22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? anlamı tarihte hep yaşadı halklar, şairler ve sanatçılar. Günümüzde de somut gelişmelerin içinde yer almak durumunda kaldı şairler. Batılı iktidarların ve ABD’nin dayattığı savaşın getireceği yıkımı önceden sezen şairler olduğu gibi, savaşa karşı duran ve ortak şiire imza atanlar da yine şairler oldu. İnsanlığın en acı dramlarının yaşandığı, kültürel birikiminin yağmalandığı Ortadoğu’da başka bir şiir yazılıyor bugün. Ortadoğu’daki gelişmeleri can evinde duyumsayan şairler de acılarını, kaygılarını, dilsel becerilerini şiirle ifade ediyorlar. Bu, elbette şiirle bir karşı duruştur. Savaşa karşı tavır almak illa da savaşan ülkenin şairi olmak anlamına gelmiyor elbette. Dünyadaki siyasal ve ekonomik değişimlerin getirdiği farklılaşmaların sanata yansımaması düşünülemez. Bir dönemin gözde ve üstünde çok durulan “toplumcu gerçekçiliği”nin bugünü üzerinde de duruyor İsmail Mert Başat ve unutulmaması gereken önemli saptamalar yapıyor: “Toplumcu gerçekçilik bir akım, bir ekol değil ki, zeminini kaybetmiş ya da ‘modası geçmiş’ olsun.” Şu açıklamayla konu daha da açıklığa kavuşacaktır sanıyorum: “Çünkü toplumcu gerçekçilik, sanatçının dünyaya, insana, iktidar ve güç ilişkilerine sağlıklı bakış biçimidir; özgürleşme yollarının önünü açmanın tutumu, sanatçının bilinçli bir yer tutuşu, konumlanışıdır; kalıplara sığan ya da kalıp kuran değil, kalıpları parçalayandır.” Dilerseniz şu cümleleri de okuyalım konuyu iyice kavramamız açısından: “Öyleyse toplumcu gerçekçiliği unutturulduğu/kaybettirildiği yerde değil, o büyük birikimi bugünün somutunda dönüştürerek yalan perdesini gerçek ile yanıtlayıpyırtan, üzerimize kapatılan kapanı göğüslemek üzere ciğerlerimizi genişleten, teyit ve itaati dirence dönüştüren, dayatılana başkaldırmayı kelimelerle değil zihinselde dokuyan bir hayatiyetin içinde yeniden kurarak var kılabilir.” Dünya şiiriyle dirsek temasını sürdüren günümüz Türk şiirindeki yapısal ve içeriksel gelişmeleri göz ardı etmemek gerekiyor. Çağdaş şiir hayattan kopuk şiir değildir. Ya da yalnızca sözcük oyunlarına indirgenemez bu şiir. Yalnızca “betimleme” ya da “canlandırma” şiiri belirlemez, “anlamlandırma” da göz ardı edilmemelidir. “Dize” ve “imge” temel birim değildir, “sözcük” şiiri belirleyen en temel birimdir. Şiirin dili estetize olmuş özgün bir “ötedil” yani “karşıdil”dir. “Şair, sorgulayan, dayanışan ve insanlığa dair her olumsuzluğa başkaldırandır. Şair, ehlileşmeyi reddeden insandır. Şair, şiirin insanlara ve yarınlara taşıdığı değerleri, meta dünyasının değerleri ile değiş tokuş etmeyi reddeden insan demektir. “ Şaire ve şiire yüklenen işlevleri özümlemenin yolu içinde yaşanılan toplumu ve dünyayı iyi kavramaktan geçiyor kuşkusuz. Kapitalizm tam bir talan kültürü” dayatıyor bize. Sürekli tükettirerek kalıcı bir kültür bilinci oluşturmak yerine yapay ve gelip geçici metalara yönlendiriyor günümüz insanını. Irak’taki müze yağması dünyanın gözü önünde yaşandı. Popüler kültür kalıcı ve birikim oluşturan kültürü durmadan dışlıyor. Yeni mitler ve markalar yaratılarak halkın beğeni düzeyi sürekli aşağı çekiliyor.”Kültürel alandaki yağmanın kuşkusuz, daha başka boyutları var. Özgün ve özerk kültürsanat alanı, dinamiklerinin, değerlerinin talan edilmesinin yanı sıra kültürsanat çoğu sanatçı kendisini kültürel endüstrinin mekaCUMHURİYET KİTAP SAYI nizmalarına teslim olmak zorunda hissetmektedir.” “Nâzım Hikmet ve Şiddet” başlıklı yazı dünyayı ve ülkesinin toplumsal yapısını, siyasal çalkantılarını çok iyi kavramış bir şairi, Nâzım Hikmet’i ele alıyor. O, insanlığın kültürel değerlerini ve sanat birikimini iyi özümsemiştir. Halkının sorunlarıyla dünya halklarının ortak sorunlarını şiirine ustaca yedirmiştir. Ömrünü şiirine adamıştır, yani halkına. Halkı onun şiiridir. Ezilmesine, horlanmasına, yoksulluğa itilmesine, umutsuzlaştırılmasına karşı durmuştur yüreklice. Seçtiği sözcükler, işlediği temalar onu iktidarla karşı karşıya getirmiştir hep. Şiddet yanlısı bir şair değildir, ama şiddete karşı duran bir şairdir. Dizelerinde umut vardır onun, sevgi ve direnme vardır. Baskı görmüştür ve baskıya karşı çıkmıştır. Savaşı da lanetler. “Edebiyat ve Barış” da birbirinden ayrılmaz iki konudur, ya da sözcük. Bu akkor sözcüklerin içerdiği tema insanlığın en önemli değer yargısıdır. Edebiyat barışa hizmet etmelidir. Bu kesin. Edebiyat şiddetten, ezenlerden, baskılardan yana olmamalıdır. Barış, halkların hakkıdır. Baskı görmeden, savaşsız bir dünyada özgürce yaşamak herkesin hakkıdır. Ama kapitalist ülkeler silah satma uğruna, ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sömürme uğruna barışı yalnızca içi boş bir sözcük olarak algılatıyorlar. Varsa yoksa ülkelerin çıkarı. İnsanların en temel hakları göz ardı edile edile barışa darbe üstüne darbe vuruluyor. “Aslında barış, aynen özgürlük kavramı gibi, olmayanın, bulunmayanın kavramıdır. Barış, yine özgürlük gibi, ancak insani değerler ve insani ilkeler halinde anlaşılabilir; kendi başına bir varlığı yoktur.” Sonuç olarak “edebiyatta barış sevmek, üretmek, ve direnmektir!” Barışın bir “ütopya” olduğu da biliniyor. Ütopya ise “gerçekleştirilebilen” demektir. İsmail Mert Başat, “Dünden Yarına Şiirin Dinamikleri” konusunda da ayrıntılı değerlendirmelerde bulunuyor. “Şiirin İçinden” veriyor haberi “büyü ve dans”tan başlayarak günümüze uzanarak. Şiirin “ne yansıtma ve kopyalama, ne de kurgu” olduğunu vurguladıktan sonra, şiirin bir “yaratış” olduğu saptamasını yapıyor. Şiirin roman karşısında çıkmazda olup olmadığını da tartışıyor. Hayatın her alanında soluk alıp veren, binlerce yıllık birikimle yoluna devam eden şiirin çıkmazda olamayacağını savlıyor yazar. Bu saptama da elbette yerinde ve sevindirici. “DURAKSAMALAR” Bu uzun ve son bölümde “Dürüstlük”, “Kahkaha ve Karnaval”, “Aşk ya da Bir Arka Plan Okuması Olarak, Kolay Bir Aşk”, “Tarafsız Yazar” , “Şiir ile Özlemek”... gibi başlıkları ele alırken İ. M. Başat, bir yandan da Elif Şafak’a ve Hamdi Koç’a yazdığı mektuplara da yer veriyor yazısında. Yazar Remzi İnanç’ı da “Bir Kurumİnsan Olarak” değerlendiriyor, selamlıyor. Erdal Öz ve şair Namık Kuyumcu, öykücüşair Dinçer Sezgin için de portreler çıkarıyor. Uzun ve soluklu, düşündüren, tartıştıran bir kitap ‘Buyruk ve İtaat’. Sanatın gücünün büyüklüğü ve sanatçının sorumluluğunun önemi de unutulmadan okunmalıdır bu kitapta yer alan derinliği olan yazılar. ? Buyruk ve İtaat Kültür, Sanat ve İktidar/ İsmail Mert Başat/ Everest Yayınları, 2006/ 364 s. 934 SAYFA 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle