07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ uzun iş saatleri, sağlık, çocukların öğrenimi ve emeklilikleri için giderek daha çok çalışmak zorunda kalan, aşırı yük altında bunalan bir kamusal sektörün aksıyan hizmetlerine bağımlı kalacaktır.”(4) IRKÇILIK VE İNANÇ Barack’ın zihnini sürekli işgal eden ve zaman zaman sıkıntılara sokan iki ana konudan birisi ırkçılık, diğeri inancıdır. Babası Hüseyin Obama Müslüman olmasına karşın Barack, Hıristiyanlığı seçmiştir, şu kadar ki mensup olduğu kiliseyi de zaman zaman eleştirmiş, her türlü dini bağmazlığa karşı koymaktan çekinmemiştir. Kitabında Amerikan toplumundaki acı gerçeklerin altını çizer okurlarına: Çocuk ölüm oranından, azami yaşam süresinden söz ediyor; istihdamdan evsahipliğine dek siyah ve Latin kökenli Amerikalıların beyazlara kıyasla bir hayli gerisinde yer aldıklarını hatırlatır. Amerika’nın her yöresindeki şirket yönetim kurullarında azınlıkların hemen hiç temsil edilmediklerini belirtir. ABD senatosunda üç Latin, Hawai’den gelen iki Asyalı ve tek bir Afrikalı Amerikalı bulunmaktadır. Duyduğu derin acıyı şöyle ifade eder: “Amerikan toplumunun renklere karşı kör olduğunu ileri sürmek, tarihi inkâr etmek demektir! Ortalama siyah adamın karşılaştığı onur kırıcı muamelelerinin bir kısmına ben bugün de hedef olmaktayım. Bir mağazaya girdiğim zaman güvenlik görevlileri beni sıkı bir göz hapsine alıyorlar, bir lokantanın önünde arabamın getirilmesini beklerken beyaz bir çift bana araba anahtarlarını atarlar, polisler durup dururken arabamı durdurmaya çalışırlar. Ben siyahların her an duydukları acı ve öfke nedeniyle nasıl yutkunduklarını bilirim! (5) Irk sorunu konusunda açık düşünebilmek için dünyayı ikiye bölünmüş bir ekrandan görmek gerekir: Geçmişin günahlarını kabullenmek ve günümüzün çıkmazlarını yeis ve umutsuzlukla karşılamamak. Düne göre ırk ilişkileri alanında büyük değişiklikler oldu, fakat bunlar daha iyi olmak için yeterli değildir.” Obama’nın çocukluk anıları onu siyasi değişikliklere karşı çok duyarlı kılmıştır. Çocukluğunda beş yıl geçirmiş olduğu çok etnikli, renkli, hoşgörülü Endonezya’nın içinde yaşadığımız küreselleşmiş düzenin sonucu olarak nasıl otoriter bir topluma dönüştüğünü çok açık bir özeleştiri yolu ile ortaya koymaktadır: “Biz son elli yılda tüm ulus ve uluslararası anlaşmazlıklara Soğuk Savaş’ın prizmasından baktık. Amerikan usulü kapitalizm ve çokuluslu şirketleri durmadan öne sürdük. Çıkarlarımıza hizmet ölçüsünde istibdat, rüşvet ve çevresel bozulmayı destekledik. Soğuk Savaş sona erince Internetin tarihsel anlaşmazlıkları sona erdireceğini sandık. Rekorumuz karışıktır, yalnız Endonezya’da değil, bütün dünyada.”(6) Amerikan ulusu önceleri dünyada olup bitenlere karşı taraf tutmayan bir seyirci olmaya karar vermişti. O zamanki düşüncelere göre kader Amerika’yı, eski dünyayı düzeltmeye değil, aksine yeni bir dünya kurmak için yaratmıştı. Fakat daha Thomas Jefferson ilk başta sadece on üç eyaletten oluşan birliğin genişlemeye mahkum olduğunu belirtmişti. Önce Louisiana satın alındı, sonra sıra Meksika’dan toprak koparmaya, iç savaş yolu ile esareti kaldırmaya ve böylece piyasaya gereken işgücü sağlamaya geldi. Bu tarihten sonra Amerika gözlerini sınırların ötesine çevirdi. Amerika’ya Pasifik’te bir üs sağlamak üzere Hawai ilhak edildi, İspanyaAmerika savaşı ABD’ye Puerto Rico, Guam ve Filipinler üzerindeki denetimi sağladı. Amerika sistematik bir sömürgecilik yapmamakla beraber yabancı ülkelerin içişlerine hep müdahale etti. Evet, Amerika İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmi yenmiş, Soğuk Savaş’ı sona erdirmiş, ekonomik kalkınmasını başarmıştır. Fakat Amerikan politikacıları Sovyetler’in tehdidini, Çin ve Kuzey Kore’de komünistlerin iktidarı ele geçirmesinden sonra dünyanın her yerindeki milliyetçi hareketleri, etnik anlaşmazlıkları, sağ veya soldaki politikalara hep Soğuk Savaş’ın gözlükleri ile bakmaya alışmıştır. İşte bu yüzden yıllarca komünizme karşı koymak şartıyla Mobutu gibi hırsızları, Noriega gibi katilleri destekledik, İran’da demokratik yoldan seçilmiş politikacıları gizli operasyonlarla devirdik.” ‘NİYE IRAK’I İSTİLA ETTİK?’ Ve Barack devam ediyor: “Columbia üniversitesinde okurken Ronald Reagan’in Güney Afrika’nın ‘apartheid’ rejimini nasıl desteklediğini, El Salvador’un ölüm mangalarını nasıl finanse ettiğini dehşetle izliyordum. Aradan on beş yıl geçti, niye Irak’ı istila ettik de Kuzey Kore veya Birmanya’yı değil? Niye Bosna’da müdahale ettik, fakat Darfur’da seyirci kaldık? Ekonomisini liberalleştirmiş, fakat siyasi hakları tanımayan Çin’e nasıl bir muamele yapacağız? Cebimde bir reçete yok, fakat bazı konularda görüşlerim netleşti: Dünyada olup biten anlaşmazlıklar karşısında tamamen kenara çekilemeyiz. Günümüz güvenlik sorunu yirmi beş yıl öncesine kıyasla çok farklı. Bugünkü tehdit küresel ekonominin uluslararası yol haritasına uyum göstermediği, ‘zayıf ya da çözülmüş devletlerden’, orada egemen olan keyfi idare, rüşvet ve kronik şiddetden geliyor. Biz bir üçüncü dünya savaşını gözeterek yapılmış ve 2005’te 522 milyar dolarlık bir savunma bütçesine sahip olmamalıyız.” Barack Obama ikinci kitabını şu fikirlerle sonuçlandırır: “Biz başkalarına silah ve Washington’la iyi geçinmeye niyetlenen partilere para aktarmak suretiyle demokratik bir rejimi empoze etmekten vazgeçmeliyiz. Hürriyet seçimden daha önemli bir kavramdır. Seçim bir araçtır, bir sonuç değil: Dünya halkları ‘Elektrokrasi’den(7) çok yaşanabilir bir yaşama kavuşmak isterler: Gıda, barınma, elektrik, sağlık hizmetleri, çocuklarının eğitimi onların başlıca istekleridir. Caracas, Cakarta, Nairobi veya Tahran’daki insanların kalplerini ve düşüncelerini kazanmak istersek, seçim sandıkları dağıtmak yeterli değildir. Biz Amerikan ilaç şirketlerinin patentlerini korumak uğruna Brezilya’nın, milyonların yaşamını kurtarabilecek AİDS ilaçlarını daha ucuza imal etmesini engelledik. IMF ve Dünya Bankası’nın her ülkenin kalkınması için tek tip bir formül olmadığına kanaat getirmeliyiz.” Görülüyor ki 2008 Kasım ayının birinci salı günü Amerikan seçmenleri sandık başına gittikleri zaman, iki yaşamsal seçenek karşısında kalacaklardır: Tercihleri Irak savaşına oy vermiş, Amerika’nın genişletmeci, hegemonyal gücünü sürdürmek isteyen bir adaydan mı, yoksa azgelişmiş ülkelerin sorunlarını bizzat yaşamış, ırka dayalı ayırımcılığın acılarını çekmiş, daha insancıl, daha eşitlikçi, toplumsal adaleti ön planda tutacak bir adaydan mı olacaktır? Bu tercih yalnız ABD’yi değil, küresel düzenin tümünü ilgilendirmektedir. ? (1) Barack Obama, Babamın Hayalleri, Irk ve Kimlik Mirasının Öyküsü, Çev. İstem Erdener ve Zeynep Arıkan, 20008, Istanbul: Pegasus Yayınevi (2) Barack Obama, The Audacity of Hope – Thoughts on Reclaiming the American Dream,2006, New York: Three Rivers Press. Bu kitap henüz Türkçede yayınlanmamıştır. (3) Barack Obama, The Audacity of Hope, Sh.10 (4) Barack Obama, The Audacity of Hope, Sh.148 (5) Barack Obama, The Audacity of Hope, Sh.232233 (6) Barack Obama, The Audacity of Hope, Sh.280 (7) “Elektrokrasi” terimi ile oy verme makineleri kullanan ülkeler kastedilmektedir. SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 975
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle