25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? tımlarda sanki ellerinde 'yerlisinden', tanıdık bildik bir değerlendirme terazisi varmış gibi övmeden geçilemediğini görmek oldu. Hele eğer 'intihar etmiş' takımından iseler!” AH YAŞADIKLARIM!.. Günlükleri yaşamına afili bakışı kuşkusuz Adalet Ağaoğlu'nun... Anlık, doğal tepkilerinin kaydından çok öte bir ruh haritası... Yaşadım demek... Ah yaşadıklarım! demek... Kaybolmasına engel demek... Yeniden sezişler demek... Yol gösteren güdüleri, sezileri anımsamak demek... Cümlesini, cümleyi zamanın eleğinde karmak demek... Kavruluyor çoğu zaman hepimiz gibi. Romanlar yazıyor, ilham perileri bir uçuyor bir kaçıyor... Bir hayatı yok Adalet Ağaoğlu'nun... Hayatları var. Geçmişleri, gelecekleri, bugünleri var. Küllerinden yeniden yeniden doğacağını biliyor, “İnsanlık sürecekse ben yine geleceğim” demesi de bundan. Ve “İnsansızlık ve vurdumduymazlık sürecekse ben yine böyle öleceğim; silinip gideceğim” diye eklemesi de... Yüreğinin ta derininden aklının en yüzeyine kadar dobra dürüst döktükleri var satırlarında. Hayatın kollarının onu nasıl sardığı var. Neden bıktığı, ne zaman bıktığı, ne zaman yeniden umutla dolduğu, ne zaman güvendiği, gücendiği, tekrar inandığı, kandığı, kandırıldığı var. Kemiklerinin sızlaması, yüreğinin acıması var. İsyanı var. Göçen dostları var, vedası var. Nâzım'ın evinde kurt köpeğinin eldivenlerini yutması da var, Muhsin Ertuğrul'un mektubu da. Fakir Baykurt'a saygısı da… Sevgili annesi ve babası var, acı veda var... “Yok zaman… Çok zaman. Hiç zaman. Annem gitti. Kalpten. Darbe. Yatış: Beş gün evi, on gün hastane… Bir kadının annesiz kaldığı zaman/ öksüz kaldığını anlama zamanı/ bitmemesiye…” Bir insanın en yalın, en sahici, en çıplak, en cesur eylemi bu günlükler. Kuşkusuz ki öyle. Öyle olmalı yoksa neden yaşadık, neden inandık, neden vazgeçmedik demez miyiz? Tükenmez miyiz? YAŞAMLA KAVİLLEŞMESİ, DÜELLOSU, KEFARETİ Günlükleri onun toplamı, yaşamla kavilleşmesi olduğu kadar düellosu da ve bedelse bedeli, kefaretse kefareti. Yaşadığım kadar varım ve yaşayacaklarım kadar olacağım düsturu. Sayfalar arasında hastalandığında içtiği çorbanın kokusu, kemikleri sızladığında yüzünü ekşitmesi, mutlu olduğunda gülen gözleri var. Hayalkırıklığına uğradığında sorgulamaları var… Ve kimi biçarelerin, kayıp gitmişlerin istemli/istemsiz bizlere bir anda biçiverdiği çoğu zaman zor kırılır döngüyü kıran cesareti, kararlılığı var… Adalet Ağaoğlu olmak demek başlı başına bir mücadele demek aslında. Yo öyle arabeskinden yorumlanacak, acımaklı bakışlarla süzülecek bir yaşam değil onunkisi, asla. Ama kuşkusuz ki hayli ironik değmelerle, donelerle bezeli. Neler yok ki? Faşizmin pis kokularını içine çekmişliği var, faşizmin ta CUMHURİYET KİTAP SAYI kendisine maruz kalmışlığı da. “Dünya çok geniş, TRT fazla dar” dediği bugünde zerre zihni değişmemiş TRT'de, Halim Ağaoğlu ile hakkının yenmişliği, kızağa çekilmişliği de. Garip bezginliklerle donandığı da çok oldu, zımba coşkularla gönendiği de. “Ben çelişkiler yazarıyım” deyip, hiç hoşlanmayarak da olsa “İnsanın kurdu, en irisinden kendi kurdudur” deyip “Bir Kahramanın Ölümü”nü yazan kadındır o. ÖZGÜR BİR CUMHURİYET KADINI 1969… 9 Nisan Çarşamba.. Günlüğüne şöyle not düşüyor Adalet Ağaoğlu; “Her şey üst üste geldi. Dün sevişenler bugün düşman oldu. Gerginlik… Roman mı? İşte Cumhuriyetçilerin ilk ve ikinci kuşaklarının, hiç uyuşturucu verilmeksizin ameliyat masasında kesip biçmeye yatırılmalarını kurgulasana. Karar zamanı bu Adalet. Dalganın kırıldığı zaman…” Kuşağına ilişkin o günkü sözleri de önemli Ağaoğlu'nun, dediği gibi herkes, kendisi gibi “umut yitirmeme” temrini içinde. Herkes tek başına kendi temrininde… Kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmüş gibi kuşağı.. Ona hüzün veriyor… Özgür bir Cumhuriyet kadını o. Bu yüzden almadı mı zaman zaman boyunun ölçüsünü kendisinin de dediği gibi. Az horlanmadı vatanında nice evlatlar gibi. Ha vazgeçti mi hayır, o ayrı. Hiçbir şeye yanmadı Adalet Ağaoğlu, Atatürk'ün ölümünden sonraki Cumhuriyet'in hali ahvaline yandığı kadar… Haksız mı? O nedenle isteyedurmadı mı Cumhuriyetin ilk ve ikinci kuşaklarının romanını? “Gerçek her zaman devrimcidir.” Gramsci Vazgeçmedi yazdı, üretti, zamanın ağır işçisiydi, ne emekliliği vardı ne tatili, ne ikramiyesi… Her bir şey günlüklerinde dobra dürüst yazılı, okuyoruz, anlıyoruz ki hayat çok üstüne üstüne geldi. Hayat üstüne üstüne geldiğinde Kafka'yı düşündü, sakinleşti, azmi depreşti… Çehov kahramanı Olga'nın sözlerini anımsadı; “Yaşamak lazım! Müzik öyle güzel, öyle neşeli ki, hele biraz zaman geçsin, işte o zaman bu hayatın ve bu acıların anlamını bileceğiz. Ah bir bilebilsek! Bir bilebilsek! Askeri doktor Çebutkin, elinde gazetesiyle 'tata taaa ta ta ta taaa' diye bir marş mırıldanmasıyla gelecek, gazetesini açıp okurken: 'Bana ne, bana ne? Benim için hava hoş…' derken, perde…” Ya en fişeklisinden sevdası yazı olmasa kaleminin ucundan damlayan ÖZGÜRLÜK ile nasıl gönenirdik? Bırakmıyor, yazıyor, yazıyor, yazıyor. Eli yüreği dinlemediğinde de yazıyor dinlediğinde de… Melih Cevdet'in, Necati Cumalı'nın, Sait Faik'in, Orhan Kemal'in, Nâzım Hikmet'in başının üstünde yeri var Ya Behçet Necatigil.. Şiirlerine aşk derecesinde bağlı olduğu Behçet Necatigil onun yeri en başka… 908 Günlükleri yaşamına afili bakışı kuşkusuz Adalet Ağaoğlu'nun... Anlık, doğal tepkilerinin kaydından çok öte bir ruh haritası... Dostoyevski en dost yabancı, “Ezilenler”i hep başucunda. EN FİŞEKLİSİNDEN SEVDASI, YAZI… Edebiyat çevreleri hakkındaki düşüncelerine gelince, edebiyat çevresi bu kadar ikircikli, okur da genelde bu kadar sağırken, ne diye roman daha iyi olsun diye didinip duruyorum diye kendini sorguladığı olmuştur ara ara Adalet Ağaoğlu'nun. Hatta Edip Cansever ve Ömer Uluç'la bunu tartışırken hoş bir kadın erkek yazar konusunu tahlil etmişlerdir. Ne güzel, ne keyifli, güneşli bir anıdır. Ona göre roman bir arayış, hatta kendi kendine hep bunu söylüyor Adalet Ağaoğlu: “Sevmediğimiz dünya, benimseyemediğimiz insan yerine yeni bir dünya, yeni bir insanlık arayışı. Masal, destan, şiir, müzik, heykel efsaneleri insan aklının bilimsel arayışlarından önce de vardı. Roman, içerdiği anlamla ortaya bilimsel arayışla birlikte çıktı, onunla evrile evrile değişti, gelişti. Onun için roman tek kurallı değil, çokkurallı; yani enine boyuna derinliğine çokboyutlu. Roman bu boyutları arayış, bunları bütünleyiş sanatı. Roman bir arayıştır: Yeni insanı arayış. Floransalı Dante'nin XIII. yüzyıla doğru çalıp söylediği sonelerindeki Yeni Hayat'a bağlı hayallerine, düşlerine şimdinin merceğinden bakışla gepgeniş ufuklar açacak arayışlar… Wilde'ın deyişiyle 'Çamurlara düş, ama yıldızlara bak.' Anlatının bütün yolları, olmuş ve olabilecek bütün imkanlar roman için. İmkânları bul ve hayatın bütünlüğü için kullan.” BÜTANGAZ IŞIĞI ALTINDA… Günlüklerinde karakter skalası arkadaşları, kavim dostları ve onların düşündükleri, kaba deyimle kafasına dank ettirdikleri akıyor ara ara. Yok edilişe karşı var olma yollarını arayanlardan biri mesela can arkadaşı Vera… Kapital'in ezip geçtiği, gülümsemeleri ni asgariye indirdiği Vera… “Ey hayat! Sen ne büyük okulsun”, “Yaratının nüvesi karşı duruş, muhafelet değil mi?” sözleri, günlüklerinin yani onu o yapan cümle badirenin toplamında vardığı edimi en net ifade eden sözcükler değil de ne? Yaşamının satır aralarında ilerlerken ılık yağmurlar yağıyor, karmakarışık rüzgârlar esiyor bir oradan bir buradan, köpük köpük denizler coşuyor yüreğinde, zihninde, kavuruyor kelimeleri. Yapıtları birer birer vücuda geliyor. Bir ev kuruyor, duvar kâğıtlarıyla kaplıyor duvarlarını nefis güneşlere doğuyor gün be gün kimi zaman da tersi… Yaşıyor işte… 25 MayısGece: Bütangaz ışığı diye not düşüyor kendine Adalet Ağaoğlu… Aynı tarihin gündüzünde ıslatmış çamaşırları güneşte ısınmış bir leğen suda,, terastaki 10 sümüklü veledin meraklı gözleri eşliğinde… Derken kumsaldan doğru bir esintinin sürükleyip getirdiği çalanı meçhul nefis bir trompet sesi… Romanlar doluyor yüreğine çeşit çeşit, yeni dünyalar, yeni kapılar açılıyor… İşte o zaman mest ki mest, tıpkı +bahçelerinden sivri biber topladıkları günkü kadar, çiçeklere dokunduğu, yapıtlarına başladığı anlardaki kadar… GÜNLÜK TUTUN, KIŞKIRTIN KENDİNİZİ!.. Zamanın ağır işçisi olmakta, yorulmakta, dinlenmekte, yeniden yorulmakta akabinde yaşamın hanesine çentikler atılmakta, biliyorum bu yazı çok ama çok duygusal olmakta… Olacak ta.. Çünkü… bu bir külliyat, yaşamının, yerinde güllük gülistanlık, yerinde zehir zemberek kapağı kırık bir kumbara… Yazı biter, gün yiter, yıllar devrilir, devran değişir… “Günlük tutun” der Adalet Ağaoğlu… Günlük tutun, zamanı kaçırmayın, yakalayın… günlük tutmak başlı başına okumaya bir kışkırtıdır. Kışkırtın kendinizi!.. ÖNEMLİ NOT: Adalet Ağaoğlu'nun “Fikrimin İnce Gülü” adlı romanının yayımlanışının 30. yıldönümünde Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından başlatılan proje kapsamında, yazarın tüm eserleri yeni basımlarıyla okurlarla buluşturuldu. Ağaoğlu'nun Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan kitapları şöyle: Roman: “Fikrimin İnce Gülü”, “Bir Düğün Gecesi”, “Ölmeye Yatmak”, Hayır, Yazsonu”, “Ruh Üşümesi”, “RomantikBir Viyana Yazı” Oyun: “Duvar Öyküsü”, “Çok Uzak Fazla Yakın” Günlük: “Damla Damla Günler” Seçmeler: “Adalet Ağaoğlu, Okurunun Yazarı” (Hazırlayan: Sefa Kaplan) Nehir Söyleşi: “Adalet Ağaoğlu Kitabı, Sen Türkiye'nin En Güzel Kazasısın” (Söyleşi: Feridun Andaç) Belgesel: “Herkes Kendi Kitabının İçini Tanır” (Halim Ağaoğlu) ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Damla Damla Günler III/ Adalet Ağaoğlu/ İşKültür/ 1140 s. SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle