Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Richard Yates’in ‘Hayallerin Peşinde’si üzerine rın komşusu Givingslerde iyice kristalize olmuştur: Çalışmada duramayan hiperaktif Bayan Givings, kulaklığının ne zaman açık ne zaman kapalı olduğu belli olmayan kocası Howard ve Guguk Kuşu romanından çıkmış bir karakteri anımsatan, akıl hastalığının eşiğindeki oğulları John’dan oluşan bu zamanın tipik ailesi, ilk bakışta onlara alaycılıkla karışık küçümsemeyle bakan Wheelerlara kontrast oluşturuyor gibidir. Ama Bayan Givings, oğlunu sosyalleştirmek için hafta sonları akıl hastanesinden alarak ilginç bulacağı Wheelerlarla tanıştırmasıyla, aralarında bir ilişki kurulur, öyle ki Wheelerlar onları tek anlayanın kaçık ama akıllı John olduğunu düşünür. Ancak kaç kere elektrik şokuna maruz kaldığını hatırlayamayan bu dengesiz “haberci”, çok geçmeden Wheelerların peşine takıldıkları rüyanın ve evliliklerinin çözülmesini öngörecektir. YAZARIN BAKIŞI Yazar karakterlerin hayallerini, yaşadıkları karmaşaları, oynadıkları oyunları bize içeriden yaşatır. Hepsi geçmişe dönerek buhran döneminde ya da savaş öncesinde yaşadıkları sorunlu çocukluklarını hatırlar. Her kırgınlığın her yalanın her ümitsiz durumun çekirdeği, sorunlu, sevgisiz, ilgiden yoksun ve hoyrat geçmişlerinde gibidir. İçlerinde yaşadıkları, hatta rahat ettikleri kültür de, sorumluluk alamayan, duygularından emin olamayan, söyledikleri sözün arkasında duramayan, hatta telaffuz edilen bu sözlerin ne anlama geldiğini de bir türlü kavrayamayan insanların durumunu adeta destekler. Ne de olsa dönem, geçiş dönemidir; yani pazarlamanın, reklamcılığın, imaj dünyasının girişimci iş adamlarının elinde henüz “ıslak bir bebek” olduğu dönem. Bu aşırı işlevsel dünyada herhangi bir temas oldukça tehlikeli bir hal alabilir; kısacası dönem Amerikan rüyası için pek de uygun bir zaman değildir… Yates’in çizdiği karamsar bir dünyadır. Bir röportajında, “İlle de aranacak olursa, sanıyorum oldukça basit bir teması var eserlerimin: İnsanların çoğu kaçınılmaz bir şekilde yalnızdır ve bu onların trajedisidir” der. Hayallerin Peşinde trajik bir romandır, ancak yazar insanların pasif olmadığını da ısrarla vurgulamak ister gibidir. Bencillik, sorumsuzluk, sorunlu geçmişler, sevgisizlik ve seçimler… sadece insanların başına gelen şeyler değildir, olanlarda kendilerinin de sorumluluğu vardır. Roman bu sorumluluğu, yalnızlığı taşıyamayan insanları anlattığı kadar, Amerikan kültürünü de yaylım ateşine tutar. Bağımsızlık Yolu’yla, Yates adeta şöyle demektedir, “işte o Amerikan devriminin geldiği nokta bu: Otoyollar, yayasız kaldırımlar; süpermarketlerden, fast food lokantalarından oluşan kişiliksiz, dokusuz yerleşim yerleri… Ve insanların bir araya gelebileceği herhangi bir merkezden yoksun bu yerleşim yerlerinin, sanatsız ve tarihsiz oldukları için kendilerine ayna tutamayan; acılarını, sıkıntılarını tanımlayamayan sakinleri.” Mükemmel bir roman okumanın keyfi bir yana, bu akıcı, akıllı ve yoğun metni, alışveriş merkezlerinin, süpermarketlerin, duvarlarla çevirili sitelerin ve gemi azıya almış imaj dünyasının yörüngesine iyice yerleşmiş bugünün dünyasında okumak, özellikle gerekli. ? Hayallerin Peşinde/ Richard Yates/ Çeviren: Esra Birkan/ Doğan Kitap/ 332 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 987 Bir Amerikan trajedisi Amerikalı yazar Richard Yates’in, ilk yayımlandığı 1961 yılında büyük gürültü koparan ve yakın zamanlarda tekrar gündeme gelen kült romanı Hayallerin Peşinde, Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Roman, altmışların Amerikası’nda, şehre yakın bir banliyö ya da taşrada yaşayan bir orta sınıf ailenin yıpranarak çözülen ve trajediyle sonlanan evliliklerini anlatıyor. Bu basit hikâye, Yates’in ellerinde varoluşçu tınılar da taşıyarak esaslı bir Amerikan kültürü ve yaşamı eleştirisine dönüşüyor. Ë Cem ALPHAN ichard Yates kuşağının önde gelen yazarlarından; ilk romanı Hayallerin Peşinde yayımlandığı sene, “National Book Ödülü”nü Walker Percy’nin The Moviegoer adlı romanına kaptırmış, ama kitabın arka kapağında Vonnegutt’tan alıntılandığı gibi, ‘yeni Fitzgerald’ olarak selamlanmış. Kimileri de onu Amerikan Çehov’u olarak tanımlanıyor. Çehov gibi Yates de orta sınıfın sıkıntılarını, renksiz hayatını resmediyor ve yine onun gibi, ne okurlarına ne de kahramanlarına teselli şansı veriyor. Özellikle Hayallerin Peşinde okurları öylesine etkilemiş ki, kimileri yazarı acımasız olmakla suçlamış. Ancak burada ünlü eleştirmen Kukatani’ye kulak vermek gerek; Yates karakterlerine dair şöyle diyor: “…Yates karakterlerini öylesine duygudaşlık ve yakınlıkla kaleme alıyor ki, sanki kendi gençliğine duyduğu bir nostaljiyle yazdığını hissediyor insan. Öte yandan kendilerini aldatma kapasitelerini, kendi yetersizlikleri karşısında gösterdikleri şaşkınlıklarını gözler önüne sermekten de asla ve kesinlikle kaçınmıyor.” Onu Çehov’a yaklaştıran özellikler de bunlar olmalı. Ne var ki, Yates yazmaya başladığı sıralarda Amerikan edebiyat dünyası başka bir yöne kaymıştı; Gaddis, sonrasında Pychon gibi entelektüel edebiyatçılar, Nabokov gibi dil cambazları ya da Donald Barthelme gibi deneysel yazarlar gündemdeydi. Bir söyleşisinde kendi durumunu şöyle tanımlıyor: “Ne kadar çabalarsam çabalayayım şu ‘Gerçekliksonrası Edebiyatı’nın birçoğunu içim kaldırmıyor… Çok moda olduğunu, akıllı entelektüel oyunlar, bilmeceler ve göndermeler için edebiyat öğrencilerine sonsuz imkânlar verdiğini biliyorum, ama duygusal olarak yüklü değiller, hissedilerek yazılmamışlar.” Hayallerin Peşinde ise fazlasıyla hissedilerek yazılmış bir roman, öyle ki bu duygusal yoğunluğunun ve gerçekliğinin, yazarın sonradan baş tacı edilmesinde katkısı büyük. Kitap, Sam Mendes tarafından filme de çekildi ve şubat ayında vizyona girecek. FRANK VE APRİL WHEELER Romanın olay örgüsü son derece basit; Frank ve April Wheeler iki çocuklu, gelecek vaat eden, yakışıklı, güzel, henüz otuzlarında genç bir çifttir. Şehrin hemen dışında ‘Bağımsızlık Konutları’ adlı yerleşim merkezinde, ağaçlık bir tepede konumlanmış evlerinde yaşarlar. Frank şehirdeki işine, ofis makineleri üreten Knox şirketine her gün trenle gidip gelir. April ise çocuklara bakmak, evi çekip çevirmek gibi günlük işlerin yanı sıra taşranın amatör tiyatro kulübünde oyunculuk yapar. Görünüşte hiçbir eksiği yokmuş gibi görünen bu sade ve rahat Amerikan hayatına ikisi de sığamıyor gibidir. Romanın başlangıcında, grubunun merakla beklenen ilk temsilinde, April’in acıklı bir şekilde rezil oluşuna tanık oluruz. Frank’ın sabırsız tavrıyla alev alan kavga, kısa sürede acımasız bir hesaplaşmaya dönüşür, ama henüz ikisi de buna hazır değildir. Temsilin ardından hafta sonu boyunca, birbirlerine yabancılaşmış, olan bitendeki payını yüklenemeyen tahammülsüz bir çiftin günlük yaşamına tanık oluruz. Yates, günlük hayatın içindeki tecrübeleri ya da yaşanılan andaki geçmişi aktarmada ustadır: April’a duyduğu öfkesini yatıştırmak için tepeden topladığı kayalarla bahçeye merdiven yapan Frank, hırsla toprağı kazarken ezik, sevgisiz ve yalnız çocukluğunu düşünür durur ve en sonunda tüm hıncını yanındaki küçük oğlundan çıkardığında da bilinci anında takla atarak haksızlık ettiğine dair içgörüsünü tersine çeviriverir. Ancak romandaki kişilerin belki de tek cesaretli ve verici olanı April, yazarın bir röportajında belirttiği gibi, “devrim, değişim ruhunun bir temsilcisi olarak”, radikal bir karar alır. Hüsranla sonuçlanan tiyatro macerası onu kendine getirmiştir. Evlenip genç yaşta baba olan kocası Frank’in –29 yaşında, savaş görmüş, parmakları nikotin lekeli Jean Paul Sartre’vari bir adam omuzlarındaki ağır yükü düşünerek onun için bir şeyler yapmak ister: Fransa’da NATO’da sekreterlik işi bulacak ve her şeyi satarak birlikte oraya göç edeceklerdir. Bu plana karşılık, “Peki, ama orada ne yapacağım” diye soran Frank’i, “Bugüne kadar fırsat bulamadığın şeyi yapacaksın, kendini bulacaksın” diye yanıtlar April; bu, dünyanın en abes sorusuymuş gibi. Ne var ki Frank, yabancılaştığı evliliğini bir süredir işyerindeki sekreterlerden biriyle telafi etmeye başlamıştır. Öte yandan, “işlerin en sıkıcısı”nda çalışıyor olsa da, kendini tatmin etmek için kaydettiği motive edici satış konuşmaları üstlerinin ilgisini çekmiştir. Renkli, hareketli şehir hayatı ve okşanan erkeklik guruyla April’in iyi niyeti ve rüyası arasında bölünen Frank, bu çelişkilerin ağırlığı altında ezilmeye başlar. Bağımsızlık Konutları’nın diğer sakinleri, Wheelerların daha renksiz versiyonlarıdır adeta. Yakın dostları Campbellerin, Frank gibi savaş görmüş aile reisi Shep, karısına bütünüyle yabancılaşmış, ümitsizce April’a âşık, ezik bir tiptir. Wheelerların bir cesaret göç etme kararı, Campbellerin kabullenmiş oldukları dar hayatı iyice yüzlerine vurur. Zaman, içkinin su gibi aktığı, sigaraların yatakta bile söndürülmediği, herkesin herkese göz diktiği, iş adamlarının akşamları sekreterleriyle otele gittikleri bir zamandır. Bu ahlaki çöküş ve yabancılaşma Wheelerla R SAYFA 14