Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA nin ikinci kitabı, Ölü Bir Zamana Ağıt, “siz de ülkem gibi beni pek sevmiyorsunuz” söylemiyle açılıyor ve ardından üçlemenin ilk kitabı Hal ve Zaman Mektupları’nda tanıştığımız Neşet İlhan, “uzun süren bir tedavi” sürecinden sonra yeniden, monolog halini alan mektuplarıyla, hikâyesini anlatmaya devam ediyor. Bu kez okurların önünde 197071 yıllarının puslu, loş havası ve hem Galip Işık hem de Neşet İlhan’ın gel gitli ruh halleri var... Ölü Bir Zamana Ağıt kitabında kendini “Neşet İlhan’ın mektuplarını toparlayan” kişi olarak konumlandırmayı seçen İbrahim Yıldırım’la, “zamanın neden ölü ve ağıt yakılası” olduğunu, romana bakışını ve yine bu bağlamda, romanın ve romancının işlevini konuştuk. Anadolu insanına, genel olarak insana sıcak bir ilgiyle bakan, şiirlerinde ve yazılarında onları betimlemekten geri durmayan Nâzım Hikmet, Öteki Defterler’de de yine onları yazmış. Yine onları ilgisinden mahrum etmeyerek; onların çaresizliklerini, karanlıklarını, yoksulluklarını, ışıltılarını, kurban olma durumlarını, kötülük ve iyiliğin ötesinde sergilemiş. Şiirimizin büyük ismi Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı yitirdik. Tüm edebiyat dünyasının başı sağ olsun. Şairi, Semih Poroy’un kapak çizimiyle uğurluyoruz. Önümüzdeki haftalarda Dağlarca’ya daha geniş yer veren bir sayı hazırlayacağız. Herakleitos’un şiirlerini değerlendiren yazıyı geçen haftaki sayımıza koymuştuk ve bu köşede yazıyı duyuran bir bölüm vardı, ama son dakikada gelen bir ilanla yazı bu haftaya sarktı. Okurlarımızdan özür dileriz. Bol kitaplı günler… Vatan Dersleri üçlemesi ENİS BATUR Pervasız Pertavsız Yazılı bir ‘F Klavye’ çeşitlemesi stâdım, görüşlerinizi almak umuduyla size bir şiir dosyası getirdim. Değerlendirmeleriniz bana yol gösterecek. Umarım fazla vaktinizi almaz dosyama göz atmanız. Hayır, hayır. Hattâ, size hemen söyleyeyim: Dosyanız yeterince hazır olmadığınızı gösteriyor, daha epey bir pişmeniz gerekir. Nasıl olur, okumadınız dosyamı, bırakın okumayı, henüz elinize bile almadınız! Bakın, genç dostum, bu saçı sakalı değirmende ağartmadım ben. Bir dosyanın ne olabileceğini gelişinden, sehpaya koyulduğu an aldığı şekilden anlarım. Nereden baksanız, bir deneyim sahibi olma sorunu bu. Deneyiminize saygı duymamak elde mi? Gene de, dosyaların uzaktan değerlendirilebileceği aklıma gelmezdi doğrusu. Gençlik işte böyle bir şey, zamanla siz de dosya değerlendirmeyi öğrenirsiniz, yeterince sabrederseniz. Saflığınız, kültür ortamımızı tanımayışınızdan da geliyor olabilir. Ne sanıyorsunuz acaba: Televizyondaki kitap programlarında, gazetelerin kültür sayfalarında ya da kitap eklerinde tanıtılan, eleştirisi yapılan kitaplar başından ucuna okunuyor mu? Biriki işgüzâr eleştirmen kitapları okuyor diye genelleme yapmaya kalkışmamak gerekir. Proust’un hikâyesi doğru demek. Neymiş Proust’un hikâyesi? Bir dostunu arayıp kitabını nasıl bulduğunu sormuş. “Ne kitabı Marcel?” demiş dostu: “Sen kitap mı yazdın?”. Proust, “evet” diye yanıtlamış, “onu sana gönderdim de”. Bunun üzerine, dostu, “göndermişsen, okumuşumdur” demiş. Tam da böyle işte. Ne olursa olsun, dosyamı elinize bile almadan yaptığınız değerlendirmeyi bir tür lâtife olarak görebilirim herhalde? Hiç de değil. Boşuna Ü ‘gelişinden belli’ demedim size. Dosyanızın kalınlığını görünce anlamak güç olmadı: Bu yaşınızda bunca şiiri bir kitapta toplamaya karar verebildiğinize göre, işin özünü kavrayamamışsınız. Doğrusu, değerlendirme yönteminiz bana yadırgatıcı geliyor. Başkalarının değerlendirme biçimine ilişkin gözlemleriniz de. İroninin bu kadarı fazla değil mi sizce? Benim yaşımda, bunca şey gördükten sonra, işe yarayan tek araç olarak ironiye başvurmak kaçınılmaz oluyor. Yüzlerce örnekten birini vereyim size: Bir kitabımda, başarısızlıkla sonuçlanan sigarayı bırakma serüvenimi aktarmıştım; güzide bir eleştirmenimiz, kitabımda sigarayı nasıl bıraktığımı büyük ustalıkla anlattığımı yazdı. Ne yaptığımı anlayamamış birinin, bunu nasıl dile getirdiğime TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr ilişkin yargısı övgü dolu olsa ne fark eder? İyi ama, sizin şu an bana yaptığınızı doğrular mı bu? Bizim edebiyatımızda gelenek aslan payını tutar. Kuşaktan kuşağa aktarılır örf ve âdetler gibi yöntemler de. Ben size yolu gösteriyorum, anlamamakta direniyorsunuz. Bizim dünyamızda kalmaya niyetliyseniz, bunları öğrenecek, vakti geldiğinde sizden gençlere öğreteceksiniz dosya değerlendirmenin inceliklerini. Oldu olacak, ilgili fakültelerde işin eğitim boyutuna da el atsanız üstâdım! Bakın, uyum sağlamaya başladınız bile: İroni hepimize gerekiyor mîrim. Yalnız, söyledikleriniz bende şüphe uyandırdı: Yoksa yükseköğrenim görmediniz mi siz? Gördüm elbette, hem de Viyana’da okudum. Şimdi anlaşıldı. Uyum sorunu var sizde. Ayrıca, ülkenin gerçeğinden soyutlanma handikapı da eklenmeli buna. Bizim üniversitelerde yıllardır yapılanları duymamışsınız besbelli. Bir tanıdığım, Mimarî öğreniminin son yılında, bitirme tezi olarak A. tekkesinin üzerinde çalışmış, fotoğraflar ve çizimler eşliğinde hocasına sunmuş çalışmasını, “pekiyi” ile mezun olmuş. On beş yıl geçmiş aradan, bir televizyon programında bakmış ki A. tekkesi konu edinilecek, ekran karşısına geçmiş, izlemeye koyulmuş. Bir de ne görsün, bambaşka bir yapı çıkmış karşısına. Ertesi gün öğrenmiş: Yanlış tekke binası üzerinde bir zamanlar çalıştığını. Profesörü aymamış, kendisi aymamış onca yıl, dahası, öğrencilerine yıllar yılı model olarak göstermiş tezini. Şaka herhalde bu? Bizim hayatımız şaka mîrim. Şimdi dosyamız incelendiğine göre, evinize dönüp her şeyi gözden geçirseniz iyi olur bence. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 975 SAYFA 3