Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? sını sağlamak, bu tip aydınlar yerine toplumdan kopuk başka bir aydın yapısını yerleştirmek için…” Bu yapıyı oluşturmada başarıya ulaşıldı mı dersiniz? Kanımca Türkiye’de aydınlara yönelik iki yönlü plan var: Birincisi bedenini ortadan kaldırmak, ikincisi ruhunu ortadan kaldırmak. Bedeni ortadan kaldırılan aydınların hiçbirinin yeri doldurulamadı, doldurulamaz da. Onlar her şeyleriyle bir bütün. Ama onların yolunu izleyenler oldu. Ölümleriyle de örnek oldular. İşte bu noktada ruhu ortadan kaldırmanın daha verimli olduğunu düşündüler ve bir ölçüde başardılar. Heyecan Yaşlanmaz’ın özellikle aydınlar bölümünde bu konuyu işlemeye çalıştım. Katledilen aydınlarımızın yanı sıra, doğal sürecin devamı olarak aramızdan ayrılanlar da oldu. Berin Nadi’yi, Melih Cevdet Anday’ın, Mustafa Ekmekçi’nin bugünkü kuşakların belleğinde daha derin yer etmesine küçük de olsa bir katkım olur diye düşündüm. Onlarla ilgili gözlemlerimi ve anılarımı da deneme tadında paylaşmak istedim. Peki onlarla düşünsel savaşımınız nasıl oluyor? Gelecek süreçte, nasıl bir sonuç elde edilir dersiniz? Arkanızda sizi destekleyenler olarak, makul bir çoğunluğu hissediyor musunuz? Sorunuz küresel bir kapsamda. Sadece ülkemizde değil tüm yeryüzünde toplumla nefes alıp veren aydınlar her bakımdan hedef. Ama karamsar değilim. 21. yüzyılın önümüzdeki dönemlerinde dirseği topluma değen aydınların kazanacağına inanıyorum. Bugünkü popüler aydın yapısı daha çok hormonlu bir büyümeyi ifade ediyor. İster istemez siyasete gireceğiz; katledilen aydınlarımızın faillerinin şu zamana kadar bulunamamış olmasını neye bağlarsınız? Yıllardır yanıtını aradığımız bir sorudur. Kimi tetikçiler yakalandı, ama bunu organize edenlere ulaşılamadı. Ben Mumcu’dan Kışlalı’ya, 90’lı yıllarda katledilen aydınlarımızın temelde Kemalizmi toplum gözünde çökertmek ve bugünkü iktidar yapısını seçeneksiz kılmak amacıyla kıyıldığına inanıyorum. Kışlalı’dan alıntı yapmışsınız bir denemenizde gene: “Sivil kurum ve kuruluşlara bağlanan umutların bittiği yerde demokrasi için tehlike çanları çoktan çalıyor demektir.” Son dönem ‘kitle imal’ silahları çok güzel çalışıyor, ne dersiniz? Kışlalı’nın bu sözleri gene şu zamanda, çok yerinde bir tespiti gözler önüne seriyor… Doğru bir gözlem. Zaten Kışlalı’nın, Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un günlük yazılarına ve kitaplarına baktığınızda bugünü ve geleceği de görmüş olursunuz. Zaman zaman insanı şaşırtacak derecede güncel yazılar olduğunu düşünürsünüz, 90’lı yıllarda kaleme alınan makaleleri... Zaten böylesine sağlam öngörülere sahip oldukları için, toplumu etkileme gücüne sahip oldukları için hedef seçildiler. Katledilen aydınlarımız Mustafa Kemal’in aydınlanmacılığına, toplumun gücüne büyük bir güven besliyorlardı. Bugünkü kuşaklar onları okuduğunda bir bakıma kendilerini görecekler. Aydınlık uçlar olarak belirlediğiniz, gazetecilerle siyasetin ve toplumun aydınlık uçlarının köreldiğini düşünüyor musunuz peki? Bu konuda zaman zaman umutsuzluğa düşmüyorum dersem yalan CUMHURİYET KİTAP SAYI olur. Hepimiz insanız, duygularımız var. Ama toplam güç olarak ben aydınlık uçlardan umudumu hiç yitirmedim. Onu yitirdiğimiz an zaten mücadele gücümüzü de, yazı yazma gücümüzü de yitirmişiz demektir. Heyecan Yaşlanmaz, biraz da umudunu yitirenlere küçük bir pencere. DİLİN SAVUNUMU Kitabın “Dil”e ilişkin denemelerin yer aldığı bölümünde bir yazınızı şöyle bitiriyorsunuz: “Türkçem… Ses bayrağım… Umutluluğum… Uzayım…” Dilimiz gittikçe yabancı dillerin istilasına uğruyor ama, televizyon ekranları dilin yozlaştırılmasında başı çeken etkenlerden… Neler söylemek istersiniz? Evet, kitabın bir bölümü de dilimize ilişkin. Ben Türkçeyi çok seviyorum. Sözcüklerle oynamak, onların içindeki farklı anlamları bulup çıkarmak beni heyecanlandırıyor. Bazı geceler ertesi gün yazmayı tasarladığım bir yazı için değişik bir sözcük oyunu aklıma düşer. Bekle ki sabah olsun. Biraz gecikirsem tazeliği bozulacak capcanlı bir şey gibi düşünürüm onları. Okurla paylaşınca da ölümsüzleşmiş olurlar. Elbet Türkçeye herkes böyle bakmıyor. Fakir bir dil diyen var, şu dili değil, bu dili değil diyen var. Fakirlik onların kendilerinde! Dilimizi yozlaştıran da zaten bu anlayış. Türk insanı olarak Arapça ibadet ediyoruz, İngilizce iş arıyoruz... Bütün bunlara karşın ben Türkçenin her türlü saldırıya göğüs gerecek zenginlikte ve donanımda olduğunu düşünüyorum. Söyleşimizin sonunda, gazetedeki köşenize atıfta bulunarak, gündeme ilişkin ama gene kitaptan aldığım notlardan bir soru, hatta birbirine bağlı iki sorum olacak: İlki, Atatürk’ün laikliğin ne olduğu konusunda sorulan bir soruya verdiği yanıt: “Laiklik adam olmak demektir!” Bizimkilerin adam olmaya niyetleri mi yok diye sorayım ilkin? Şaka bir yana, şu son zamanda laiklik üzerine tartışmaların bu kadar filizlenmesini neye bağlıyorsunuz? Bunu yadırgamıyorum. 21. yüzyılda ekonomiden demokrasiye pek çok alana 19. yüzyıl mantığıyla bakmak moda oldu. Dinin ülke yönetiminde kullanımı da bunun bir parçası. Zaten bu anlamda, Mustafa Kemal’in 21. yüzyılda en az 20. yüzyıl kadar güncel olduğunu düşünüyorum. Etrafımızdaki coğrafyanın parçalanmışlığına ve geriye gidişine baktığımızda bunun Türkiye’yi etkilememesi zaten olanaksız. Napolyon’un bir sözü var: “Coğrafya ülkelerin kaderini belirler”. Bizim bulunduğumuz coğrafyada biz ne kadar aydınlığa açılan yolda koşarsak koşalım, laikliği sürekli tartışma konusu yapacak karanlık noktalar var. Uyarıyorsunuz: “İş işten geçtikten sonra, başımızı örtüp saçımızı yolmayalım…” Ne diyorsunuz, kalmayacak gibi saçbaş bu gidişle? Sonrası n’apacağız; kel başa şimşir tarak? Uyarı görevi gerçek aydının en önemli işlevlerinden biridir. Gerçek aydın ülkesinin geleceğine harç taşır. Ama bugünkü moda aydın yapısı geleceğe harç taşımaktan çok bugünkü yapının haracını yemeye dönük. Heyecan Yaşlanmaz, bu anlamda Türkiye’nin aydınlık geleceği için mücadele edenleri selamlamaya dönük. ? erdemoztop@yahoo.com Heyecan Yaşlanmaz/ Mustafa Balbay/ Cumhuriyet Kitapları/ 232 s. 934 SAYFA 5