Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kendini önemsemedi, ama bir ulusun varlığını koruması için dilini geliştirmesi gerektiğine inandı. Türkçenin gücü için savaşım verdi. Saadet Hanım’ı unutmayacağız. Z aman zaman bu yazılarda bir okulun 120 yıllık yaşama serüveninde geçirdiği evreleri, o ocaktan yetişen ünlü kişileri, onları yetiştiren adı söylencelere karışan öğretmenleri anımsattığım oldu (ANKARA ATATÜRK LİSESİ). Dil Tarih Coğrafya Fakültesi gibi Cumhuriyet tarihimizle özdeşleşen bir öğretim kurumundaki bir bölüm üzerinde yoğunlaşarak Türkolojinin geçirdiği değişimler üzerinde durdum (TÜRKOLOJİ’nin ÖYKÜSÜ). Bir öğretim kurumunun insana nasıl yön verdiği, oradan yetişenlerin toplumda nasıl bir işlev yüklendiği ilgimizi çekmelidir. Bir öğretim kurumundan tek bir öğretmene odaklanmak, onun kişiliğinde neler gördüğümüzü, yetişmemizde nasıl bir etkisi olduğunu araştırmak, eğitim anlayışının daha dar bir alanda derinleşmesi olarak yorumlanmalıdır. Aslında tek bir kişi bile, sıradan bir insan değilse, başlıbaşına bir dünyadır. Onun birikimi bize görmeyi öğretecek, yolumuzu açacak, kendimizi tanıtacaktır. Türkçenin sonsuzluğunda tanıdığımız Saadet Hanım böyle bir öğretmendi (Prof. Dr. SAADET İSHAKİ ÇAĞATAY’ın Yaşamöyküsü, Hazırlayan Hadi Şenol, Ayaz Tahir Türkistan İdilUral Vakfı Yayınları, 2007). Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler Mart 1953’te profesörlüğüne öyle karar verilir. TÜRKÇENİN GÜCÜ İÇİN SAVAŞMAK Saadet Hanım’ın profesörlüğünden sonra da Türkoloji öğretimindeki meslek çalışmaları, kürsü yönetimine seçilmesi, hep sürtüşmeler içinde geçmiştir. Faruk Kadri Timurtaş’ın, Zeynep Korkmaz’ın bilimsel çalışmalarındaki ilk evreler hep tartışmalı olmuştur. Duygusal ayrışmalar onların yeteneğini gölgelemeye, gerginliklerin yaratılmasına yol açmıştır. Saadet Hanım, Semih Tezcan’ın profesörlüğe yükseltilmemesi için oynanan oyunlara engel olmaya çalışmış, bu gerçek bilim insanına arka çıkmıştır. Ev içi yaşamasında kendine eli sıkı, başkalarına eli açık bir kadın olan Saadet Hanım’a bir oğul kadar yakın olan Mustafa Canpolat diyor ki: “Saadet Hanım’ın mutfağında öylesisine modern, çok fazla araçgereç yoktu ama, bir tek tavayla bile harikalar yaratmasını bilirdi.” Hep kendinin uzağında, yetinme anlayışıyla yaşayan Saadet Hanım bütün malvarlığını; babasıyla eşinin, doğduğu yörenin adıyla yaşatmak istediği “Ayaz Tahir Türkistan İdilUral Vakfı”na bağışladı. Türk toplumlarının kültürünü canlandıracak olan bu vakıf “Büyük Türkçe”nin oluşmasına da güç kazandırabilir. Geçen yıl Saadet Hanım’ın (19072007) doğumunun 100. yılıydı. Hadi Şenol’un, ayrıntıların işlevine önem verdiği, Saadet Hanım’ın yaşamöyküsüyle ilgili çalışması, onun 100. doğum yılına anlamlı bir armağan oldu. Ayrıca 100. doğum yılı onuruna Prof. Dr. Ayşe Ata’nın düzenlediği toplugörüşmeler, Saadet Hanım’ın bilimsel kişiliğini, insan yönlerini bir kez daha anımsattı. Günlüklerinin, bilimsel yazılarının toplanması, “Ayaz Tahir Türkistan İdilUral Vakfı”nın geciktirilmemesi gereken bir görevi olmalı. O zaman bu bilim insanının iç dünyasını daha iyi tanıyacağız. Türkçe lehçelerinin bu ünlü hocası için yetiştirdiği öğrencilerinden Zeynep Korkmaz diyor ki: “Saadet Çağatay, hocalığında da müşkülpesent, çok titiz ve bilim anlayışı güçlü bir kişilik yapısındaydı.” Saadet Hanım Türkçenin gücünü yaşatmak için Hasibe Mazıoğlu, Müjgân Cunbur, Doğan Aksan, Mustafa Canpolat, Semih Tezcan gibi öğrencilerine destek olmuş, onların yetişmelerine emek vermiştir. Dilbilimden Türkçeye bakan Doğan Aksan’ın sözleri Türkolojinin değişik bir yorumu olabilir: “Yıllar sonra, benim Türkoloji’ye değil de dilbilime yöneldiğimi görünce ‘Oğlum neden Türkçe üzerinde çalışmıyorsun?’ dediğini hep anımsarım. Onun bu uyarısına kaynak olan isteği, sonraları, dilbilim açısından Türkçeye eğildiğimde, aynı açıdan çalışmalar yayımladığımda, kendiliğinden yerine geldi.” Saadet Hanım’ı 70’li yılların Ankara’sında, Türk Dil Kurumu’ndan anımsıyorum. Kurum’a bir gölge gibi gelir, sevgili öğrencilerinden Tomris Tunç’un yanına çıkar, onunla olmak Saadet Hanım’a dinginlik verirdi. “Adriyatik’ten Çin’e Kadar Türkçe” diyoruz ya, boşuna söylenmiş değil. Uzak coğrafyalardan yurdumuza gelen bu bilim insanlarından biri de oydu. İdilUral Bölgesi’nden Anadolu’ya gelirken Türkçenin gücünü de birlikte getirmişti. Kendini önemsemedi, ama bir ulusun varlığını koruması için dilini geliştirmesi gerektiğine inandı. Türkçenin gücü için savaşım verdi. Saadet Hanım’ı unutmayacağız. ? KİTAP SAYI 934 Saadet Hanım karşın, sürekli baskılar yüzünden Tatar Türklerinin varlık gösteremediklerini anlatıyor. Daha önemlisi Almanya’daki Türkoloji öğreniminde, karşılaştırmalı Türk dilbiliminde nasıl gelişme gösterdiğini anlatmasıdır. Hadi Şenol, o çevreyi anlatırken, hocası Willi BangKaup’u tanıtmakla yetinmez. Kurban Sait adında Müslüman bir yazar olarak kendini tanıtan Lev Nussimbaum adındaki bir Yahudinin Aziyade romanında Türkoloji sorunlarını tartışmasına; Meryem Abla diye anılan AnneMarie Von Gabain’le olan ablakardeş ilişkisine kadar, bizi Türkolojinin arka bahçelerinde dolaştırır. Reşit Rahmeti Arat da Saadet Hanım’ın Kazan’lı eski bir arkadaşıdır. Hocası Willi Bang “en büyük Türk dili araştırmacısı” olarak bilinen bir bilim insanıydı. Asistanı Saadet Hanım doktorasını verince, onu, meslektaş olarak tanıtmıştı. Saadet Çağatay da hocası gibi davranmış, asistanı Mustafa Canpolat doktorasını verince, onu, Bursa’ya götürmüş, meslektaşı olarak tanıtarak eşit davranmıştı. Bunlar Türkbilim düzencesi içinde yetişen öğretim üyelerinin birbirlerine destek oluşlarının geleneğidir. DİL TARİH COĞRAFYA FAKÜLTESİ’NİN KARANLIK YILLARI Ama bu geleneğin bozulduğu, öğretim üyelerinin birbirini karalayarak, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir “cadı kazanı” kaynattığı dönemler yok mu? Saadet Hanım da bunlardan payını almamış mıydı? Saadet Hanım Fakülte’nin Türkoloji bölümünde kütüphane görevlisi olarak işe başladı. Oradaki zamanını doçentlik tezini hazırlayarak da değerlendirdi. Eşi askere gidince zor durumda kaldı. Evine yerleşmesine destek olan Tahsin Banguoğlu 15 gün izin istemesini çok buldu. O zorlu günlerin üstesinden 2 günlük izinle gelmeye çalıştı. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, “40’lı Yıllar Karanlığı”ndan en çok etkilenen bölüm oldu. Hadi Şenol’un yorumu şöyle: “Aslında bu bölümdeki böylesi yoğun yaşanan etkilenmeleri ‘siyasi değişimlerle’ açıklamak ne derece doğrudur, bu tartışılır. Bölümde bu hareketten Pertev Naili Boratav, Abdülkadir İnan, Agop Dilaçar, Abdülbaki Gölpınarlı doğrudan etkilenir; bir de dolaylı etkilenen Saadet Hanım ve Necip Üçok vardır.” “Dil Tarih Olayları”nı öğretim üyeleri arasındaki kişisel sürtüşmelere bağlamak yeterli bir yaklaşım olmaz. Bu gericilik eyleminin köklerine inmek gerekir. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki durulmayan çalkantının arkasında yalnız görüş ayrılıkları değil, köken ayrılıkları da vardır. Uykusuzluk çeken Saadet Çağatay’ın yurtdışına gitme isteği, nice savaşımlardan sonra uygun görülmüştür. Profesörlüğe yükseltilmesinde de Mustafa Akdağ karşı oy kullanmıştır. Şerafettin Turan “Kırklı Yıllar Karanlığı”na göndermede bulunarak Akdağ’ın karşı yazısını şöyle yorumluyor: “Fakültemizde çok acı sonuçlar veren 1944 ve 1947 tarihlerinde yaşanılan siyasi ayrışmanın dışında bir de mensubiyet diyebileceğimiz ikinci bir ayrışma daha yaşanıyordu. Hocalar üç bölüme ayrılmış görüntüsü veriyordu. Balkanlar’dan gelenler, İdilUral Bölgesi’nden gelenler, bir de Anadolu’dan gelenler diye. İşte bu şerhin altında bu ayrışma yatıyor.” O tek karşı oy yüzünden Senato Saadet Hanım’ın profesörlüğünü geri çevirir. Yeni bir kurul oluşturulur, bütün eserleri incelenir, 16 İDİLURAL BÖLGESİNDEN ANADOLU’YA Türkler Volga’ya İdil der. İdilUral Bölgesi Tatarları Çarlıktan Sovyetlere uzanan tarih içinde baskı altında yaşadılar. Saadet Hanım, “bir bilim insanının son nefesine dek dolu yaşadığı”, “neredeyse yaşadığı bile tartışılacak kadar belirsiz” bir ömür sürdüğü bir bilim insanıdır. O yalnız “Ayaz Kızı” olmakla övündü. Babası Ayaz Ishaki bir savaşım insanıydı. İdilUral Bölgesi Tatarlarından Sultan Galiev gibi 1917 Devrimi’nde yeri olan kişilerden başka Atatürk Devrimleri’nde yer alan, özellikle Türkolojiye emeği geçen önemli kişiler de vardı. Sadri Maksudi Arsal, Zeki Velidi Togan, Akdes Nimet Kurat, Abdülkadir İnan, Reşit Rahmeti Arat ile Saadet Hanım’ı da anımsamalıyız. Saadet Hanım’ın Rusya’dan kaçıp Almanya’da Türkoloji öğrenimi görmesi, Türkiye’ye gelip öğretim üyeliğine geçmesi, tam olarak bilinmeyen, uzun bir yaşama serüvenidir. Yaşadığı zamanı denetlemek ister gibi günlük tutması, onunla ilgili iç gerçekleri öğrenmemizi kolaylaştıracaktı. Ne yazık ki Saadet Hanım 1950’den önceki günlüklerini yakmıştır. Gene de 1950’den sonra 35 defterde toplanan günlükleri yayımlandığı zaman onunla ilgili nice gerçek gün yüzüne çıkacaktır. Saadet Hanım’ın günlükleri Almanca, Tatarca, Osmanlıca yazılmıştır. Bu günlükleri günümüz Türkçesine çevirerek yayımlamak gerekecektir. Doğan Aksan, Mustafa Canpolat gibi onu yakından tanıyan dilcilerin bu işin üstesinden geleceğini umuyorum. Türkiye’ye gelen Saadet Hanım’ın Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne yerleşmesinde Memduh Şevket Esendal’ın da katkıları olmuştur. Esendal, Asya Türklerinin Anadolu’ya kazandırılmasında özel bir görev üstlenmiş gibiydi. (Benim 1955’te Polatlı Topçu Okulu Hekimliği’ne atandığım yıldan başlayarak yakın arkadaşım olan Yzb. Rıza Bekin, Esendal’ın Türkistan’dan Türkiye’ye getirdiği gençlerden biriydi. Kore Savaşı’nı da katılmıştı. Esendal’ın Kore’ye gönderdiği öykü tadındaki mektuplarını, bütün karargâh subaylarının tat alarak dinlediğini anlatırdı. O mektupların bulunmasını çok isterdim ama, nasıl yitip gittiğini Rıza Bekin de bilmiyordu). Rıza Bekin generalliğe yükselip oğlunu evlendirdiği zaman, gelen çelenkleri sayan Saadet Hanım; “Bunlara ödenen paralarla şu kadar öğrenciyi bir yıl okutabilirdik” der. Yoksulluklar içinden gelen Saadet Hanım gibi bir öğretim üyesinin “tasavvuf ehli”ne özgü yetinme anlayışını yaşamasının anlamı haline getirmesinden de alacağımız dersler vardır. Hadi Şenol, bir araştırmacı titizliğiyle, Saadet Hanım’ın kişiliğini oluşturan özelliklerde geçmişin izlerini eşeliyor. Yenilik arayışlarına SAYFA 22 CUMHURİYET