18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... İlhan Berk’ten seçilmiş şiirler tetik bir biçimde ve sanatsal olarak anlatılamazsa o eser gerçek anlamda diğer dile aktarılmış olmaz . Bu durumun sonucunda da, çevrilen metin kendi özgün dilindeki özelliğini yitirir ve zevksiz bir duruma gelir. Hele hele çevirisi yapılan metin şiirse çeviri daha da fazla dikkat gerektiriyor. Şiir çevirisini bir şairin yapması, çeviri açısından olumlu bir şey; ancak çevirmen her iki dile de egemense ve şiire gönül vermişse bu tip çevirilerin üstesinden kolaylıkla gelir. İlhan Berk’i kapalı şiir yazdığı için, anlaşılması zor bir şair olarak biliriz. Söz ve anlama dayalı gerçekçi şiir yerine, imge ve estetiği ön planda tutar. Biçeme önem verir ve okuyucusunun sezgilerine seslenir. İlhan Berk’in bu tarzda yazmayı yeğlemesi ise çevirmeni zora sokan bir özellik çünkü onun şiiri, dil ve biçemdir. Değişik üslup ve teknikler uygulamayı, dili bozmayı ve yeniden yaratmayı, yapısını değiştirerek oynamayı her zaman sevmiştir. Onun şiirlerini çevirmek pek de kolay olamasa gerek. Ancak George Messo bu zorlu işin üstesinden gelmeyi başarmış. George Messo yıllarca Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmış. Türk eşiyle, Türkiye’de yıllarca yaşamış ve çalışmış olması, hem Türkçeye hem de Türk kültürüne ve diline hâkim olmasına neden olmuş. Bu durum da onu başarılı bir çevirmene dönüştürmüş. İlhan Berk ? A.Şebnem BİRKAN* Ç eviri sadece bir dilden öbürüne kelimeleri ve anlamları aktarmak değildir. Çeviri bir dilde söylenmek isteneni, içindeki anlamlarına ek olarak duyguları, kültürü ve söylenmek istenen şeyin tam karşılığını o dildeki ağızla, yerine göre deyimle, atasözüyle veya deyişle çevirmektir. Edebiyatta çeviri birçok açıdan çok önemli, çünkü edebi bir eseri çevirirken yazarı tarafından ifade edilmek istenen anlamın ve duyguların tümü es ÇEVİRİ YÖNTEMİ Seçme Şiirleri öncelikle İngilizce çevirisinden okudum. İlhan Berk’in şiirindeki duyguları ve anlamı sezdirdiğini, imgelemeleri ise son derece uygun kelime ve deyişlerle ifade ettiğini fark ettim. Daha sonra şiirleri Türkçe aslıyla karşılaştırmalı olarak okudum ve çevirilerdeki kelimelerin oldukça yerinde kullanıldığına tanık oldum. İlhan Berk’in söylemek istediklerini İngilizce’de yeniden yaratmayı başarmış. Şiirler adeta İlhan Berk tarafından İngilizce yeniden yazılmış gibiydi.. “A Leaf About To Fall” daki şiirlerin içinde, İngilizce’ye aktarılabilecek özellikte olanların seçildiği göze çarpıyor. Tüm şiirler aynı başarıyla çevrilmiş özellikle SaintAntoine’in Güvercinleri, Deniz Kitabı, Teşekkür, Kızılırmak, Ölü Bir Ozanın Sevgili Karısını, Güzel Bir Irmak, Kayıp Oğlunu Arayan Bir Baba İçin Şiir, Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum içlerinde en güzelleri … Birkaç örnekle çevirilerin ne kadar aslına uygun ve aynı anlamı veren tarzda çevrildiğini görebiliriz; Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum adlı şiirdeki ilk dize “Güneş cebimde bir bulut peydahladı”nın şöyle çevrildiğini görüyoruz: “The sun fathers a cloud in my pocket”, gene aynı şiirden, “Terziler çıracısı Hermüsül Heramise”nin pöstekisi her bahar ayaklanırdı” ise “The tailors” lamplighter Hermusul Heramise’s goatskin rose to its feet every spring” olarak çevrilmiş. Buradan da anlayabiliyoruz ki birçok zorluklar içeren bu dizeler çok yakın anlamlar verilerek çevrilebilmiş. Kitap başından sonuna başarılı çevirilerle dolu, tabii ki George Messo’nun seçtiği şiirlerin de bu duruma katkısının olduğu kuşkusuz, çünkü İlhan Berk’in eminim bütün şiirleri bu kadar ustaca ifade edilemeyebilirdi. Şiir kitabına genel olarak baktığımızda George Messo’nun Türkçeye çok egemen olduğunu ve çevirisini yaptığı her şiire, aslına uygun duygu ve imgelemi yerleştirmeyi başarmış olduğunu görüyoruz. İngilizcede de eş kullanım olan kelime ve deyişleri tam ve yerinde ifade etmiş. İlhan Berk gibi özgün ve farklı bir şairin, Türk edebiyatına damgasına vuran şiirlerinin dünyaya açılması çok önemli ve olumlu bir gelişme Türk şiiri için. George Messo’yu bu şiirlerin çevirisindeki başarısından dolayı kutluyorum. ? [email protected] (*) İTÜ İngilizce Okutmanı Unutma Defteri Unutma, bireyin patolojik hallerinden biriyle de açıklanabilir, ama böylesi durumlarda bilinçdışılığın kişide belirleyici olduğu izlenir. Oysa Şükrü Erbaş, bilinçdışılığa bırakmıyor kendini. Tersine, bilincin ışıltısı parlıyor sözcüklerde. Nereden mi çıkarsıyorum bunu, “defter”in belleğe ilişkin oluşundan. Kaldı ki şairin, asıl yüzleştiği bellektir. Belleğin, “gerçeği yeniden ele geçirme” (Proust) gibi bir yönelimi olduğunun ayırdındadır şair. Belleksizliğe karşıduruş diye de söyleyebilirim. Defter, hem sözlü hem yazılı kültürde metaforik bağlamlar kazanmış bir sözdür. “Defterini dürmek” yahut “defterden silmek” anlamlarından çok, “defter tutma”ya yönelik gibi geliyor bana bu. Defter ile “bellek”in yan yana, iç içe oluşuyla da şairin, “bellek tazeleme” gibi bir yönelişte olduğunu çıkarsayabiliriz. Şükrü Erbaş bu kitabında doğa, yalnızlık, ölüm gibi izlekler aracılığıyla dinginliğin, sakin bir bilgeliğin söz atlasını açıyor. En yalın olandaki içrekliği, küçük harflerle fısıldıyor bize. “Çıplak ayaklı sözler” aracılığıyla, “bütün zamanları yaşadım” diyebilen bir bilgeliktir bu. Onun bilgece tavrını hazırlayanların başında doğa geliyor. Doğa hem yoldaş hem öğreticidir: Nitekim, “Sen ey doğa… büyük yazgısı insanın. Senden öğrendik zamanın acısını” demektedir. Sürdürüyor izlenimlerini: “Gökyüzü ay çıkınca vardır”, “balkonlar rüzgâr harmanı”dır, atkestaneleri “bir kenti gölge masalına çevirir”, “sabah değil yapraklanan deniz”dir, “sessizliğe uyanan dağ yatakların gamzesi”dir, “pürenler, mersinler, sarısabırlar… güneşin yalnızlığa bağışı”dır ve “taşların dayanma gücü”nün fısıltılarından “zamanı öğrenen” şair, doğanın arındırıcı gücünü kitap boyunca duyurur bize. Şöyle de söyleyebilirim: Bilge olan, kendinden daha bilge olanla sessizlik diliyle konuşur ki, Şükrü Erbaş, doğayı öylece algılıyor işte… Bunun için, pastoral bir görkem olması nedeniyle “Kamaşma”yı örnek vermek istiyorum. “Kamaşma Sabah değil bu. Yapraklanan deniz. Sürmeli ağaçlar. Kuşların ayini. Bahçe sevinci. Sessizlikten sessizliğe uyanan dağ. Yatakların gamzesi. Ekmek kokusu. Camlarda buğulanan iki beden. Gülhatminin küpeçiçeğine armağanı. Sokağın yürümesi. İnsanın dünyaya bir daha inanması. Takaların kıyıya boşalttığı ay ışığı. Tarlalarda başaklanan ? ? Ahmet TELLİ Ş ükrü Erbaş, Unutma Defteri adını vermiş kitabına. İnsanın rahatını kaçıran, tedirgin edici bir ad bu. “Unutmak” sözü de, “defter” sözcüğü de, hem bireysel hem toplumsal yaşantı haritamızdaki derin oyukları, uçurumları, vadileri, orman yangınlarını ve daha nice kederlerle umutları işaretliyor. Bu işaretler, yeniden kayda geçiriyor dünü ve bugünü. Marc Auge, “Anılar, tıpkı kıyı çizgisinin deniz tarafından şekillendirilmesi gibi, unutma yoluyla şekillendirilmiştir” diyor ve ekliyor: “Unutma, belleğin gücü, anı ise ürünüdür.” (Unutma Biçimleri) SAYFA 22 Şükrü Erbaş CUMHURİYET KİTAP SAYI 908
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle