05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? ülkede, ‘oyun yazarı’ olarak anılmak istiyorum. Oyun yazarlığının, saygın bir iş haline gelmesini istiyorum. Saygı göstermeyenlere, hadlerini bildirmek istiyorum.” Bunun ardından biraz daha hareketlendi OYÇED ep grubu. Dinçer Sezgin, Kerem Kurdoğlu, Erhan Özçelik, Erbil Göktaş, genç yazar İnanç Su katıldı bu kez tartışmaya… Demek oyun yazarları da “Tehlikenin farkında mısınız” biçiminde bir soruya gelip dayandırmıştı işi… ELDE FENER, NEYİ ARIYORUZ BİZ?.. On yıllar önce, artık aramızda olmayan bir arkadaşımızı Ankara’dan İstanbul’a uğurlamıştık, orada tiyatro yapmaya karar vermişti. Ertesi yıl, günlerini çokluk birlikte geçiren bir grup genç tiyatrocu olarak arkadaşımızdan çağrı aldık. Bizleri İstanbul’a bekliyordu, önemli bir konu vardı konuşmamız gereken, bunları tartışacaktı bizimle. Kararlaştırılan gün üç arkadaş yola çıktık, gece yarısı, otobüsün en arka koltuğunda yaptığımız yolculuğu bugünmüş gibi anımsıyorum. Büyük düş kırıklığı yaşamıştık. Biz, kafamızda ne düşlerle gitmiştik, oysa arkadaşımız, konunun “kendisi” olduğunu söylemişti bize kısaca. Tiyatro yapmaya yapacaktı, ama bu tiyatro kendisini öne çıkarmalı, Türk tiyatrosu içinde ona özgü bir yer sağlamalıydı. “Yazıcıların Nusret” olarak da ünlenen arkadaşımız Nusret Çetinel, sonraları çeşitlendirerek yeniden yeniden öylesine yazdı ki bunu, her anlatışında gülmekten kırılırdık. Evet, tiyatroda bir şeyler aradığımız ortada, iyi de neyi arıyoruz acaba? Tiyatro topluluklarımız, tiyatro oyuncularımız, deneysele açılan genç gruplar neyi aradıklarının ayırdında mı dersiniz? Gerçekten hiç mi oyun yazarımız yok bizim? Yoksa aradığımız oyun yazarı değil de başka şey mi? Geçmişten günümüze uzanan bir süreci dikkate alırsak neler söyleyebiliriz bu konuda? Türkiye’de oyun yazarlığının, 1920’ler Ankarasındaki Ulusal Kurtuluş Savaşı paydaşlığından etkiler alarak (Buna Namık Kemal’in daha önce yaşanmış Vatan Yahut Silistre [1873] deneyimi de eklenebilir) yola çıktığı, bunun Halkevi döneminde pompalanan “cumhuriyet yurttaşı yaratma” kavrayışına dayalı oyun yazarlığı anlayışıyla günümüze ulandığı söylenebilir bana göre. Tiyatromuzun söylemci yapısı, tiyatronun ille “okul” vb. eğitim kurumu niteliğinde alınmak istenmesi, estetik kaygıların hep geri plana itilmesine yol açıyor ne yazık ki. Bunun, bir şairler kuşağı tarafından ancak dizginlenebildiği kanısındayım kendi payıma. Örneğin Sabahattin Kudret Aksal, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı gibi oyun yazarı şairler sözünü ettiğim kuşak üyeleri arasında sayılabilir herhalde. Tiyatromuzun oyun yazarları arayışının Muhsin Ertuğrul’dan kaynaklandığı da düşünülebilir. Nitekim ülkemizde Batı tarzı modern tiyatronun kurumsallaşmasında, bu çerçevede yapılandırılışında önemli pay sahibi olan Muhsin Ertuğrul’un çok oyun okuduğu, yeni yazarlara olanak sağladığı, onları desteklediği, sürekli oyun yazarı arayışı içinde ol duğu biliniyor. Bizde oyun yazarları, kaleme aldıkları oyunları sorunsal boyutuna çıkarabilmekte hep sıkıntı çekiyor görüldüğünce. Bunu yalnız oyun için değil, roman, öykü türleri için de söylemek olası. Bu nedenle yapıtlar bir sorunun aktarımı, çizgiselliğe dayalı çözüm önerileri biçiminde geliyor genelde önümüze. İşte 1950’lerde bu bağlamdaki değişimin öncüleri şairler oldu belki de. Onlar, tiyatronun olanakları içinde sanatı çizgisellikten çıkarırken ele alışlarını sorunsal boyutuna taşıyabildiler. Yine bu dönemde, bunların yanında Aziz Nesin, Haldun Taner, Orhan Asena, Turgut Özakman, Güngör Dilmen, Adalet Ağaoğlu vb. yazarların da adları anımsanmalı. 1960’larla birlikte düzey iyice yükseldi. Özellikle Haldun Taner’in Keşanlı Ali (1964) ile Sermet Çağan’ın Ayak Bacak Fabrikası (1965) adlı oyunları, sorunsalın sahne düzlemindeki söylemsel yanını kaldırdı neredeyse, tiyatroyu, gösteri sanatlarının en içinden kaynaklanan zenginliğiyle buluşturdu aynı zamanda. Bundan sonrasında, dönemleri içinde 1960’lardan 1980’lere dek oyunları peş peşe sahnelenen yazarlarla karşılaştık: Güner Sümer, İsmet Küntay, Vasıf Öngören, Oktay Arayıcı, Dinçer Sümer, Bilgesu Erenus, Yılmaz Onay, Tuncer Cücenoğlu vb. 1980 sonrasında bunlara yenileri eklendi: Memet Baydur, Haluk Işık, Coşkun Irmak, Behiç Ak, Cuma Boynukara, Özen Yula, Civan Canova vb. Peki yaklaşık kırk yılda ortaya çıkan, tiyatro izleyen kesimlerin kitlesel, yaygın desteğini kazanmış bu yazarlar kabul görmüyor da mı “oyun yazarı yok” diye kestirip atıyor kimileri? Bu görüşü benimseyenlerin ne kadarı ne oranda yazarları tanıyor acaba? Öte yandan bu yazarlar gözden geçirildiğinde, her birinin ülkemizdeki toplumsal evrilişlere denk gelecek biçimde ortaya çıktıkları da söylenebilir. Size şu kadarını olsun söylemeden bitirmeyeyim yazıyı: Bizde yazarını arayan tek bir tiyatro hareketi, ötesinde grubu yok bana sorarsanız, ama dosyaları için kendilerine tiyatro arayan yüzlerce, evet evet yüzlerce oyun yazarı var! Topluluklar, tiyatro yapıcılar kendilerini “dişi”leştirip ortaya çıkaracak oyun daha doğrusu dayanak arıyor, o kadar. Oyun yazarı dediğiniz de at izinin it izine karıştığı böyle bir dönemde süslenip püslenip piyasaya çıkıyor. Ötekilerse bu tiyatrotüketim yarılmasına bakıp küskünleşerek OYÇED’liler gibi içe kapanıyor bir ölçüde. Ödenekli tiyatroların vurdumduymazlığına, dramaturg raporlarıyla edebi kurul mizahına hiç girmeyelim bu yazıda. Türk tiyatrosu kendi oyun yazarlarını aramadığı için geleceğe dönük açılımında sağlam dayanak bulamıyor bir türlü. Oyun yazarı da sahne bulamadığı için iyi oyunlar verimleyip yazamıyor… Ne oyun yazarlığı içselleştirilip sanatın kozasına gönül indiriliyor ne de tiyatro yapmak sahnede soluk alıp verme biçemine dönüşüyor. Neydi bunun Türkçesi? Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan, değil mi?… İkisi de ittiği için birbirini, içbiri yok! ? KİTAP SAYI 920 SAYFA 36 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle