02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O K U R L A R A Çukurova Kitap Fuarı Çukurova Kitap Fuarı, TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş ve Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından ilk kez düzenleniyor 1520 Ocak 2008 tarihleri arasında TÜYAP Adana Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek fuar İstanbul, Bursa ve İzmir fuarları gibi uzun ömürlü olmasını diliyoruz. Yaklaşık 100 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenecek olan fuar kapsamında söyleşi, panel, şiir dinletisi ve imza günlerinde okurlar yüzlerce yazarla bir araya gelme fırsatı bulacak. 6 gün sürecek olan Kitap Fuarı’na Doğan Hızlan, Ercan Karakaş, Muzaffer İzgü, Demirtaş Ceyhun, Buket Uzuner, Can Dündar, Ayşe Kulin, Nebil Özgentürk, Server Tanilli, Mustafa Balbay, Nihat Behram, Zeynep Oral, Ataol Behramoğlu, Deniz Kavukçuoğlu, Çetin Yiğenoğlu, Cezmi Ersöz, Gülten Dayıoğlu, Selim Temo, Yüksel Pazarkaya, Sennur Sezer, Hikmet Çetinkaya, Sevgi Özel, Salih Bolat, Müslim Çelik…gibi yüzlerce değerli yazar konuk olacak. Çukurova Kitap Fuarı, TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından düzenlenen yurtiçi, yurtdışı eğitim kurumları ve eğitim gereçlerinin yer aldığı Çukurova Eğitim Fuarı ile eş zamanlı olarak hazırlanıyor. Girişin ücretsiz olduğu fuarlar 1519 Ocak 2008 tarihleri arasında saat 10:3020:00, kapanış günü olan 20 Ocak 2008 tarihinde ise 10:3019:00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek. Bin bir sorudan bir ikisi ? Nezihe MERİÇ S TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] orular içindeyiz. Durmadan soruyoruz, ama soruşturamıyoruz. Büyük çoğunluk olarak durumumuzun kimyasına vâkıf değiliz. Soruşturamıyoruz, çünkü, hem bunun yolunu yordamını bilmiyoruz, (kafamız çok karışık) hem de yaşadığımız bu günler, yirmi birinci yüzyılın ilk yılları, bizim için, biz Türkler ve memleketimiz için öylesine birbirine girmiş sorunlarla, çaresini bilemediğimiz, bilsek bile henüz baş edemediğimiz şu kıstırılmış durumumuzla öyle karmaşık ki, dişlerimizi sıkmış, tedirgin, hırçın, tuzumuzu kokutmamaya çalışarak yaşıyoruz. Bu, bin bir soru, bu bin bir sorun, bilgililerimiz tarafından yazılıyor, konuşuluyor, açıklanıyor, irdeleniyor; yıllardır da, ha bire yineleniyor. Gazeteler yazıyor, diyelim büyük çoğunluk okuma yazma bilmediği için, çok etkili olmuyor. Televizyon var. İpnotik etkisi olan bir araç. Hani denir ya, televizyon, sözde halk eğitim aracıymış. Çıplak, güzel, genç hanımlar, kahkahalar içinde sunucular, eli beli tabancalı, vurdu mu yerle bir eden keskin bakışlı genç adamlar, terörlü, mafyalı, ağalı, töreli diziler, göbek havası denilen şakkıdı şıkkıdı oynamalı, göz süzüp, kalça zıplatmalı programlar içinde kaybolan, izlenmesi sakatlanan akıllı uslu programlar araya giderken, nedense artık inandırıcılığına gölge düşmüş haberlerin arasında bu eğitim hikâyesi gerçekleştirilebilir mi? Olmuyor tabii. Osmanlı zamanında, Trakya’da büyük bir fırtına olmuş. Bütün ambarlar yıkılmış, buğdaylar saçılmış. Subaşı, çok sevilen akıllı bir adammış. Hemen posta tatarını çağırmış, vermiş eline bir kağıt, padişaha bir haber yazdırmış: “Devletli padişahım, Fırtına oldu. Ambarlar yıkıldı, buğdaylar saçıldı, netmek gerek?” Herkesin aklı başından gitmiş, ‘eyvah gitti subaşının kellesi’ diye. Haber Saraya ulaşınca, oradakiler de ‘eyvah!’ lanmışlar ama, padişah akıllı bir adammış. Gülmüş. Kağıdı ters çevirtip yazdırmış: Hemen buğdayları sat, ambarları yap! Bizim işimiz de burada düğümleniyor: N’etmek gerek? Çünkü, bizim (biz büyük çoğunluğun) kafamız çok karışık. Çok bilgili değiliz. Şu, “n’etmek gerek” bir çözüm/lenebilse/lense, bir aydınlığın yolu görünse, bir bu sis, bu kara, isli duman kalksa üzerimizden… Her yazar için, yazması için onu dürtükleyen bir neden vardır. Benim ki, bu bin bir sorunun çok küçük bir noktası ama, bir, kibrit ateşinin bir yangın çıkarabilmesindeki gibi bir gücü var. Hepimizin meselesi olma niteliği var. Bir ben miyim hayıflanan. Elbette hayır. (Dünyanın gidişatından, yeni dünya düzeninden haberi olmayanlar böyle konuşurlar işte diye düşünenlere, söylenecek söz var ama, o gün, bu gün değil.) Bütün bu söylediklerimle bir arada, kaç zamandır kafamı kurcalayan bir soru vardı. Ona bir ikincisi eklendi. İlle yazmak istedim: Pek bilinen, pek önem verilen bir kuruluşumuz var. TÜYAP kitap fuarı. Niteliği hakkında söylenecek, övülecek sözlerin yeri burası değil. Her yıl bu kuruluş bir onur konuğu seçer. Törenler, konuşmalar vb. olur. Dergiler, gazeteler yazar, röportajlar yapılır vb. Yalnız, bu onur konukluğunun, neye göre verildiği belli değildir. Yaşa göre mi, değere göre mi veriliyor, üretkenlik mi göz önüne alınıyor, kime neden veriliyor açık seçik anlaşılmaz. Bazıları çok isabetli görünür, bazıları için, “Aa! Buna da neden verildi acaba?” diye sorular, yanıtlar üretilir. Bu yıl bu ödül Nezihe Meriç’e verilmek istendi. Nezihe Meriç reddetti. Kabul etmedi. Kimse de çıkıp nedenini sormadı. Sorulsaydı, “Ben elli beş yıldır edebiyat dünyasındayım, bu seçiciler kimlerse onlar nerelerdeydiler?” dediğini ve reddediş nedenlerini açıklardı. “Şu onur konukluğunun verilmediği kimse kalmadı da, ben gelmişim seksenime, şimdi mi aklınıza geldi? Hayır, efendim, Kabul etmiyorum” dediğini anlatırdı. Sorulmadı. Bir ikinci mesele, haber niteliği taşıyan bu durum, öylesine önemsenmedi ki, hiçbir yerde duyurulmadı, mesele edilmedi. Yazılıp çizilmedi. Neden? Memleketin seçkin bir kuruluşunun önerdiği onur konukluğunu, elli ellibeş yıldır sanat dünyasının içinde yaşayan, seksenlik bir yazar kabul etmiyor. Neden? Bundan âlâ haber mi olur. Bilenler bilir ki, Nezihe Meriç başlangıcın dan bu yana hep baş kaldırır. Teklifler geldiği zaman hep nedenini soruyor. Son dört beş yıldır da, yoğun olarak altını çiziyor; artık her şey yenilenmeli, artık alışılmış, laçkalaşmış durumlar, hiç bir kıymeti harbiyesi kalmamış ödüller, ödüllerin veriliş biçimlerindeki gelişigüzellik değişmeli, yenilenmeli, (bazı değerli seçicileri elbette ayırıyoruz) diye ısrarla yineliyor. Bir çok röportajı, nedenlerini açıklayarak kabul etmiyor. “Yazarı okuyun, inceleyin, kafanızda oluşan sorularla gelin. Bu basmakalıp sorulardan gık geldi” diyor. Televizyona da yıllardır baş kaldırıyor. Ekrana çıkmıyor; onun da nedenlerini bir bir açıklıyor. Peki ne oluyor? Hiç! Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış. Kimse kimsenin yazısını okumuyor ki haberi olsun. Kimse sorular sormuyor. Zaten bu aldırmazlık, bu ekmek kavgası, gelecek korkusu içinde sanat, kimsenin pek umurunda değil. Bir de kalkar memlekette sanat eğitiminin düzeysizliğinden söz edince, küplere binerler. Gençlerin dediği gibi, ‘hadi ya’... Bir örnek daha: Memleketimizde ilk kez, bir kentimiz, Mersin ilimiz, Mersin, Sanayi ve Ticaret Odası’nca düzenlenen bir edebiyat ödülü verdi. Edebiyat ve sanatın böylesine bir köşeye itildiği, sanatçının böylesine adının sanının gölgelendiği, sanatçı adı verilen pek çok niteliksiz kişinin baş tacı edilip, övgüye, paraya pula boğulduğu böyle bir dönemde, bir kentin sanata, sanatçıya el vermesi övülecek, alkışlanacak, uzun uzun yazılıp duyurulacak bir haber değil midir? Öyledir. Peki bu yapıldı mı? Hayır? Çıt yok. (bir iki gazete haberini saymazsak) Oysa, günlerce gazetelerin dergilerin manşetlerini süsleyen, ayıp, bayağı, pislik bulaştırıcı, haberler, gece kondu semtlerinden dağ başlarına değin memleketi dolaşıp seviyesizlik, ahlak bozukluğu, yayarak, televizyon ekranlarında, gazetelerde, aylarca haber oluyor. Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’nü değerlendirme kurulu, Nezihe Meriç’e verdi. Nezihe Meriç de baş üstünde kabul etti. Peki neden? Nezihe Meriç, TÜYAP’ın onur konukluğunu reddedip bu ödülü neden kabul etti? Çünkü bu ilk kez yapılan, bir kenti onurlandıran, yeni olan, değişime yol açan bir davranıştı. Çünkü değerlendirme kurulu yazara ve kamuya ödülün veriliş gerekçelerini açıkladı. İstenen de bu zaten. Bu kadar açık. Bu bin bir soru öyle yoğun, öyle karmaşık, öyle yaşamayı bulandırmış, sevinci, güzelliği, mutluluğa giden yolları tıkamış durumda ki, dünyayı şaşırtmış olan, neredeyse yüzyıla erişecek bir Atatürk enerjimiz, bir Atatürk mucizemiz olmasına rağmen, hala şu “n’etmek gerek” ortalarda dolanıp duruyor, çözümsüzlük içinde. Sanki bizim akıllı, iyi eğitim görmüş, pırıl pırıl gençlerimiz, adamlarımız yokmuş gibi. Sanki biz üstümüze çöken bu karanlıktan çıkmayı bilemezmişiz gibi. Sanki bu karanlık, aklımızı yok edebilirmiş gibi. Düden denilen bir olay vardır. Bilmeyenler bilenlere anlatsın. Anlatsın da aymazların dudağı uçuklasın. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk? Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız ? Yayın Yönetmeni: Turhan Günay ? Sorumlu Müdür: Güray Öz ? Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı ? Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. ?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişliİstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 ? Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş. 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna İstanbul Tel:0 (212 454 30 00 ? Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden / Reklam Müdürü: Eylem Çevik? Tel: 0 (212) 251 98 74 75 0 (212) 343 72 74 ?Yerel süreli yayın ? Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 934 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle