09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir hekim kendiyle ödeşirken kendini kandırabilir ama; kendinden kurtulamaz. “Hekimlerin yanlışını toprak örter” sözünü düşünüp kendine çekidüzen vermesi gerekir. Biz hekimler, insanın kurtuluşu için özel bir güçle görevlendirildiğimizin bilincinde olalım. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler (Sınıf arkadaşım Dr. Yıldırım Aktuna’nın anısına...) H ekimlik mesleğimin kırk yılı cerrahinin sıkıdüzeni içinde geçti. Edebiyat ile cerrahi yoğun çalışmayı gerektiren, birlikte yürütülmesi kolay olmayan iki bağımsız alandır. Hekimliğimden çok önce edebiyatın içindeydim. Yüksek İhtisas Hastanesi’nde “Sindirimbilim Cerrahisi” gibi özel bir uzmanlık alanının sorumluluğunu taşırken bile edebiyattan kopmadım. Cerrahi takım çalışmasını gerektirir. Şimdi oradaki arkadaşlarım iki günde üç “Karaciğer aktarımı” yapacak kadar o özel dalın cerrahisini geliştirdiler. Bir zamanlar birlikte çalışmış olmak benim için övünç kaynağıdır. Anadolu’nun uzak bir köşesinde tanı yanılmaları içinde yanlışlara düşen hekimleri pek yadırgamam. Ama cerrahi, “endikasyon” dediğimiz gerekli koşullara göre hastaya girişimde bulunma sanatıdır. Cerrahi bir hastalık söz konusu değilken hastayı ameliyat etmek hekimlik töresiyle bağdaşmaz. Necmi Ayanoğlu Hoca’dan “diseksiyon cerrahisi” dediğimiz dokulara saygılı olmak, Hilmi Akın Hoca’dan “radikal cerrahi” dediğimiz cerrahinin sınırlarını genişletmek yöntemlerini öğrenince; insanın kurtuluşuna açılan “uzun yola çıkmaya hüküm giydim.” Daha önemlisi, insan kendiyle ödeştiği zaman kendinden hoşnut kalabilmeli. Ama kendini aldatarak değil, kimi suçlamaların haksızlığına gülümsemesini bilerek. Bir hekim kendiyle ödeşirken kendini kandırabilir ama; kendinden kurtulamaz. “Hekimlerin yanlışını toprak örter” sözünü düşünüp kendine çekidüzen vermesi gerekir. SİBER GÖKSEL’İN ANILARI Bir hastayı yaşamaya kazandırmak hekime yaratıcı bir güç verir. O güçle kendini önemsemek, o gücü çıkar ilişkisine dönüştürmek yaratıcı özelliği esnaflık anlayışıyla gölgeler. Emeğin karşılığını aramak, hekimlik mesleğini ticaret aracı haline dönüştürmeye yol açmamalıdır. Cerrahide yenilikleri izlemeyen hekimlerin kendini kandırması kolaydır. Yüksek İhtisas Hastanesi’nde “Sindirimbilim Cerrahisi” gelişme gösterebilmişse; başta Zafer Paykoç Hoca, Hamdi Aktan Hoca olmak üzere, onun ardılı, Leziz Onaran, Burhan Şahin gibi büyük “gastroenterolog” hekimlerin varlığı unutulmamalıdır. O zaman bir cerrahın kendiyle ödeşmesi gerçekçi bir anlam kazanır. Tevfik Remzi Kazancıgil Hoca’nın sözünü anımsayalım: “İstatistikler hekim içindir, hasta için değil. Hekim için yüzde bir sayılan ölüm oranı, o hastaya düşerse, yüzde yüz demektir.” Hep o hastayı düşünerek ölüm oranını düşürmek gerekir. O hasta ölüp giderse, ruhsal bunalıma düşen yakınları bir hekimi öldürmeyi, sonra da o yıkımın etkisiyle canına kıymayı göze alabilir. Dün de bunun örneklerini görmüştük, bugün de görüyoruz. Biz hekimler Dede Korkut oğuznamelerini anımsarsak: Tanrı, insanın canını almak için Azrail’i gönderiyor. Hekimler Azail’e başkaldıran bir çeşit Deli Dumrul gibidir. Gene de ölümün nerede, ne zaman geleceği belli değildir. Hekimlerin anıları, yol gösterici özellikleriyle bizi kendimizle kalmaya, insanın yazgısını anlamaya çağırır. Yüksek İhtisas Hastanesi’nde “Kardiyoloji Kliniği”nin sorumlusu olan Siber Göksel arkadaşımız derdi ki: “Bir kalp hastasını iyileştirir, evine çıkmasını uygun görürsünüz. Hastanenin dış kapısından geçerken oraya yığılıverir.” Siber Göksel anılarını yazdığı kitabında şöyle bir olaya değinir: “Hekimlik zor iştir, meşakkatli iştakımında oynayan bir sporcu. Hekimliğiyle, insanlığıyla sevgimizi, saygımızı kazanan bir arkadaşımız. Orhan Girgin’in 8 Kasım 1989 tarihinde başından geçen bir olaya bakalım: “Odamda hastalar var. Doç. Dr. Fikret Ergüngör’ü yanıma çağırmış, törende kendisini tanıtmak için istediğim özgeçmişindeki eksikleri tamamlıyoruz. Odamdaki hastaların dışarı çıkmaları için de saatime bakıp ‘On dakika sonra toplantı başlayacak, artık aşağı inelim’ derken kapı çalınıyor. Ben önümdeki yazıya bakarken kapı açılıyor ve bir ses duyuyorum. ‘Bir dakika hocam!’ Başımı kaldırıp bakıyorum. Bir çift tüfek namlusu görüyorum. Ne yapmam gerektiğini düşünemiyorum bile. kapsıyor. Askeri doktor olan yazar psikiyatri uzmanıdır. Gerek hastanede, gerek muayenehanesinde karşılaştığı insan manzaralarını anlatıyor. Ruh dokusu zedelenen insan sağlıklı bir insan gibi görünebilir. İyileşmesine özen gösterilmezse nasıl bir bunalıma düşeceği belli olmaz. Afet Kafaoğlu Akyol’un hastaları arasında takıntılı olanlar, ruhsal iniş çıkış gösterenler, kuşkucular, cinsel sapıklar, madde bağımlıları, şizofrenler, teşhirciler, ensest ilişki içinde olanlar, kardeşini öldürmeye kadar giden çocuk kıskançlıkları, hırsızlık hastalığı, el yıkama takıntısı, üzerinden sevişmek alışkanlığı, çocuklarını dövmeyi eğitim anlayışı sanan babalar, bütün bu ruhsal olayların ev içi ilişkilerine yansıması var (Karanlıkta Mum Işığı, Bilgi Yayınevi, 2007)... Afet Kafaoğlu Akyol kimi zaman hekimliğini uygulamada zorluk çektiği sakıncalı durumlarla karşılaşıyor. Ama o karanlık dünyayı tanımak, yaşamayı yorumlamak için biraz umut ışığına gereksinim duymamızı düşündürüyor. Aklımızın bilinmeyen alanlarında kişiliğimizi bozan bir değişim mi oluyor? Özgürlüğün insanı insan eden gücüne aldırmıyor muyuz? Yaşamak işe yaramaksa, en çok hekimler böyle bir olanağa ulaşabiliyor demektir. Önemli olan hastayı yaşamaya kazandırmak mı? Öyle zamanlar oluyor ki, özgürlük savaşımında da hekimler bayrağı ele almak zorunda kalıyor. Ne diyordu “Hapishane Mukayyidi” Nâzım Hikmet? “Abtülhamit atardı tıbbiye talebelerini Sarayburnu’ndan. Akıntı götürmüş çuvalları bulamadılar. Çok adam çok adam asıldı Hürriyet’te. Bir tek daha içelim.” Özgürlük savaşımı yaşama savaşımının temelini oluşturur. Bir hastanın yaşamaya dönmesi özgürlüğünü de kazanması anlamına gelmelidir. TIBBİYELİ Tahir Hatiboğlu “Tıbbiyeli”yi bu yönleriyle ele alıyor (Jöntürklerden Sontürklere Tıbbiyeli, Otopsi Yayınları, 2006): “Mektebi Tıbbiye’de gelişen özgürlükçü, ilerici ve devrimci düşünce ortamının nereden kaynaklandığına ilişkin çeşitli tartışmalar vardır. Gerçekten Mektebi Tıbbiye ve Tıbbiyeliler, akıl almaz bir inançla ve cesaretle, korkusuzca ve sabırla, her türlü eziyet ve işkenceye karşın, devrimciliklerinden ve ilkelerinden ödün vermemişlerdi.” Ziya Şakir, hekimlerin toplumla ilgilenmeleri gerektiğine inanarak diyor ki: “Tıp talebesinin mesleği doktorluk olduğu için siyaset nabzına el uzatmamaları iktiza eder. Halbuki millet hasta olsa nabzını kimin ellerine verecek? Tabiidir ki doktorların...” Aydınlanma devriminin ışığında Dr. Refik Saydam ile Dr. Reşit Galip’in emeklerini anımsayalım. Biz hekimler hastanın iyileşmesinde toplumun kurtuluşunu görmeliyiz. Ama insan ilişkilerinin yozlaştığı, çıkar ilişkisine dönüştüğü dünyamızda Plautus’un sözü geçerliğini koruyor: “Lapus est homo homini.” Küçük bir değişiklik yapmak, bu sözü hekimlere uygulamak gerekirse “Hekim hekimin kurdudur” mu demek gerekecek? Umudunu yitiren insanın öfkesi ile içi tiksinti dolu hekimin çürümüşlüğü bir değildir. Biz hekimler, insanın kurtuluşu için özel bir güçle görevlendirildiğimizin bilincinde olalım. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. tir. Muayenehanede hastanın ölmesi ise, hastanede ölmesine hiç benzemez. İki hastam bizzat muayenehanemde ölmüştür. Birisinin sırtını dinliyordum, hasta bana doğru düşmeye başladı, “Dik durun beyefendi” dedim, meğer o anda hasta ölmüş. Diğeri daha muayenehaneye girer girmez vefat etti. Aort darlığı (?) tanısı konan bu hasta bekleme odasına girip oturur oturmaz, hemen ölmüş. Çocuğunun “doktor teyze babamı kurtar” feryadını unutamıyorum” (Meslekte Kırkbeş Yıl, İzlediklerim, Yaşadıklarım, Prof. Dr. Siber Göksel, Haberal Eğitim Vakfı, 2005). Yaşadıklarından yola çıkan Siber Göksel, özellikle “Kardiyoloji Kliniği” ile “KalpDamar Cerrahisi Kliniği”ni anlatarak, Yüksek İhtisas Hastanesi’nin tarihçesine de değinir. Bu arada, anarşi olaylarının tırmandığı 70’li yıllarda Dr. Necdet Güçlü’nün nasıl öldürüldüğü, evine götüreceği torbadan balıkların, salatalıkların nasıl yerlere saçıldığı da belirtilir. ORHAN GİRGİN’İN ANILARI Hekimlerin anı kitapları arasında Dr. Orhan Girgin’in özel bir yeri var. Orhan Girgin meslek çalışmasının önemli bir bölümünü Ankara Numune Hastanesi’nde geçiren “Ortopedi Kliniği Şefi”. Bir yandan da basketbol milli Yalnız sağ kolumu uzatıyorum ve... Dan... Yere düşmüşüm. Neden? Ben iyi doktormuşum ve onun ameliyatını neden ben yapmamışım? Ben yapsaymışım iyi olurmuş. Yorumu size bırakıyorum “(Bir Sporcu Doktorun Anıları, Dr. Orhan Girgin, Kendi Yayını, 2001). Orhan Girgin yaralandıktan sonra hekimliği bırakacak kadar karamsarlığa düşmüştü: “Yaşam benim için bitmişti. Karamsarlık tüm benliğimi sarmıştı. Saçma taneleri yüzüme ve boynuma da isabet ettiği için yüzüm ve boynum şişmiş, omuzum ve kolumda tarifi ve anlatımı olanaksız ağrılar vardı. Sağ elime kumanda eden N. Radialis saçma taneleriyle zedelendiği için elim, düşük el konumuna gelmişti. Moralim sıfır bile değildi, ondan da aşağıdaydı. Hastanede arkadaşlarım bana çok iyi bakıyorlardı. Ortopedi ailesi beni hiç yalnız bırakmıyordu. Ama ben, kendi kendime, doktorluk mesleğini bırakmaya kesin karar vermiştim” (Hiçbir Şeyde Gözüm Yok Sen Yanımda Ol Yeter). AFET KAFAOĞLU AKYOL’UN ANILARI Dr. Afet Kafaoğlu Akyol’un anıları; hastalarıyla ilgili gözlemleri, izlenimleri MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 SAYFA 24 CUMHURİYET KİTAP SAYI 935
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle