22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN “Âkif’ten Asım’a” K imi ozanları belli bir özelliğiyle tanımayı alışkanlık haline getirmişiz. Bu nedenle Mehmed Âkif’e de “İstiklal Marşı Ozanı” deme alışkanlığı içindeyiz. Oysa Mehmed Âkif, 7 kitaptan oluşan “Safahat” adlı şiirler toplamına, “O benim milletime aittir” diyerek, “İstiklal Marşı”nı almamıştır. “Safahat”, bir yandan bir insanın yaşama serüveninde dünyaya bakışını yorumlarken, bir yandan da bir ulusun bin yılık tarihini anımsatan bir destandır. İnsana İslam töresiyle bakmayı ilke edinen Mehmed Âkif gerçek Müslümanın kişiliği üzerine yeni yorumlar getirmiştir. “Safahat” yıkılmakta olan Osmanlı toplumundan insan manzaraları anlatılarak başlar. O zamanki toplumcu anlayış, bu acılı olaylar içinde sıkıntı çeken insanlara sevecen bir yaklaşım göstermekle açıklanırdı. Nâzım Hikmet “Kuvayi Milliye” destanında; “Akif inanmış adam, büyük şair” derken, bu inanmışlığın altındaki insan sevgisini düşünüyordu. Mehmed Âkif “Safahat”ı yazmasaydı, Nâzım Hikmet “Memleketimden İnsan Manzaları”nı yazabilir miydi? Nâzım Hikmet, Akif’i överken; “Gelecek günler için gökten âyet inmedi bize. Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize” diyerek Tanrısal güçten çok, insan gücüne önem veriyor. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktığı zaman, Anadolu insanının bağımsız olmaya karar verdiğini sezmişti. Bu bağımsızlık gücü bir inançtan kaynaklanır. Mehmed Âkif’in asıl anlatmak istediği, o inancın nasıl bir güç oluşturduğudur. Mehmed Âkif “İstiklal Marşı”nı yazarken daha Sakarya Meydan Savaşı kazanılmamıştı. Kurtuluş Savaşı’nın nasıl sona ereceği belirsizdi. Özverili olmak önce kendimizden başlar, Mehmed Âkif “İstiklal Marşı” için ödenen 500 lirayı, çocuklarla yoksul kadınlara iş öğreten “DarülMesai” adlı hayır kuruluşuna bağışladı. 1921 kışının o soğuk günlerinde bir baytar arkadaşının paltosunu ödünç giyermiş. O baytar arkadaşı; “Akif Bey, demiş, hiç olmazsa şu ödül parasının ucundan kendinize bir palto alsaydınız.” Mehmed Âkif o baytar arkadaşına gücenmiş, altı ay konuşmamış, Gerçek Müslüman’ı, gösterişsiz bir yaşamaya önem veren, yetinme felsefesini yaşamanın anlamı sayan bir bilge kişi olarak görürdü. “TEFRİKA” Bilinen bir gerçeği yinelemek gerekirse, Kurtuluş Savaşı, yalnızca bir TürkYunan savaşı değildir. Yayılmacı güçler Anadolu’yu paylaşmaya girişmişti. Düzenli ordu kurmak kolay olmadı. Düzenli ordudan kopan dağınık güçler vardı. İç isyanlar, asker kaçakları ulusal güçleri uğraştıran olaylardı. Üstelik bir de Halife Ordusu vardı. Bütün bu oluşumlar Ulusal Güçler’in kaç cephede çarpışması gerektiğini düşündürüyordu. Daha önemlisi Anadolu’da bir “tefrika” anlayışı vardı. Bu “ayrılıkçı” görüşte olanlar ulusal güçleri tanımıyor, kendilerini Osmanlı olarak biliyor, Padişahın kulu sayıyorlardı. Bazı bölgeler Osmanlıdan da öteye gidiyor, köklerinin Selçuklularda olduğuna inanıyorlardı. Bu “tefrika” anlayışı ulusalcı güçlerin başarıya ulaşmasındaki en büyük engeldi. İşte Mehmed Âkif’in Kurtuluş Savaşı’ndaki en büyük hizmeti, bu “tefrika” anlayışının düzeltilmesi için, ünlü camilerde okuduğu hutbelerdir. Akif’in bu “tefrika” anlayışını aruz ölçüsüne sığdırmaya özendiğim iki dizeyle özetlemeye çalışayım: “Bizi tayyare, top, tüfek yıkamaz. Tâ ki tefrika girmesin araya.” Mehmed Âkif gerek Zağanos Paşa, gerek Nasrullah camisi kürsüsünden verdiği vaazlarla Anadolu insanını birliğe çağırıyordu. Birliğin önemini belirten âyetleri yorumluyor, bu vaazları şiirleriyle daha etkili hale getiriyordu: “Şu vahdet tarümar olsun deyip saldırma İslam’a Uzaklaşsan da imandan, cemaatten uzaklaşma.” Kurtuluş Savaşı’nın zor koşullarında umutsuzluğa düşen insanlar inanma gücünü de yitiriyordu. Oysa Mehmed Âkif güçlü bir toplum oluşturmaktan uzak duranların Tanrı’dan da uzaklaşacağını söylüyordu. “Cemaatten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah’tan.” Mehmed Âkif’in Nasrullah kürsüsünde okuduğu hutbe öylesine etkili olmuştu ki, Mustafa Kemal Paşa bu vaazın çoğaltılarak bütün camilerde okutulmasını istemişti. Anadolu birliğinin sağlanmasına yardımcı olduğu için Mustafa Kemal Paşa Mehmed Âkif’i kutlamıştır. Mehmed Âkif Sevr Andlaşması’nın getirdiği kötülükleri anlatarak, günümüzde de geçerliğini koruyan şu sözlerle Anadolu insanını birliğe çağırmıştı: “Milletler topla, tüfekle, zırhlı ordularla, uçaklarla yıkılmıyor ve yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki bağlar çözülerek, herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatini sağlama sevdasına düştüğü zaman yıkılır.” Mehmed Âkif “İslam Birliği”nin gücüne inanıyordu. Ama bunun gerçekleştirilmesi olanaksız bir güç olduğunu anlamıştı. “ASRIN İDRAKİ” “SAFAHAT”ın özelliği, Anadolu gerçeğini İslam töresine göre yorumlamasıdır. Gerek “Süleymaniye Kürsüsünde” ile “Fatih Kürsüsünde”, gerek “Hakkın Sesleri” kitaplarında âyetlere, güncel koşullara göre açıklamalar getirerek, insanı bilinçlendirmek istemiştir. İslam’ın geleceğe yönelik bir din anlayışı olduğuna inandığı için; “Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.” görüşünü benimsemiştir. İslam’ın çağdaş anlayış içinde yorumlanması demek, yeniliklere açık bir din olduğuna inanmak demektir. Akif, önce bir “ahlak adamı” olarak bu gerçeğe inanıyordu. İslam’ı ahlak temeline oturtmadan böyle bir inanca bağlanmak eksik olurdu. “Safahat”ın altıncı kitabı olan “Asım” 1924 yılı Ağustos ayında yayımlandı. Milli Mücadele sona ermiş, Cumhuriyet kurulmuş, yeni bir toplumun temelleri atılmaya başlanmıştır. Ama Mehmed Âkif’e göre yeni toplumun temelleri “ahlak” üzerine atılmalıdır. Beşir Ayvazoğlu bu anlayışı şöyle açıklıyor: “Asım ile Mehmed Âkif arasındaki benzerlik ikisinin de ahlak adamı olmasıdır. Haksızlıklar karşısında isyan etmeleri, toplumsal hayattaki eşitsizliklere karşı öfke duymaları, bu adaletsizliğe karşı öfkeyi ve isyanı bir çeşit hayat tarzı ve ahlak haline getirmeleridir. Asım’ı bu bakımdan Mehmed Âkif’in bir yansıması olarak görmek mümkündür” (AKİF’ten ASIM’a, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007). Ama yozlaşan İslam anlaşıyının bu ahlakı geliştirmediğine inanan Mehmed Âkif, şöyle seslenmek gereğini duyacaktır; “Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile. Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile. Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir Müslümanlık, bilmem amma galiba göklerdedir.” Oysa Asım’ı, bu İslam ahlakını çağdaş anlayış içinde yaşatacak bir simge olarak düşünmüştü. MISIR GÖÇÜ Mehmed Âkif, Abbas Halim Paşa’nın çağrısı üzerine, Mısır’a göçtü. Kendi yurdunda emekli bile olamamış, geçim sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Hilvan’da Akif için ayrılan bir köşke yerleşmişti. Bir yandan Kahire’de, “ElCamiatülMısriyye” üniversitesinde Türkçe dersleri veriyor, bir yandan Kuran’ı Türkçe’ye çeviriyor, ayrıca “Hilvan Şiirleri” diye anılan, duyarlı şiirlerini yazıyordu. Şapka giymek istemediği için Mısır’a göçtüğü yalandı. İslam’a yeni bir düzenleme içinde bakan bir bilgeozan için biçim anlayışları hiç de önemli değildi. Ama Kuran gibi, değişmeceli kavramların Türkçe’ye kazandırılması kolay olmayan bir kutsal kitabın yanlış anlaşılmasından çekiniyordu. Bu yüzden ödenen öndeliği geri vererek, yılların emeğiyle ortaya çıkan Kuran çevrisinin yakılmasını istedi. Kuşksusuz 1500 yıl önceki Arapçayla işlenmiş bir kutsal kitabı günümüz Arapçasıyla anlayıp Türkçe’ye kazandırmak kolay değildi. Hele Türkçe yapılan ibadet yanlış anlaşılmalara yol açabilirdi. Mehmed Âkif’in çekincesini böyle yorumlamak, Türkçe ibadeti uygun bulmamak, İslam’ı yeterince anlamayı engel olmayacak mıydı? Mehmed Âkif’in kaygılarını anlamak kolay değildir. “GÖLGELER” “Safahat”ın son kitabı olan “Gölgeler” 1933 yılında Mısır’da yayımlandı. “Gölgeler”in önemli bölümünü “Hilvan Şiirleri” kapsar. Bir yandan içindeki yalnızlığa, bir yandan çölün ıssızlığına dalan Mehmed Âkif; toplumu uyarmaya çalıştığı öğretici şiirlerinin dışında, Hilvan şiirleriyle, şiirine yeni bir duyarlık kazandırmıştır. Sınıf arkadaşım Aykut Kazancıgil, Uluslararası Cerrahi Kongresi için Mısır’a giden babası Tevfik Remzi Kazancıgil’in Hilvan’da Mehmed Âkif’i de gördüğünü, onu ağır hasta bulduğunu, Türkiye’ye gelmesini sağladığını da anlatır (AKİF’ten ASIM’a). Mehmed Âkif; kendinin uzağında duran, şiirine önem vermez görünen bir bilgeozan, kahramanlığına alışkın olmadığımız, sıradan insanlara benzemeyen bir kişiliktir. Konuşma dilinin inceliklerini şiirinde yaşatmasını bilen bu usta ozanı, dize şiirine özenen, imgeye önem veren ozanlarla karşılaştırmak yanlışına düşmemek gerekir. Ölümün kıyısında dolaşırken insanın kendinden kurtulması kolay olmuyor. Akif’in Tanrı’dan tek bir dilegi vardı: “Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını Bana çok görme, İlahi, bir avuç toprağını.” Hiç olmazsa yurduna dönme olanağına kavuştu. “Bir halden bir hale geçer gibi” yurdunun rüzgârına karışarak, bir bilinmeze doğru uzaklaşıp gitti...? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 986
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle