Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mustafa Balbay’la “Heyecan Yaşlanmaz” üzerine... ‘Asıl olan biziz’ Mustafa Balbay, diğer araştırma kitaplarından farklı olarak, deneme türüne yakın, biraz da anısal öğelerle bezediği yazılarını derlemiş bu kez. Kitabın adını da “Heyecan Yaşlanmaz” koymuş. Balbay, ‘Ak saçlı gençleri’ de işin içine katarak, heyecanı her daim var ediyor. Kimi zaman yitirdiğimiz aydınlarla anılarını paylaşırken, kimi zaman da dilsel oyunlar eşliğinde mutlu anlar yaşatıyor bizlere. Balbay’la yeni kitabını konuştuk. ? Erdem ÖZTOP ayın Balbay, yeni kitabınızın adını “Heyecan Yaşlanmaz” koymuşsunuz. Adı geçen denemenizde şöyle bir söz var: “En büyük tehlike, geriye gidişin hızı değil… Heyecanı yitirmektir…” Bir heyecan yitimi mi sezinliyorsunuz Türkiye’nin hal ve gidişatından? Heyecan yitimi ya da kazanımından çok, asıl olanın heyecan olduğunu vurgulamak istedim. İnsanın içinde yapma, başarma, ulaşma heyecanı olduğu sürece önündeki engelin boyutlarının önemi yoktur. Asıl olan biziz. Bunun altını çizmek istedim. Heyecan yaşlanmaz, ama söner. Sönebilir. Bizim insanımızda bazen heyecanın da ortası olmuyor. Her şeyi bir günde başarma heyecanıyla, “bizden adam olmaz” çözümü art arda yaşanabiliyor. “İnsan da büyüdükçe kendini budayabilse…” Kendini geliştirmeyen, kendisiyle yüzleşemeyen insan da bir nevi heyecanını ister istemez söndürmeye başlamış olur, öyle değil mi? Aynen öyle… Heyecan gürül gürül akan bir ırmaksa, sözünü ettiğiniz kendini geliştirme olgusu da o ırmağın üzerinde kurulan barajlar ya da ondan beslenen topraklar… Bir başka anlatımla… Çok yetenekli, ciğerleri, kasları koşuya çok uygun bir atleti düşünün. Eğer içinde başarma heyecanı yoksa, yeteneğin hiç değeri yoktur. Asıl olanın insanın içindeki heyecan olduğunu düşünüyorum. Ama nasıl bir heyecan? Akılla örülü, hedefe yönlendirilmiş, bilinçli bir heyecan. Örneğin, 2007 yılına baktığımızda, iki gerçek var: Birincisi, nisan ayındaki Cumhuriyet Mitingleri; ikincisi, 22 Temmuz seçimleri. Kimileri, milyonlarca kişi bir araya geldi, heyecanla meydanları doldur da ne oldu, diye düşünüyor. Kesinlikle böyle bakmamak gerekli. Heyecan, yönü varsa üretkendir. Nasıl ki, rotası olmayan gemiye hiçbir rüzgârın faydası olmaz; yönü olmayan heyecan da sonuç verici olmaz… Bu anlamda, gerçekçi iyimserliği işlemek istedim kitabımda. SAYFA 4 S Kitabınızı sondan konuşmaya başladık; öyle devam edelim: Son bölümün adı ilginç: “Ağaçlama”. Nasıl türedi bu ad? Aslında bu kitap, ileriki yıllarda üretmeyi planladığım 45 ayrı deneme dalının başlangıç özelliklerini içeriyor. Bunlardan biri de ‘ağaçlama’. Böyle bir tür yok elbet. Ama kitapta yer alan “Balbay’ın dili” bölümünde aktardığım gibi, Türkçeyi kullanma biçimim okurun ayrıca dikkatini çekti. Bundan cesaret alarak yeni sözcükler, yeni anlatım başlıkları üretebilirim diye hayal ediyorum. Ağaçlama bunlardan biri. Pek çok kişi gibi ben de doğayı çok severim. Sadece sevmekle kalmam, ayrıca gözlemlerim, doğanın akışından dersler çıkartırım. İnsana ait hemen her şeyi bir ağaç üzerinden anlatabilirsiniz. Söz aramızda pek çok ağaç dostum vardır benim. Onlara sık sık uğrarım. Eğer mevsim değişikliklerinde, onların da görünüm değiştirdikleri bir anda gitmişsem, onlarla konuşmaya şöyle başlarım: Ben geldim sevgili ağaç, bağrında bana bir ağ aç… “Ağaçlama” bölümündeki denemelerde, ağaçlara ilişkin gözlemlerden hareketle doğa sevgisi ve insan sevgisine vurgu yapıyorsunuz: “İğde ağaçları kışın saklambaç oynar, yazın köşe kapmaca…” Hayata karşı bu pozitif duruşu nasıl elde ettiniz ve bu duruşu hayatınızda devam ettirmeyi nasıl başarıyorsunuz? Özünde iyimser bir kişiyim. İçi boş bir iyimserlikten söz etmiyorum. İnsan eğer kendisine bir hedef seçmişse, o hedefe bütün gücüyle yükleniyorsa, arada bir olumsuzluklar yaşasa bile, hedefteki ışığı hep görür. O ışık yolunu aydınlatır. Örneğin üniversiteye kaydolduğumda kendi kendime şöyle demiştim: “Oğlum Balbay, bu okulu birinci bitir…” 4 yılın sonunda birinci bitirdim. Çok sevdiğim bir arkadaşım, benim hedefler seçip ulaşmama bakmış, “Balbay senin sakin görünüşünün altında müthiş bir enerji var” demişti. Bardağın yarısı boş yarısı dolu türünden bir anlatımdan da söz etmiyorum. İnsan eğer isterse, bardağı da bulur, suyu da bulur, bir güzel doldurur… İlle de elde bir şeyin olması gerekmez. TAŞRA RUHU Geçen yıldan bu yana, çıkan kitaplarınız üzerine konuşmalarımızda, çocukluğunuza vurgu yapıyorsunuz. Bir denemenizde gene değinmişsiniz: “Çocukluğum Toroslar’ın eteğinde, Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı, Salda Gölü’ne 20 kilometre uzaklıktaki Güney köyünde geçti.” Bir köy çocuğusunuz… Bir taşralısınız özünde! Az önce bahsettiğim pozitif tavır, bu toprağın kokusu içinize işlediğinden olabilir mi? Çok güzel tarif ettiniz. Beni aldınız yeniden çocukluğuma götürdünüz. İlkokul 3. ya da 4. sınıfta olmalıyım… Köyümüzde, kıyısında artezyen kuyusu olan sulama havuzlu bir tarlamız vardı. Yaz tatillerinde en büyük mutluluğum gün doğmak üzereyken yola çıkıp güneş bir insan boyuna ulaşmadan tarlaya varmaktı. Çok severdim o anı. Güneş havuza vurur, ışıklar tatlı tatlı dalgalanırdı. Biraz seyredip suyu açardım. Başlardım suyu izlemeye… Arkın içindeki tümsekleri aşa aşa ilerlerdi. İri toprak gövdeli domates fidelerinin önüne gel diğinde duraklardı. Su önündeki engeli aşacak düzeye gelinceye dek yükselir, sonra toprağı aşar, yoluna devam ederdi. Suyun bu yolculuğunu kaç kez izlediğimi anımsamıyorum. O çocuk aklımla şöyle düşünmüştüm: Asıl olan suyun akması. Su aktıktan sonra önündeki engel büyükmüş, küçükmüş, önemli değil. Zaman içinde aşar. Bu benim bir anlamda yaşam felsefem oldu. Asıl olan insanın kendi içindeki enerji, yaşama sevinci, başarma duygusu. Eğer insanda bu duygular varsa önündeki engelin büyüklüğü ikincildir. Buna iyimserlik de diyebilirsiniz, pozitif bakış da; ama ben doğayla birlikte diyorum. Kitabınızın başına dönelim… Ama öncesinde merak ettiğim bir konu var: Cumhuriyet gazetesinde günlük köşe yazarlığında, on beşinci yıla gireceksiniz. Nasıl bir değerlendirme ilk başladığınız günden bugüne? 1993’te Ankara temsilcisi olarak, İstanbul’dan yeniden başkente döndükten kısa bir süre sonra günlük yazılar yazmaya başladım. Önceleri Notlar diye yazıyordum, sonra adını koyduk, Gündem oldu. 1994 başında İlhan ağabey (Selçuk) bir Yayın Kurulu toplantısından sonra beni odasına çağırdı ve şöyle dedi: “Balbay yazıların güzel, anlaşılır ve berrak bir üslubun var. Böyle devam et”. O an hamamda tas görmüş Arşimet gibiydim. Uzun ve güzel bir yolun başında hissettim kendimi. O günden bu yana günlük yazılarımı olabildiğince sorgudan geçiriyorum. Anlaşılır olmak, insanlara ulaşabilmek ve Türkçeyi güzel kullanmak. Bunlar başlıca kaygılarım. Heyecan Yaşlanmaz kitabını da bu yazılardan bir bölümünün gazete arşivlerinin arasında kalmaması için düşündüm. Gençler… Denemelerinizde sıkça söz edersiniz onlardan. Anlaşılan umutlusunuz! Ama bir yerde de Ahmet Taner Kışlalı’dan gözlem yaparak, onun gittiği panellerde gençleri göremeyince suratının asıldığını belirtirsiniz… Buna, şimdilerde kendi panellerinizde tanık oluyor musunuz örneğin? Sözün özü, nasıldır gençlerle diyaloğunuz? Ben gençliği sadece yaşa dayalı bir tanım olarak düşünmüyorum. Söyleşilerde salon kalabalık ve coşkuluysa, orta yaşın üzerindeki insan sayısı fazlaysa, “her yaştan gençler” diye başlarım söze. Yakın geçmişte meydana gelen bir olaydan söz ediyorsam, “salondaki ak saçlı gençlerin anımsayabileceği gibi” derim… Bütün bunların yanında genç yaştan gençler elbette çok önemli. Onların heyecanı, özveri duygusu yaşın da getirdiği coşkuyla çok daha fazla. Yeterli mi? Değil… Ama ben yeterliyetersiz duygusundan çok, elde ne var, ona bakıp onun üzerinden hareket etmeyi yeğlerim. Bu bağlamda üniversite gençliğinin yüzde 5’inin son derece yurtsever, ülkesi için kafa yoran bir yapıda olduğunu düşünüyorum. Onlarla diyaloğum çok iyi. Örneğin; her ayın belli günlerinde randevulaştığımız gruplar var. POPÜLER AYDIN Öldürülen aydınlarımızı yazmışsınız kitabın ilk bölümünde. Çok önemli bir tespit yapıyorsunuz, Uğur Mumcu’nun niçin öldürüldüğüne ilişkin: “Türkiye’deki ulusal değerleri ve çıkarları düşünen aydın yapısının erozyona uğramaKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 934