21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yavuz Özdem'le “İstanbul Yolcusu Kalmasın” üzerine konuştuk... Şiir bazen ürküntü veren bir güçtür Yavuz Özdem yatağında sessiz sakin akmayı sürdürüyor. ‘İstanbul Yolcusu Kalmasın’da göçün safhalarını şiirleştiriyor Yavuz Özdem. Özdem’le kitabını konuştuk. olursak, şunları söylemek mümkün: Göç duygusunun özne olduğuolacağı bir kitap olarak tasarlandı. Kuşkusuz onların, göç edenlerin yani “suyun yerlisi ve ağzından bahar çıkanların” bir 'dil'i vardı. Sonra geldikleri {İstanbul} yerde, semt, mahalle… işleriişsizlikleriyle bir gündelik hayatları oldu, oluştu. Göç sonrası,yerleşim, 'oradan olma', 'orayı aşma', düşler, çalışma hayatı, çocuk okutmalar, dibe vurmalar ya da burjuvalaşmalar… ve de onlara göre kiliseler ayinler, tefeciler, kristal boy aynaları… orospular, pezevenkler… ezcümle yeni yaşamalar ve bu yeni yaşamalardan devşirilen bir 'dil'leri de oldu. “İstanbul Yolcusu Kalmasın” tek şiirden oluştuğu için, bu bağlamda “şiir dil”dir denebilir. Bu yüzden iki ayrı tanımı tek tanıma dönüştürme demeyelim, dil ve şiir kavrayışının bir anlayışta kitapta buluşması diyelim . Zaten şiirin tanımlarla arası iyi değildir. Dil düzeni kurar, şiir ise düzeni bozar… Bu karşıtlık sizde nasıl bir bütünlük oluşturuyor? Dil bir uzlaşmalar bütünüdür, devlet ya da hastane kurarken bile dile ihtiyaç vardır. El öpüyoruz ya da bir büyük geldiğinde ayağa kalkıyoruz ya bu da bir dil ve dil üzerinden kurulmuş uzlaşmaların bir parçasıdır. Bu bağlamda dille şiirin amacı işlevi vs. farklıdır. Yani dil bizi uzlaştırırken, şiir dünya ve hayatla yüzleştirir. Yalnız şiir bunu yaparken (düzeni bozarken) yine 'dil'e yaslanır ancak kendisi de bir dil olduğu için yeni bir düzeni de kurmuştur artık. Sözgelişi; düzen bozucu Pir Sultan'dan hemen aklıma gelen bir dize: “Bu kaçıncı ölmem hain.” Belli ki bu dizeden sonra birden fazla ölüm mümkün. Bu dizeden mülhem “sizin hiç babanız öldü mü/ benim bir kere öldü, kör oldum”la Cemal Süreya. Cemal Süreya düzeni “bizi bir kadının yüzüne sürgün ederek” bir daha bozar. Bozar ama yeni bir sürgün yurdumuz da vardır bundan böyle. “gözleri göz değil gözistan”daki gözistanla artık dünyamızın ekvator'u, kutuplarından biri vs. gibi bir yeri de olmuştur. Böyle bir diyalektik ilişki işte, yetmişlerin söylemiyle “karşıtların birliği “diyelim. GERÇEK VE KURGU ? Salih AYDEMİR “d ilin şiiri”, “şiirin dili”, “şiir dili”, “dil ve şiir” gibi geçmişten günümüze kadar çeşitli tanımlar yapıldı. Siz ise şiir, dildir diyorsunuz. Bunun üzerine konuşarak başlayalım söyleşimize… “Şiir Dildir” derken hem bir dil tanımı hem de bir şiir tanımı yapıyorsunuz. Bu iki ayrı tanımı tek bir tanıma dönüştürmedeki düşüncelerinizi açıklar mısınız? Herkes yanında bir “dil” getirir, taşır. Bu herkesin eğitimi, görgüsü, bilgisi ne olursa olsun; aşk, ölüm, ayrılık…vs karşısında bir duruşu, tavrı veya o an'ı, olayı yaşaması ve dahi bütün bunları farklı algılaması vardır. Hatta bu durum konuşma yetisi olmayanlar için de geçerlidir. Doğan Aksan'dan okumuştum: 1216 yaşlar arasındaki sağır ve dilsizlerin eğitildiği bir çalışmada “avcı” sözcüğü üzerine düşüncelerini yazmaları istendiğinde; onlar: “Avcı, geyik yemeyi sever”, “Geyik eti lezzetlidir” gibi cümleler kurarken, sağlıklı bir çocuk “Avcı, tüfek atıyor” cümlesini kurmuş. Sonuç olarak, onların sağır ve dilsiz olması “dil”leri olmadığı anlamına gelmiyor. Üstelik duyusal algılarıyla sağlıklı çocuktan ayrılmaları belirgin bir biçimde karşımıza çıkıyor. Buradan şiire geçersek 'şiir', 'dil'de faklılıkların doruk noktasıdır. Böyle olmasaydı bunları (aşk,ölüm….) karşılayan yeni ve başka bir dize mümkün olur muydu? 'Şiir' 'dil'dir böyle bir şey olabilir; eğer “İstanbul Yolcusu Kalmasın”ı okuduktan sonra sizde kalan bu ise. Bu bahiste her şiir bir 'dil'dir gibi bilimsel veya değil bir genelleme bile yapılabilir bence. Özel olarak “İstanbul Yolcusu Kalmasın”daki dile Yavuz Özdem veya onun 'dil'ine gelecek Şiirlerinizde yaşanmış hayat ve dünyanın verilmişliğini aşmış sunumlar var. Bu da yüzeysel ve boş olmaktan sıyrılma anlamına geliyor. Yanılıyor muyum? Herkes için geçerli midir bilemiyorum. Bazen okuduğumuz bir romanı, öyküyü ve yazarını değil de; orada geçen bir olayı, bölümü, konuşmayı hatırlarız. Ben yaşarım bunu zaman zaman, bu bağlamda aşağıyukarı hatırladığım bölüm şöyle: “Duvarlarından rutubet sızan bu evde her şey canına tak etmişti kadının. Hele muşamba örtülü yemek masasının başında varlığı yokluğu belli olmayan kocasının elindeki küçük çakı ile masaya çentikler atması onu çileden çıkarıyordu.” Kadının mutsuzluğuna vurgu yapan bu anlatıda, asıl mutsuz yazar mı diye çok düşünmüşümdür. Sanki oradaki kadın ne mutluluğun, ne de mutsuzluğun ayırdında; bunun farkında olan yazar ya da bana öyle gelmişti. Sonuç olarak mutsuz olan; ya kadın, ya yazar ya da her ikisi… Sanat da şiir, roman, öykü, tiyatro buralarda seyretmez mi, yani gerçek hayatta veya yazarınşairin kurgusunda veya her iki cenahta karşılıklı yaşamalarda; en iyisi hepsinin kesiştiği yerde diyelim de kurtulalım… Beyaza işaretler vermek… Geçmiş ve şimdi hatta geleceğe dair taşıdığınız hem bireysel hem de ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 908 SAYFA 10
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle