Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“Son Büyük Kuşatma: 1453'' Büyük kentin gerçek öyküsü 'Son Büyük Kuşatma: 1453' hem ilginç hem de önemli bir kitap. Tarihin bizim açımızdan dönüm noktası oluşturmuş bir kesitini tüylerimiz huşu ile diken diken olmak zorunluluğu hissetmeden, ama birçok şeyin inceliklerine daha fazla vararak okumamızı sağlıyor. 'Bu tarihin kapsadığı olayları yakından görmemiş olmamdan ötürü, doğru malumatı konuyu bilenlerden almak düşüncesiyle çok emek harcadım. Yazış ve anlayış tarzım beğenilmediği takdirde, bu önemli görevi yapmayı benden daha ziyade iktidarı olanlara bırakırım.' GÖREVİ ÜSTLENEN KİM! rek tarihyazıcı Kritovulos'un Fatih Sultan Mehmet'e ithaf ederek yazdığı Cihan Fatihi adlı kitabın kapanış bölümünde yukarıdaki ibare yer alır. Ve ilk bakışta yazarın, sert, değişken mizaçlı sultanın karşısında kendini garantiye alma amacını yansıtır gibi algılansa da, bir anlamda tarih bilinci, hatta kendinden sonra geleceklere meydan okuma taşır. Ve eğer öyleyse, modern çağlara kadar bu tavrın karşısına hem nesnellik hem de bilimsellik iddiası öne sürerek çıkan fazla tarihçi olmamıştır. Üstelik alıntının yapıldığı kitap geçerli bir kaynaktır ve dönemi sonradan inceleyen kimileri tarafından sık sık referans olarak kullanılmıştır. Öyleyse neden Kritovulos'un daha fazla kaynağa ulaşabilecekleri düşüncesiyle göreve çağırdığı ardılları bu önemli konuya olması gerektiğinden uzak durmuştur? Sorunun yanıtı, mutlaka çift başlık içermesi gereken olgunun, yani İstanbul'un Fethi/Konstantinopolis'in Düşüşü olgusunun bütününü nesnel bir şekilde ele alma gereğinde yatar. Son tümceden anlaşılabileceği gibi, 29 Mayıs 1453 günü bir dünya imparatorluğunun tarihten silinişini, diğerininse kendini kanıtlayışını belirleyen dönemeci işaretlemiştir, ama o dönemecin öncesindeki uzun yol göz ardı edilerek anlatılması olanaksızdır. Konstantinopolis'in bir uygarlıktan ötekine geçişi tarihte bir eşik olarak duruyorsa, bu kritik duruşu oluşturan sadece fetih olgusunun kendisi değil, önceki (hiç değilse) dört yüz yıllık süreç ve hatta sonrasıdır. Tarihte imparatorluklar genellikle yok olma sürecini parçalanarak tamamlar. Doğu Roma ise, parçalandıktan sonra epeyce bir süre direnerek yıkılmış, tek bir kent ve çevresindeki bir avuç toprağa indirgenmesine karşın hem Doğu hem de Batı uygarlıkları tarafından 'imparatorluk' olarak kabul edilmeye devam etmiştir. Bunun başlıca nedenleri eşsiz konumu, Katolik ve Protestan kitleler arasında eşik oluşturması, Roma İmparatorluğu’nun varisi kabul edilmesi, Batı'nın kabullendiği anlamda imanın, yani Hıristiyanlığın İslam karşısındaki aşılmaz son engelini oluşturmasıdır. 'BİN YILDAN BERİ AYAKTAYDI VE 53. GÜNDE DÜŞTÜ.’ Bu önemli olguyu (böylesine abartıyla kısaltarak olmasa bile) özetleyivermek, ya da sırf taraflardan biri açısından anlatmakla yetinmek kabul edilebilir mi? Günümüzde elbette ki tarihsel olguları farklı ele alıyor, onları nedenleri, gelişimleri ve sonuçları yönünden değerlendiriyoruz. Ama aynı topraklar üstünde yaşayan insanlar olarak Konstantinopolis/İstanbul gibi önemli bir örnekte bunu layıkıyla yapmayı başardık mı? Fethi öven, hatta putsallaştıran yapıtlar vermenin üstesinden geldik, ama kaynakları derleyip o 'çağ değiştiren' olgunun gerçek öyküsünü yeniden yazmaya hiç değilse çaba gösterdik mi? Hayır, daha çok Fatih'in annesinin kökeni, gemilerin karadan yürütülüp yürütülmediği, Osmanlı ordusunun kaç kişiden kurulu olduğu, Konstantinus'un savaşırken mi, yoksa kaçarken mi öldürüldüğü gibi doğrulanması tarihsel bütünlük açısından fazla şey ifade etmeyecek tartışmalara saplanıp kaldık. Roger Crowley (her ne kadar tarihçiliğe soyunmak gibi bir amaç kovalamasa da) Son Büyük Kuşatma: 1453 başlıklı kitabında bize sanki bambaşka bir önermede bulunuyor. Bizans İmparatorluğu'nu ve yeni palazlanmaya başlayan Osmanlı Devleti'ni karşı karşıya koyup, önce o noktaya nasıl gelindiğini özetliyor, sonrasınıysa (tanıklardan ve tarihyazıcılardan yaptığı doğrudan alıntılarla) akıcı bir dille anlatıyor. Onun için gemilerin Galata sırtlarından mı yürütüldüğü, yoksa Kasımpaşa'da mı imal edildiği can alıcı önem taşımıyor, çünkü sonuçta hepsi 21 Nisan sabahı Haliç'te ortaya çıkıyor ve kara surlarında yığılı savunmacıları hatlarını iyice yaymaya, Galata'daki Cenevizleri olabildiğince tedirgin etmeye yetiyor. Fatih'in annesinin Avrupa kökenli bir cariye olabileceği iddiası yazara o kişinin Türklüğünü sorgulama fırsatı değil, eşsiz yeteneklerini ve başka birçok şaşırtıcı yanını genetik zenginlikle açıklama yolu sunuyor. Bin yıllık geçmişinde daha önce onlarca kez kuşatmaya uğramış bir kentin düşüşü, başlı başına ne aralık bırakıldığı söylenen bir kapıya bağlanıyor ne de kahraman bir Yeniçerinin başını çektiği bir avuç gaziye mal ediliyor. Yazar yaşandığı dönemde ve sonrasında hiçbir Osmanlı tarihyazıcısının (Tursun Bey de dahil olmak üzere) ayrıntılı kaydını bırakmadığı bu olguyla ilgili şifrelerin kırıldığını mı iddia ediyor? Hayır. Sadece var olan kaynakların hepsini toplayarak bir havuz oluşturuyor ve yaşananların en olası halini bizlere sunuyor. Başpiskopos Leonard şiddetli bir Müslüman ve Ortodoks karşıtı olabilir, ama tavrıyla bize dönemin dinsel iklimini kusursuz yansıtıyor; Nestor İskender köyünden devşirilip Müslüman yapılmış ve kuşatma başlarken Konstantinopolis'e kaçmış Sırp kökenli bir Yeniçeri olabilir, ama surlardaki mücadelenin en renkli ayrıntılarını bize o anlatıyor; Nicolo Barbaro Boğaz'da batırılan ilk gemiden kurtulan denizcilerin kazığa vurulmuş cesetlerini dehşetle izleyip bunu barbarlık kabul etmiş olabilir, ama sürecin en güvenilir tarihsel ve maddi kayıtlarını o yazıyor. Yani Son Büyük Kuşatma: 1453, beş yüz elli yıldan bu yana biriken bilgileri, basılan ve çeşitli dillere çevrilen vakayinameleri, tarih kayıtlarını dedektif titizliğiyle çözümlüyor, ayıklıyor, yaşanan olguyu en akla yakın ayrıntılarıyla sergiliyor. çeceği okuyucunun kendisine bırakılmış. ROMAN AKICILIĞI... Tarihi, özellikle de belirleyici parametrelerin o denli baskın olduğu bir kesitini roman kıvamında okunabilir bir şekilde aktarmak kolay iş olmamalı. Ama Roger Crowley 'Karanlık Kilise' başlıklı, Katoliklik ile Ortodoksluk arasındaki kopukluğun geçmişini özetlediği bölümde bile bunun altından kalkmayı başarmış. Son Büyük Kuşatma: 1453 bu yönüyle hem ilginç hem de önemli bir kitap. Tarihin bizim açımızdan dönüm noktası oluşturmuş bir kesitini tüylerimiz huşu ile diken diken olmak mecburiyeti hissetmeden, ama birçok şeyi inceliklerine daha fazla vararak okumamızı sağlıyor. Fetih ordusu İstanbul'u yağmaladı mı? Evet, çünkü bir ortaçağ ordusunun aldığı kentte yapacağı ilk şey buydu; üstelik ganimet almak meşru idi, dahası Kuran'da yeri vardı. Konstantinopolis ilk kez Fatih'e mi düştü? Hayır, 1204 yılında başını Venediklilerin çektiği Haçlılar ani bir kararla kenti aldı ve katırlarla girdikleri Hagia Sophia'da kadın oynatmaya varacak vahşetle yağmaladı. İstanbul'un ilk patriği kimdi ve neden Fatih tarafından arandı, bulundu, göreve getirildi? Kuşatmada her iki tarafta da önemli roller üstlenen kişilere, Konstantinopolis'in anıtlarına sonra ne oldu? Roger Crowley bu sorulara yanıt verirken, 'çağ değiştiren' o olgunun sadece öncesini ve gelişimini anlatmıyor, ertesini ve sonuçlarını da özetliyor. Ve sonra şöyle diyor: 'Ayasofya'nın ilk kez 29 Mayıs 1453 günü kırılarak açılan büyük pirinç kapılarından geçip, İsa'nın bir elini kutsayarak kaldırdığı mozaiğin önünden yürüyebilir ve hâlâ 6. yüzyıldaki kadar hayranlık verici olan bir mekâna girebilirsiniz. (…)Vapurlar Boğaz'ın girişine doğru arkalarında köpükler bırakarak doğudan gelir, deniz savaşının yaşandığı Sarayburnu'nu dört Hıristiyan gemisinin dümen suyunu izler gibi geçer, şimdi başka bir çelik engelle, Galata Köprüsü ile kapatılmış olan Haliç'e girmeden önce rüzgâra döner. Haliç içindeki sonraki durak, Fatih'in gemilerini karadan ilerletip sakin sularına birer birer indirdiği Kasımpaşa, yani Soğuksu'dur. Şimdi Rumelihisarı olarak anılan Boğazkesen ise, Boğaz kıyısındaki hızla yükselen arazi üstündeki konumunu korur ve denize en yakın (…) kulenin üstünde Türk bayrağı ışıldayarak dalgalanır.' Son bölümden yapılan bu kısa alıntı İstanbul'a yönelik bir yürek çarpıntısı yansıtmıyor mu? Ama öyledir İstanbul; Kızılelma'dır o. Kimini daha on yedi yaşında fetih emellerine yöneltir, kimini doğru tarihi bilinsin diye uğraşıp kitap yazmaya. Yazanların eline sağlık olsun; her sabah günün ilk ışıklarıyla kentin yüreğine akıp onu yeniden fethetmek zorunda olanlara kolaylıklar gelsin. Ve aralarında bazıları o büyük kentin gerçek öyküsünü okusun. ? Son Büyük Kuşatma:1453/ Roger Crowley/ Çev: Cihat Taşçıoğlu/ April Yayıncılık/ 364 s. KİTAP SAYI 908 G Roger Crowley TEKERLEĞİN YENİDEN KEŞFİ, İSTANBUL’UN TEKRAR FETHİ Ve değerlendirmenin bu aşamasında bir anlamda başa dönüyoruz: Konstantinopolis'in Düşüşü/İstanbul'un Fethi söz konusu olduğunda bu tavır neden bunca yüzyıl boyunca (gerektiği kadar) kabul görmedi? Yazarın da önemle vurguladığı gibi, tarihimizde ikonik yer tutan bu olgu neden söylencenin sınırlarını zorlayan ifadelerle, hamasi nutuklarla süslenen anlatımlarla anılmaya mahkum edildi? Bir şekilde gelip İstanbul'a yerleşmiş milyonlarca insan her sabah aynı fetih cümbüşünü yaşarken o kentin gerçek geçmişini hâlâ neden bilmiyor? Aslında bunlar Roger Crowley'in kendini açıklığa kavuşturulmaya memur hissettiği sorular değil. O bir dönem yaşadığı, eğitmenlik yaptığı, sürekli ziyaret ettiği ve kuşkusuz çok iyi bildiği İstanbul'un gerçek ve eksiksiz öyküsünü anlatmaya çalışmış. Ve kitabını satır aralarına da dikkat edilecek okunacak olursa (gözümüzü başka yöne kaçırmamıza neden olabilecek kadar) ayrıntılı bir çalışmayla yazmış. Bu kararlı ve ısrarlı tavır kitabın Türkçede yayımlanma aşamasında da ayrı bir çaba gerektirmiş olmalı, çünkü tanıkların yazdıklarından yapılan alıntılar cümle yapısını ve akıcılığı kopartmadan farklı yazı karakteriyle basılmış, hepsinin kaynağı ekte belirtilmiş. Böylece roman akıcılığında bir okumayı mı, yoksa duralayıp kaynakları araştırarak yapacağı bir çalışmayı mı se SAYFA 8 CUMHURİYET