Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? güneş. Kırmızı şarabı gecenin. Eşiklerin kamaşması. Kirpik kirpik ağaran sular. En güzel saati aynaların. Her şeyin rüyasından doğurması kendini. Sabah bu. Mutsuzluğun yaşama simyası. Dilsiz görkem. Güneş narı. Dünyanın perde perde insana dönmesi.”(39) rerken “Yalnızlıktan başka bağışlayanım kalmadı” diyecektir ve ekleyecektir: “Kim yalnızlığı yürürse beni yürürdü.” ŞİİRLERDE ‘DOĞA’ Doğa salt pastoral yanıyla değil, insan ilişkilerinin akışını kavramak için de belirgindir şiirlerde. Yaşam gibi aşkı da, ölümü de; hatta aşk ve ölüm ikiliğini de doğa aracılığıyla sezeriz: “Bir doğa masalıyız ikimiz de. Sevgilim… ilk öptüğüm gün öldürdüm seni.” Sevginin ölümle böylesi iç içeliği müthiş etkili kılıyor ifadeyi. Şükrü Erbaş’ta bilgelik tavrı dediğim budur biraz da. Uzak bir anımsayışla Oscar Wilde’ın “Reading Zindanı Balladı”ndaki şu dizeleri düşündüm: “Ama gene de herkes sevdiğini öldürür, Bu böylece biline, Kimi bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar, Kimi de okşayıcı söz ile öldürür. Hemen herkes bir türlü öldürür sevdiğini.” Aşk ve ölüm, yaşamın diyalektiği ise, şiir bunu Orpheus gibi kaderi yapacaktır: “Bir kadın kasıklarından su vermeseydi, nasıl severdim seni, ey ölümden ödünç alınmış hayat.” Yine de dingin bir söyleyişle “Ölüm… geçtim korkundan/ Anlamaktan öte bir sevinç duyuyorum” diyecektir şair. Kuşkusuz, hemen her şairin içinde ya da çevresinde dönüp durduğu izleklerden biri de yalnızlıktır ki, Şükrü Erbaş, yaratıcı yalnızlığın sularındadır ve “zaman sarısı” bir deftere “yalnızlığı temize çekiyor”dur. Kimi kez “Şiirmiş, aşkmış, iyilikmiş… bir çınlama boşlukta”dır yalnızlık, kimi kez “İki yalnızlıktan kocaman bir kalabalık doğar” ve orada, “sözlerin kalbi yoktu… Bir gökyüzü hecesiydi yüzümüz, lambaların kederinde susarak okuduğumuz”dur. “sevgi sözü”nün araladığı yalnızlık kapısından içeri gi BİÇİM Şükrü Erbaş, bu kitabında düzyazı şiirlere ağırlık veriyor. Gerçi önceki kitaplarında da bu yöntemi yer yer kullanmıştı. Ama “Unutma Defteri”ni oluşturan metinlerin çoğu düzyazı şiir. Geçmişte mensur şiir dediğimiz bu biçimin bir geleneği vardır. Divan edebiyatında süslü metinlerdi bunlar. Sec’iye (iç uyak) dayalı oluşuyla da bir ahenk sağlamaktaydı. Çoktandır vazgeçilmiş olsa da modern şiirimizde kimi şairler zaman zaman başvurmuşlardır bu biçime. Modernizmin öncülerinden sayılan Baudelaire’in “Paris Sıkıntısı” mensur şiirin başyapıtlarından sayılır. Bizde de, Nâzım Hikmet’in devasa yapıtı “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda bu yöntem ağır basar. İlhan Berk’te, Enis Batur’da, Metin Altıok’ta ilginç örnekleri vardır. Şükrü Erbaş, bu örneklerin bir devamı olarak “Unutma Defteri”ni düzyazı şiirler üstüne kurmuştur. Şair iç uyak aramamakta, ancak, düzyazıda örgüyü sağlayan bağlaçlara da yüz vermemektedir. İyi de yapmaktadır kanımca. Çünkü okur, kendi zihninde yapacağı örgülemeyi metnin bütününde arayacak; yargı biriminde takılıp kalma yerine, düşleme, düşlemleme yolunu seçecektir. “Unutma Defteri”nde (Kanguru Yayınları2007) Semih Poroy’un bu kitap için çizdiği çizimlere yer veriliyor. Metin Eloğlu’nun kimi şiir kitaplarına çizdiği desenleri anımsıyorum. Ülkü Tamer’in “Vigülün Başından Geçenler”ini Oğuz Aral’ın çizimlerinden ayrı düşünmek zor. Semih Poroy’un çizgileri de bu kitap için aynı duyguyu yaratıyor bence. Ne diyordu Cemal Süreya: “Sonunda anladım ki Bir kitapta resim şart”. ? Unutma Defteri/ Şükrü Erbaş/ Kanguru Yay./ 88 s. Yarım Kalmış Bir Hayal kan kitabı Yarım Kalmış Bir Hayal, dışarıdan bakılsa son derece olağan görünecek ama Baricco’nun kaleminde suya atılan bir taşın çevresinde oluşan halkalar gibi iç içe geçen farklı yaşamlar ve bitmemiş hikâyelerle zenginleşen, çetrefilleşen ve gerilim kazanan, yaşama dair çarpıcı bir öykü. Yarım Kalmış Bir Hayal’in Uvertür adlı ilk bölümü, Parrilerin yaşamına tıpkı bir operaya olduğu gibi giriş yapar. Öykünün üzerinde yavaşça gezinir, ayrıntıya girmez ve bize kişiler hakkında ufak ipuçları sunar. Ultimo’nun (ailenin ilk çocuğu olmasına karşın adının anlamı Son’dur) köy yaşantısının tekdüzeliğinden gına getiren babası, müthiş hayal gücünü arkasına alıp ilk otomobilin ufukta görünmesiyle süt ineklerini satar ve İtalya’nın kuzeyinde bir yerdeki kuş uçmaz kervan geçmez köyünde bir ta908 ? Pınar SAVAŞ lessandro Baricco ilginç bir yazardır. Sıradan bir hikâye anlatır ama bunu öyle farklı anlatır ki, ya seversiniz ya da nefret edersiniz. Yazarın Fandango’dan dört ayrı kapak tasarımıyla çıCUMHURİYET KİTAP SAYI A ? SAYFA 23