemecinin iç dünyasının varsıl olması yetmeyecektir. (Sanki deneme, şiirden de zor zana T at.) Kaleydoskopik alıntılara gereksinimi vardır; o zaman nitelikli bir kitapçoksever ve araştırmacı özellikleri bulunacaktır. Cesaretin ilk durağı galiba özeleştiridir. Denemenin büyükbabası Montaigne bir polyglottu (çok dil bilir); küresel kıpırtılar ıskalanmayacaksa, İngilizce savsaklanmayacaktır. Denemeyi, bülbüllerin şakıdığı bir kaktüs tarlasını edebiylen sulamaya benzetirim. “İçinden üçe dek say ve üç denemeci adı söyle” diye strese sokulursam, “Cemal Süreya, Melih Cevdet Anday ve Memet Fuat” derim. Yine onlar, şairler… *** Saygın dil eğitmeni ve yazar Emin Özdemir’den (doğ.1931) İnsan Yüreğine Yolculuk, kumanyası eksiksiz bir deneme gül demetiydi. Kasım ayı ürünü yapıtı zevkle okudum, onu geleneksel “yılın en iyi kitapları” yazımda, ilk on arasına eklemem kaçınılmazdı. “İnsan Yüreğine Yolculuk’taki 28 denemenin üç terminali var; “ölüm” (ki, denemecilerin de ürktüğü konudur), “sevgi” (önüne gelen katletmiştir) ve ikisinin symbiosis’i “tutku”. Parçaların benimsediğim ilk ortak özelliği, söylemlerin alçakgönüllülük/iddiacılık ayarının kurgulanması ve onların yalın bir dille sunulmasıydı. İkinci önemli artı olarak denemelerin cımbızla mı seçilmiş alıntılarla pekiştirilmesi sayılabilir. Okur o alıntılara odaklanırken türler arası bir safariye çıkarılacaktır: (Dikkat! Özyaşamöyküsel anekdotlarla Anadolu bozkırlarına savrulup; klasiklerden pasajlarla Homeros’u, Rilke’yi ve Dede Korkut’u özlerken; Karacaoğlan’dan dizelerle içiniz gıcıklanabilir.) *** Parçaların akışından, yazarın bilgi dağarcığı nı zorlama tedirginliği içinde olmazken, klişesel açılımlardan kaçındığı da açıktı. Sevgi başlığı altında “sevişme” sürecinin ön plana çıkarılması, pısırık edebiyatistan için bir şans. Zaman tünelinin baş edemediği Karacaoğlan’dan alıntılara dalarken, “Bir tümceden uzunsa uyduruyorumdur” aforizması aklıma takılmıştı. O salkımdan iki tane de ben koparmasam içim rahat etmeyecekti: “Seherde uğradım dostun köyüne Hoş geldin sevdiğim in dedi bana Tomurcuk memesin verdi ağzıma Yorgunsun sevdiğim em dedi bana.” “Ak göğsün arası zemzem pınarı İçsem öldürürler içmesem öldüm.” *** Sevgilisine kavuşmak için çevresinde kaos ortamı yaratan ama sonunda sevgilisini de bedbaht eden (kahr)amanların öykülerini okumak ve izlemekten bana senelerce senelerce evvel gına gelmişti. “Çünkü tutkulu aşkın en belirleyici özelliği özveridir” kitaptan altını çizdiğim dizelerden. (Bu sözcükler beni, üçüncü romanım “Ku(r)şun Lezzeti’ne” götürdü. Vesileyle, anlatıcısı Tolga’ya selam ederim. O, İstanbul’a gelirse hem mutsuz hem de işinden olur diye New York’ta tanıştığı varsıl ve önemli akademisyen sevgilisini bir bahaneyle terk edecek ama onu unutmayacaktı.) *** Sözün özü; hocaların hocası, yazarların rehberi ve bibliyofil Emin Özdemir çorak deneme türüne, gül demeti şiddetinde bir ders kitabı sunmuştur. TÜYAP Onur Yazarı Seçme Komitesi, edebiyatistanın alçak gönüllü kahramanları, dil eğitmeni yazarları göz ardı etmeyecektir; nesilleri tükenmektedir. ? Özdemir’in iyi bir okur olması, “denemesel anlatı” diye nitelendirdiği İnsan Yüreğine Yolculuk adlı bu kitabının ilk okuru olarak ayrıca düşündürdü beni. Ne yolda düşündüğümü açıklamaya geçmeden, okuma kavramını nasıl algılayıp yorumladığımı belirtmeliyim. Okuma, ön anlamıyla, harf denen simgelere bakmak, simgeleri birbirine çatarak onu anlam birimine dönüştürmek eylemidir. Görüleni yalnızca anlam birimlerine dönüştürmek, okumanın ön anlamıyla ilgilidir. Bu algılayış, olay anlatımıyla sınırlıdır, düşünsel yaratımdan doğan gerçek anlamı kavramaktan uzaktır. Bu, gözü gören her okurun yaptığıdır. “İyi okur” ise, simgelerin artalanlarına, bunun çağrıştırdığı beğeni dünyalarına, yaratıcılığın kök tuttuğu ana kaynaklara yönelir. İyi okur, duyumsamalarıyla, algılamalarıyla, okuduğunu yeniden yaratır. Okurla yazar arasındaki duygusal ya da eleştirel etkileşim bu yolla gerçekleşir. ‘IŞIĞI DUYUYORUM’ George Luis Borges’in Alçaklığın Evrensel Tarihi adlı kitabında, “Kimi zaman iyi okurların iyi yazarlardan bile ender bulunduğundan kuşkulanıyorum (...) Açık ki, okuma, yazmadan sonra gelen bir etkinliktir. Daha alçakgönüllü, daha az sıkıntı verici, daha entelektüel bir uğraştır” dediği budur. Borges’in kuşkusu, okumanın evrensel boyutu açısından değerlendirilirse, pekâlâ, ‘yazarlar, düşünürler iyi okunsalardı, dünyamız, mideyi bulandıracak o pisliklere bulanmamış olurdu’ yargısına varabiliriz. Bu gerçeği şöyle de dile getirebiliriz: Bir gün, insanın, kendi kanından beslenen bir canavara dönüşeceğini söyleyen yazarlara kulak verilmiş olsaydı, kuşkusuz insanlık, daha güzel bir dünyada yaşayacak, şimdi bu düşünsel kirlenme bataklığı içinde soluk alamaz duruma düşmeyecekti. Bu bağlamda iyi okur, tıpkı ele aldığı yazar gibi, bir anlam kâşifidir. Keşfetmekle de yetinmez; yazarın bıraktığı izi görerek, okuduğu her satırda sezdiği anlamın derinliklerine doğru yol alır. Yazarın, birer güçlü far olan gözleriyle aydınlattığı yolu, ancak iyi okur görebiliyor. Onun mekânı, artık anlam gökleridir, duyumsama ırmaklarıdır, algılamanın en üst tepeleridir... Goethe’nin, “Işığı duyuyorum!” dediğidir bu. Bilinen duyuların dışında kendine ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 986 SAYFA 16